Sara, biz nerede yemek yiyeceğiz diye düşünürken; liman caddesinin ortasına doğru, iki yanından merdivenle çıkılan ‘’Canlı Balık’’ isimli bir restoran olduğunun farkına vardı. Zaten Sarp da oraya doğru yürüyordu.

Sarp, restoranın önün geldiğinde durdu:

• Saracığım, sana bahsettiğim balık restoranı burası sevgilim.

Restoranın merdivenlerinden çıktılar. Hemen girişteki masayı seçip buraya oturdular. Oturdukları masa yat limanını yüksekten görüyor, limana demirlemiş teknelerden yayılan ışıkların denizde oluşturduğu yakamozlar, geceye sihirli bir hava katıyordu.

Sara da geldikleri bu restoranı çok beğenmiş, bulunduğu yerden çok etkilenmişti…

Sarp;

• Nasıl beğendin mi sevgilim? Burası yeni açılmış. Ben de Metin’den öğrendim. Hapisteyken seninle burada baş başa, yemek yememizin hayalini kurmuştum. İşte bu hayal şimdi gerçek oluyor. Öyle mutluyum ki…

İki sevgilinin restorana geldiğini gören mekân sahibi yerinden fırladığı gibi yanlarına geldi. Sevimli bir Karadeniz aksanı ile:

•  Hoş gelmişsinuz. Safalar getirdinuz. Bu akşam mekan tam da size göredir daa. Paluklarum taze, rakı, meze mükemmelidur. Hele bir de gece yarusu olsin! Bakın o zaman görün ha bu mekanu!  

Ne emredeysun komutan bey oğlum, sen onu de baha bakalum?

Sarp, mekân sahibinin bu sıcak karşılamasından çok memnun kalmış ama en çok da onun asker olduğunu nasıl anladığını merak etmişti!

Bu merakla sordu:

• Teşekkür ederiz, bu mekânın yeni açıldığını balıkların taze, mezelerin nefis olduğunu duydum. Bu nedenle de bu gece bir rakı-balık yapalım dedik. Gecenin mönüsünü sana bırakıyorum. Ama içeceğimiz rakı, Türkiye’den olsun. Hem sen benim asker kökenli olduğumu nasıl anladın?

Restoran sahibi:

• Benim ismum İlyas. Rize’de bana İlyas usta derler. Ha bu mesleğu 40 yıldur yapayrum. Heee tecrubedur daaa… Mekanıma gelenlerun kim olduğuni bir bakışda anlarum be evlat. Zaten ha burayu açtığımdan beru benim  askerumdan başkası gelmez ki!  Bazen de BG gâvurları gelur. Şimdi ben size oyle bir masa kuracağum ki, değil paluklaru, parmaklarunuzu da yiyeceksunuz daaa…

Sara şaşkınlıkla mekân sahibinin değişik aksanıyla anlattıklarını hem dinliyor, hem de onun sevimli hareketlerini izliyordu. Sarp’ın elinden tutarak, fısıldar gibi sordu:

• Sarp, ben hiç böyle Türkçe duymadım! Bu adam gerçekten de Türk müdür? Ama çok cana yakın. Çok da sevimli öyle değil mi?

Sarp:

• Evet, bir tanem İlyas usta Türkiyeli ama aksanı Karadeniz bölgemize ait. Hem Karadeniz insanı işte böylesine misafirperver, cana yakın olur. Eee, bir de bu mekânı yeni açmış. Böylesi bir ortamda restorana gelenleri memnun etmek, onun öncelikli işi. Bir de mutfağı güzelse? İşlem tamamdır. Bu mekân kısa bir zaman sonra ünlü olur. Bir daha ki gelişimizde belki de gelmeden önce rezervasyon yaptırmak bile gerekebilir…

Sara, Sarp’ın göğsüne yaslanıp, yat limanının o sihirli manzarasını seyre daldı. Sarp, sevgilisinin sıcaklığını tüm bedeninde hissederken, bir yandan da o ipeksi saçlarını okşuyor, birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyordu.

Çok geçmeden masaları türlü mezelerle donanmış, bir büyük şişe de ‘’Yeni Rakı’’ açılmıştı. İkisi de öylesine acıkmışlardı ki, masalarına gelen soğuk mezelerin hemen tadına bakmaya başladılar. Sara, masaya getirilen her mezeyi tattıkça, bir mutluluk çığlığı atıyor, yediklerinin tadını anlatmakla bitiremiyordu.

Nihayet sıra Rakıya gelmişti. Sarp, rakının ya sulu, ya da susuz olmak üzere iki türlü içilebildiğini söyledi. Kendisi rakıyı susuz içiyordu. Sara’ya da öyle önerdi. Ama her iki şekilde de tadarak kendisinin karar vermesini söyledi.

Sara, rakı bardağını aldı. Önce bir kokladı. Burnuna gelen keskin anason kokusu onu bir hayli şaşırtmış olacak ki:

• Sevgilim bu koku anason mu diye sordu?

Devamı yarın