Gazi Öğretmenin mecmua çalışmaları ile ilgili anılarına biraz ara vererek tekrar okula ilk başladığı yıllardan günlüğündeki bir anısını anlatmak istiyorum:

Gazi Öğretmen okula başladığı sırada 28’inci Türkiye Cumhuriyeti hükümeti baştaymış…

28’inci İsmet İnönü hükümeti ihtilalden sonra kurulan Cemal Gürsel hükümetinden görevi devralmış, 26-27 ve 28’inci hükümetleri kurmuş 1961 yılında başlayan İnönü hükümetleri 1965 yılına kadar devam etmiş…

Gazi Öğretmen bu dönemde 1964 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne başlamış…

Neden Yüksek İslam Enstitüsünü tercih etmiş ve neden öğretmen olmak istemiş…

İmam Hatip Lisesini bitirmesine üç yıl kala Yüksek İslâm Enstitüsü’nün 1961’de hazırlanan ilk yönetmeliğinde okulun tanımı ve görevi şu şekilde belirlendiğini öğrenmiş…

Yüksek İslam Enstitüsü yönetmeliğinde şunlar yazılıymış:

“Yüksek İslâm Enstitüsü, İslâm dininin esaslarına sadık kalarak, müspet ilmin ışığı altında İslâm ilimlerini ve bunlara yardımcı bilgileri öğreterek, İmam-Hatip okulları ile ilköğretmen okullarına ve diğer orta öğretim müesseselerine öğretmen yetiştirmek ve aynı okullardaki din dersleri öğretmenlerinin meslekî gelişmelerine yardım etmek amacıyla Millî Eğitim Bakanlığı’nca kurulmuş bir yüksek okuldur.

Bu müessese Millî Eğitim Bakanlığı’nın ihtiyaçları dışında Diyanet İşleri Teşkilâtı’na müftü, vâiz vesaire gibi din elemanlarını yetiştirmekle de vazifelidir. Enstitü ayrıca, Türkiye’de İslâm ilimleri alanında araştırmalarda bulunmak ve araştırma neticelerini yurt ve dünya ilim âlemine sunmak amacıyla da görevlidir.

Okutulacak dersler şunlardır: Kur’ân-ı Kerîm, vücûh ilmi, tefsir, belâgat-ı Kur’âniyye, hadis, siyer, ilm-i tevhid, kelâm, İslâm hukuku, fıkıh ve usûl-i fıkıh, İslâm dini ve mezhepleri tarihi, mukayeseli dinler tarihi, İslâmî Türk edebiyatı tarihi, tasavvuf tarihi, ahlâk, İslâm felsefesi tarihi, mantık, İslâm tarihi, muasır İslâm ülkeleri tarih ve coğrafyası, Arap dili ve edebiyatı, dinî psikoloji, dinî pedagoji, İslâm sanatları tarihi, hitabet ve irşad, dinî mûsiki, yabancı dil (Almanca, Fransızca, İngilizce), inkılâp tarihi. ‘’

Bu yönetmeliği görünce Öğretmen olmaya karar vermiş, Yüksek İslam Enstitüsüne kaydolmuş…

Yeni okulunda yepyeni derslerle karşılaşmış...Anlamış ki çok ama çok çalışması gerekiyor…

Öğretim üyeleri seçkin kimselerden oluşuyormuş... Önceden adını duyup ama görmediği profesörler kendilerine ders veriyormuş...

Okulun ilk başladığı günlerde görmüş ki Dinî ağırlıklı dersler daha fazlaymış...

Kültür dersleri de küçümsenmeyecek kadar fazlaymış…23 çeşit dersleri varmış…

Zeki Sofuoğlu hocası Tefsir dersine girdiği zaman en çok Tefsir dersinden zorlanacağını anlamış. Kendisi yeni bir Kur’an tefsiri yazacağını, bu nedenle CELALEYN isimli tefsir kitabından sınavlarda sorumlu olacaklarını ve Enfal suresinden itibaren sınıflarının sorumlu olacağını söylemiş...

Sözlerinin devamında da Arapça ve harekesiz olan Celaleyn tefsirinin herhangi bir sayfasını açacağını, tercümesiyle birlikte bu sayfanın yanlışsız okunmasının gerektiğini, aksi takdirde bir üst sınıfa geçemeyeceklerini de sözlerine eklemiş….

Arapça dersine giren Ali Özek hocamız hiçbir öğrencinin Arapçayı ana dili gibi konuşmadıkça mezun olamayacağını belirtmiş...

İki bayan hocaları varmış. Biri İngilizce diğeri İslami Türk Edebiyatı derslerimize giriyormuş….

İngilizce hocası İngilizcedeki zamanların çok iyi öğrenilmesini aksi takdirde kelime ezberlemekle sınıf geçilemeyeceğini, İngilizce yazılmış bir kitabı eksiksiz tercüme etmedikçe bir üst sınıfa geçilemeyeceğini belirtmiş...

İslami Türk Edebiyatı öğretmeni Necla Pekolcay genç bir bayan öğretmenleriymiş...

Son sınıftaki bazı arkadaşlarından yaşça daha küçükmüş ve bekarmış...

İslami Türk Edebiyatı dersleri için yazılmış herhangi bir kitap da yokmuş... Konular da çok ağır ve zormuş….

Anlattıklarını not alıyorlarmış….

Babasının Hacdan getirip ağabeyi Hamdi Mert’e verdiği daktilo kendisinden bir üst sınıfta olan ağabeyinin dolabındaymış…Pek kullanmıyormuş... Bu daktiloyu almış ve Necla hocasının tutturduğu notları daktiloyla temize çekmeye başlamış...

Hocasının tutturduğu notların bir kısmı da Osmanlıcaymış….

Gazi Öğretmen hocasının tutturduğu notlara ek olarak anlattıklarını da not edip daktiloyla temize çekmeye başlamış...

Daktilo ’da hem Arapça hem Türkçe harfler varmış...Osmanlıcayı da Arapça harfleriyle yazıyormuş...

Yarıyıl döneminde yazdıklarını düzene sokmuş…

İkinci yarıyıl dönemi başladığı zaman tuttuğu notları Necla hocasına göstermiş…Necla hoca şaşırmış... “Bunları ben mi anlattım?…”diye sormuş...

Gazi Öğretmeni odasına çağırmış, yazdıklarını incelemiş…Öyle ki 15 dakika sonra başlayan derse de girememiş…

Gazi Öğretmen de derse girememiş...

Gazi Öğretmene demiş ki: “Bundan sonra anlatacaklarımı da aynı yöntemlerle not al, temize çek ve yıl sonunda bana getir…”

İkinci dönem daha bir özenle notlar tutmuş, temize çekmiş ve yıl sonunda Necla hocaya teslim etmiş…

Necla hoca Gazi Öğretmen için bir öğretim üyesi değil adeta bir abla olmuş...

Necla hoca İkinci yıl sonu ilaveler yaparak ve daha başka çalışmalarını da ekleyerek İSLAMİ TÜRK EDEBİYATI adını verdiği iki ciltlik eserini basıma vermiş...

Tashihlerini yapmak da Gazi Öğretmene nasip olmuş ve iki ciltlik çok güzel bir eser ortaya çıkmış…

Gazi Öğretmen bu anısını hiç unutamıyormuş...

Gazi Öğretmenin okul içi faaliyetleri yıllar içinde devam ederken İslam Medeniyetine gelen soruları cevaplandırabilmek için de büyük bir gayretle çalışıyormuş...

Daha sonra profesör olan ve o sıralarda Tıp fakültesi öğrencisi olduğunu yazan Alpaslan Özyazıcı isimli okuyucudan gelen bir soru Mevlâna ile ilgiliymiş...

Mektupta diyormuş ki; “Mevlâna kuyumcu Selahattin’in cenazesini niçin çalgıyla teşci etmiştir? Meclisimize Allah yağıyor demekle neyi kastetmiştir?”

Gazi Öğretmen bu soruya ne cevap vereceğini şaşırmış...

Büyük sınıflardaki ağabeylere, samimi bulduğum hocalarına sormuş... Hiç kimse bu soruya tatmin edici bir cevap verememiş…

O günlerde Konya müftüsü Sayın Tahir Büyükkörükcü imiş...

Kendisine özel ulakla mektup göndermiş, sorunun cevabını sormuş…Kısa bir zaman sonra mektubun cevabı gelmiş. Kaynak göstererek sorunun cevabını dergide aynen yayınlamışlar...

Gelen soruları cevaplamakta gerçekten zorlanıyormuş…. Ama bir yola girmiş, bu yolda başarı ile yürümek zorundaymış…

Her ay değişik konularda 10’larca soru geliyormuş... Soruların ağırlık noktası dini ve milli konularmış...

Her mezhepten insanlar kendi mezhebinin görüşleri yanında diğer mezhep imamlarının o konudaki görüşlerini de soruyorlarmış...

Soruların cevabını hazırladıktan sonra bu konuda uzman olan birilerine doğruluğunu onaylatması gerektiğine inanıyormuş….

Öğrenci olduğu için soru – cevap konusunda hiç deneyimi de yokmuş...

Verilen cevapları neredeyse bir fetva niteliği taşımalı ve Diyanet İşleri Başkanlığının fetvalarına ters düşmemeliymiş...

Aklına Enstitünün Dekanı merhum sayın Ahmet Davudoğlu hocası gelmiş…

( devam edecek )