Sarp, her iki albayı da selamladıktan sonra okul komutanının odasından çıktı. İçeride geçirdiği saatler onun için sonu gelmez bir film şeridi gibi geçmiş; aklında, yüreğinde ne varsa konuştukça dışarı yansımıştı! Dışarı yansıyan her şey onu bir kez daha yaralamış, Sara’ya olan hasreti, yüreğini bir kez daha kavurmuştu…
Odadan çıktıktan sonra okul komutanının söylediklerini bir daha düşündü!
Onu askeri mahkemeye sevk edecekti! Mahkemenin hakkında vereceği kararın ne olduğu, ne olacağı hiç umurunda değildi! Çünkü o mahkemeye çıkmayacaktı! Aslında daha komutanın odasına girmeden o kararını vermişti. Ankara’yı terk edecekti! Evet, evet sonu ne olursa olsun burada kalmayacaktı. Bu kesin kararın düşüncesiyle odasına girdi. Odaya bir göz gezdirdi! Çevresini kontrol etti. Odaya ondan habersiz konulmuş bir kamera olabilir düşüncesiyle aklına gelen her yere baktı! Hiçbir şey yoktu. Valizi zaten hazırdı. O halde bu akşam buradan ayrılıp, yola çıkabilirdi. Ama nereye gidecekti? İşte şimdi bunun kararını vermeliydi…
Sarp saatine baktı! Henüz 17.00’ye geliyordu. Bir saat sonra okulda mesai sona erecekti. Biraz dinlemek istedi. Yatağına uzandı. Kısa bir süre sonra uyuyakalmıştı…
Sarp uykusunda öylesine bir rüya görecekti ki, uykudan uyandığında; rüyasında gördüğü her şey onun bundan sonraki hayatında yaşayacaklarının iz düşümü gibi olacaktı…
‘’Sarp, ardında kalan her şeyi unutabilmek için uzun bir deniz yolculuğuna çıkmıştı. Gemi de kaldığı kamaranın her yanı Sara’nın fotoğraflarıyla doluydu. Kamaranın neresine baksa Sara’yı gören Sarp, her bir fotoğrafa baktıkça o foto kaybolup gidiyor; geride kalan diğer fotoğraflarda ise Sara her defasında onu yanına çağırıyordu. En son fotoğrafa baktığında Sara gülümseyerek elinde tuttuğu küçücük bir çiçeği gösterip, çiçeği kokladı ve ona uzattıktan sonra da kayboldu…’’
Sarp ter içinde uyandığında görmüş olduğu bu rüyanın o kadar etkisinde kalmıştı ki! Saranın sonuncu fotoğrafına baktığında Sara ona ne demek istemişti? Sarp’a uzatmış olduğu o küçücük çiçek ne anlama geliyordu? Gördüklerini bir türlü yorumlayamayan Sarp saatine baktı! Saat 22.00’yi gösteriyordu.
‘’Evet, artık gitme zamanım geldi’’ diye mırıldandı!
Oda ışıklarının kapatıp, valizini de aldıktan sonra; birliğinden dışarı çıktı. Okulun bulunduğu yerde Ankara sokakları boş, Ankara sokakları ıssızdı!
Bir müddet yürüdükten sonra okulun aşağısından geçen ana caddeye çıktı. Cadden geçen ilk taksiye bindikten sonra taksi şoförüne:
- Ankara oto garına gidelim kaptan dedi.
Komutanın odasından çıktıktan sonra, askeri mahkemeye sevk edileceğini öğrenen Sarp; Ankara’dan ayrılıp, Antep’e Ahmet Çavuşun yanına gitmeyi aklına koymuştu. Çünkü bu mahkemenin sonunda verilecek cezayı az çok tahmin ediyordu…
Bu ceza nedeniyle de yeniden hapis yatmaya hiç niyeti yoktu. Hem bu defa yanında ona moral veren kan kardeşi ne Metin olacaktı, ne de hapisten çıktıktan sonra onu bekleyen Sara’ya kavuşacaktı. Sonucu ne olursa olsun Ankara’yı terk etmeliydi.
Sarp Ankara oto garına geldiğinde saat gece yarısına yaklaşıyordu. Antep’e gidecek olan otobüsün sabah 08.00 de hareket edeceğini öğrendi. Başka bir çaresi olmadığı için o saate kadar otogarda bekleyecekti. Zaten yaşamının son iki haftasında gecelerinin bir kısmını ya havaalanı, ya tren garı bekleme salonlarında geçirdiği için bu tür beklemelere alışıktı. Otobüs biletini aldı. Bu defa yolculuğu sırasında para sıkıntısı çekmeyecekti. Çünkü birliğinden ayrı kaldığı süreçte biriken maaşını dil okulu muhasebesinden elden almıştı.
Bekleme salonunda kendisine bir yer seçti. Yolcu salonu, otobüslerinin hareket saatini bekleyen yolcularla doluydu. Ancak gece yarısı hareket eden son otobüsler kalktıktan sonra bu yolcularda kalmamış, oto gar derin bir sessizlik ile gecenin karanlığında adeta uykuya dalmıştı.
Devamı yarın