Bugüne kadar birçok yazımda Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son yüzyılında yaşananların ibret dolu acılarıyla bugüne ışık tuttuğunu anlatmıştım. Devrin emperyal güçlerinin desteğinde Balkanlarda yaşanan Türk/Müslüman soykırımını ve 550 yılık vatanımızın nasıl elimizden çıktığını, kin ve nefret dolu 1000 yıllık Haçlı Zihniyetinin Türk/Müslüman düşmanlığında sınır tanımadığını, asıl amaçlarının hiçbir zaman değişmediğini hepimiz biliyoruz. Zaman zaman siyasi ve ekonomik çıkarları gereği müttefikimiz olsalar da beyinlerinin derinliklerinde hiçbir zaman vazgeçmedikleri çifte standartlarının olduğunu anlatmaya çalıştım. Amacım milli şairimiz Mehmet Akif’in söylediği “Tarih tekerrüden ibarettir derler, hiç ibret alınsaydı tekerrür edermiydi” sözünün ışığında, geçmişin hatalarından ders alarak, geleceği inşa ederken yanlış yapılmaması için bir vatandaş olarak aydınlatma görevimi yapmaktı.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin toplu açılışlar töreninde konuşan BDP eşbaşkanı Demirtaş, Kürtlerin artık kendisini yönetme aşamasına geldiğini söylemiş. "Seçimden sonra sadece fuar ya da kültür merkezi inşa etmeyeceğiz. Asıl inşa edilecek şey demokratik özerkliktir. Bu halk artık kendisini yönetme aşamasına geldi. Muhtarlar, mahalle meclisleri vs. Anadilimizde, lehçelerde Arapça, Ermenice, Süryanice hizmet alma noktasına geldi. Bunları yapmak için devleti bekleyemeyiz. Halkımızın ana dilinde eğitimi olacak, ders kitapları olacak. Devleti bekleme zorunda değiliz. AKP'nin insafını beklemek zorunda değiliz. İşte BDP'li belediyeler bunu hayata geçirecek" diye konuşmuş.
Bu sözler üzerine belki, ibret alınır diye sizlerin bildiği ama tekrarında fayda gördüğüm Girit’in elimizden çıkışının hikayesini çok kısa özetliyeceğim, dikkatle bakarsanız alınacak ders çok.
1866-1867 yıllarında Girit’te Mihail Korokas liderliğindeki Rumlar’ın ayaklanmasını bastırmakta olan Osmanlı idaresine, İngiltere ve Fransa, “Girit açılımı yapılması, askeri harekatın durdurulması ve isyancılara genel af çıkarılmasını” telkin ettiler. Atanacak valinin biri Türk, diğeri Rum iki yardımcısı olacaktı, resmi yazışmalarda Türkçe zorunluluğu kaldırılacaktı. Bunların yapılmasıyla Giritli Türkler de her şeyin düzeldiğini “anaların gözyaşlarının akmadığı, şehitlerin gelmediğini düşünerek huzura kavuşmuşlardı. (……………….)
Fakat 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında Osmanlı yenilince Girit’te  yine Türkler katledilmeye başlandı. Ordunun müdahelesi dış güçlerin tepkisiyle karşılaştı ve daha fazla kan dökülmesin diye 25 Ekim 1878 Halepa Sözleşmesiyle Rumlara yeni imtiyazlar tanındı. (………………)
Bu da yetmedi 1896’da yine isyan çıktı. Köyler yakılıp yıkılıyor, şehir merkezlerinde elleri silahlı Rumlar, önüne gelen her Türk’ü öldürüyordu. Osmanlı, 1897’de savaş açtı ve Yunan ordusunu perişan etti. Yunanlıları yenen Osmanlı Ordusunun Atina’ya girmesinden korkan İngiltere ve Rusya’nın müdahelesiyle harekat durduruldu. Her şeyin düzeleceğini zannederken kazandığımız savaşa rağmen bir şey düzelmediği gibi, “Türkler Rumları kesecek” iddiaları üzerine asayişi sağlamak üzere Avrupalılar Girit’e asker çıkardı. (…………….)
1898’de Türk askeri adadan çekildi ve Girit’te otonomi ilan edildi. Girit’te vali tayin hakkı büyük devletlerin onaylaması şartıyla Osmanlı Padişahına bırakıldı…Ve bu kadar açılmaya rağmen 1910’da Girit meclisi Yunanistan’la birleşme kararı aldı, itirazlarımız sonuç vermedi ve 30 Mayıs 1913/Londra anlaşmasıyla tamamen elimizden çıktı. (………..)
Görüldüğü üzere, açılım falan bu işleri çözmek için çare olamıyormuş. Yeniçağ Gazetesinden Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ, “2003’te PKK, Türkiye içinde zor hareket ediyordu. Kentlerde esamesi okunmuyordu. 2013’te Güneydoğu Anadolu’da bir KCK-PKK devleti var. Müzakere sürecinde meşrulaşan PKK, gücünün zirvesine çıkmış. PKK, 2007’den bu yana oyunu artırıyor. 2011 seçimlerinde Güneydoğu Anadolu’da % 51 olan BDP oylarını Öcalan, 2014 Mart seçimlerinde %80’e çıkarma hedefini koymuş. PKK, ’seçim değil bu bir özerklik referandumu’ propagandası ile seçmen üzerinde büyük bir baskı oluşturmuş. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın “Öcalan Kürtlerin lideridir” tespiti yaparken, “devlet nasıl olsa PKK ile anlaşıyor ve bizi sattı” diyen devlet yanlıları, artık PKK’ya direnmekten vazgeçmiş durumdalar.” Diye yazmış.
Açılım gündeme geldiğinde “göz olanı beyin olacağı görür”, aman dikkat, geri dönülmez bir hata yapmıyalım, açılırken saçılmayalım demiştik. Böyle bir süreç  çok güçlü olduğunuz bir dönemde yürütülürse sonuç alınabilirdi belki. Ama karakol saldırılarında, pusularda askerlerimizin şehit edildiği bir süreçte zafiyet olarak değerlendirilir, kara propagandayla terörist örgüt lehine başarı senaryosu yazılarak devlet yenilmiş gibi algı yaratılır demiştik. Nitekim öyle oldu ve hükümetin iyi niyetle sürdürdüğü çalışma istismar edildi. Elleri silahlı örgüt militanlarının şehir merkezlerinde yemin törenlerine, yol kontrollerine, örgüt adına vergi toplamaya, yıllardır devlete hizmet etmiş korucuları tehdit etmeye ve öldürmeye vs. varan sıkıntılar yaşandı.
Sonuçta çözüm süreci çözülme sürecine dönüşünce, bilerek veya bilmeyerek bölge halkında, bu aşamaya PKK sayesinde gelindiği algısı güçlendirildi. Hükümet tarafından din kardeşliği temasıyla yapılan propagandalar etkisini kaybetti. Bölge halkının dindarlaşması da ötekileşme algısını azaltmadığı gibi artırmaya sebep oldu. Siyaseten önümüzdeki yerel seçimlerde diğer partilerin adaylarına karşı tehditler, saldırılar başladı. Yetmedi İstanbul’un Esenyurt ilçesinde MHP’nin seçim bürosunun açılışına pkk yandaşlarının silahlı saldırısı sonucu partinin fotoğrafçılığını yapan günahsız bir vatandaşımız hayatını kaybetti.
Sorgusu sırasında “batı bizi taşeron olarak kullandı” diyen teröristbaşı, “oluk oluk kan akıttık, kendi insanlarımızı, askerleri katlettik, ben şiddetin yüzde 95’ine karşıydım” diyerek aslında her şeyi itiraf etmiştir... Halkımızın gerçekleri görmesi ve anlaması yani şuurlanması son derece önemlidir. Üzerimizde planlanan senaryo bizi Irak’tan da, Suriye’den de beter eder, yazık olur herkese. Bundan batılı silah tüccarları ve küresel güçler dışında herkes düşünülemeyecek zararlar görür.