2011 yılında Kaddafi’ye karşı başlatılan NATO operasyonu ve sonucundaki hazin ölümüyle birlikte Libya karışıklıkların adresi olmuş, farklı ideolojik düşüncelerin harmanlandığı kargaşa bölgesi haline gelmiştir. Günümüze kadar olan süreçle yansımalarını ve dünya ülkelerinin bölge hakimiyeti adına Doğu Akdeniz’de rant kazanma çabasını; haklı haksız ve hukuksuz, diplomasiye aykırı tavırlarını görmekteyiz.

Birleşmiş Milletler'in varlığının resmi olarak kabul ettiği Ulusal Uzlaşı Hükümeti ve General Hafter’in çatışma halinde olduğu Libya‘nın sahasına baktığımızda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere'nin herhangi bir askeri varlığını görmemekteyiz. Bununla birlikte öne çıkan ülkeler Suudi Arabistan, Mısır, Rusya ve Fransa Hafter’e destek verenler olarak sahada yer alıyor. Bu tablodan hareketle saydığım aktör devletlerin bölgedeki tutumu ile Libya'nın kaderi şekil alacak. Ek olarak Türkiye’nin sahaya Serrac hükümetinin yanında olarak girmesi dengeleri değiştirdi. Türkiye, uluslararası hukuku ve diplomasiyi baz alarak yapmış olduğu girişimlerle Hafter'e destek veren ülkelerin hedeflerini ve hedeflerine ulaşma konusunda garantörlük sağlayan ABD ve İngiltere’yi yeni kurgusal planları oluşturma konusunda düşünmeye itti.

Deniz Yetki Anlaşmasıyla sahada etkin rol alan Türkiye, bölgede uluslararası hukuka ve diplomasiye uygun olarak faaliyet gösteren tek ordu. Eğer başarılı adımlarımız olmasaydı Hafter ve Milis Güçleri bölgeyi kendi istedikleri gibi yönetecek ve sahada yer alan aktif oyuncuların çıkarlarına yönelik hareket edeceklerdi. Suudi Arabistan, Mısır, Libya gibi görünürde bağımsız ama arka planda bölgeye yakın olmayan Amerika, Rusya ve İngiltere’nin temsilciliğini yaptığı ülkeler bizi çoklu hakkımızın yanında az bir bölgeyle yetinmemizi isteyeceklerdi. Türkiye buna izin vermedi.

Libya’da iç savaşın sürdürülebilir olmasını isteyen hatta iç savaşın başlamasında başrol oynayan batı ülkeleri Türkiye’nin varlığını askeri ve diplomasi ayağını köreltecek, hırpalayacak söylemler ve içi boş açıklamalarla başta Mısır ve Yunanistan olmak üzere bölgede yer alan diğer ülkeleri kışkırtma hareketi yoluna girdi.

SİSİ’NİN ASKERİ MÜDAHALE TEHDİTİ..
Geçtiğimiz günlerde Sirte ve Cufra için ‘kırmızı çizgimiz’ dediği ve Libya’daki kabile ve aşiretleri eğitip silahlandıracağını belirten Sisi sınıriçi veya sınırdışı herhangi bir görev ve yardım için hazır olduğunu söylemişti. ’’Libya’yı Libyalılardan başka kimse savunmayacaktır’’ ibrasenin altını çizen Sisi, siyasi kriz yaşayan bölünme aşamasında olan ülkelere askeri yardım talebinde bulunurken, kendini ‘’batıcılık oyununa’’ fazla kaptırmış olmalı ki söz ve söylemlerinden batı esintisini buram buram hissettiriyor.

Tarihi sorumlulukları olan Arap ülkelerinin askeri ve dış müdahale kapılarını açmak yerine yaşanan kriz ve iki fraksiyondan oluşan bölünme tehditine karşı olan Libya’ya siyasi müdahalede bulunmaları en doğru çözüm olacaktır. Nitekim Arap Dünyası'ndan Sisi’ye bu konudaki tepkiler gecikmedi ve Tunus, Fas, Cezayir, Moritanya ve Libya’nın oluşturduğu Mağrip Arap Alimler Birliği Hafter'i desteklemenin olumsuz yansımalarından Sisi ‘nin sorumlu tutulacağını bildirdi.

Yunanlar "Denizde" yüzmeyi unutmuş gibi..

Kışkırtma silsilesinin diğer rolü de Yunanistan’a düştü. Türkiye’nin Doğu Akdenizde ki varlığını provokatif faaliyetler olarak algılayan Yunanistan, Türkiye’nin hamlelerini agresif olarak nitelendirmişti. Devam eden açıklamalarda Türkiye’nin agresif davranışlarına karşı diplomatik silahlar, askeri müdahaleler ve ordusunun caydırıcılık kapasitesini arttırmanın doğru olduğu ,gerekirse Türkiye ile çatışmaya girebileceğinin vurgusunu yapmıştı. Aklıselim olmayan, küstah açıklamalardan bir süre sonra Avrupa Birliği ile yaptığı görüşmeler ve olası çatışmanın doğuracağı sonucu doğru tahlil etmesi üzerine, bölgede Türkiye ile yaşanacak sıcak bir olayın iki tarafında isteyeceği son şey oluğunu söyleyerek dünyaya ilan etti. Oysa; geçmişte Yunanlara denizde yüzmeyi öğreten Türkiye bu talebe karşı tekrar öğretmeye hazırdı.

Libya’nin kaderi Suriye’ye benzer mi?

Ortadoğu’da dengeleri değiştiren, yeni dünya düzenine adım olarak tasarlanan olayın başlangıcı kuşkusuz Arap baharıdır. Bölgenin zaafları kullanılarak oluşturulan diktatör algısı ve baskısı, halkın ekonomik ve sosyal sıkıntıların demokrasi ile taçlandırılacağı bahane edilerek düzen, kültür, gelenek ve tarihleri bölgeyi tahrip eden bir olaydır.

Bilindiği üzere en bariz örneği; toprağı yabancı misillerin cirit attığı adeta anonim bir devlet olan Suriye’dir. Arap baharı; kurgusal plan, evangelistlerin dini hedeflerinin bölgedeki zengin petrol rezervlerinin ve Ortadoğu’da baskın güç haline gelme isteğinin Rusya’nın bitmek bilmeyen sıcak denizlere inme hevesinin ürünü olarak ortaya çıkan bir kader oyunuydu. Bu oyunun ileri seviyesi Libya üzerinden devam ediyor. Kaddafi’den sonra Libya Irak kadar olmasa da artık geleceği Suriye’yi andırmaya başladı. Elindeki imkanlar dahilinde de Türkiye’nin buna izin vermeyeceğini taviz vermeyen hamleleriyle görebiliriz.

Libya konusu kolay kolay bitmez. Bir sonraki yazımda; Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki rolü ile ilgili görüşlerde bulunacağım.

Dünya gözüyle görebileceğiniz mutlu günler dilerim..