Kimi aydınlarımızca İstanbul?un fethi; bayağı isteklere zebun olmanın haksız bir sonucu diye gösteriliyor. Kuru bir toprak zaptı şeklinde algılanıyor. ?Kâfirlere ait toprakların ele geçirilmesini hak görme ? nin bir neticesi şeklinde yorumlanıyor. ?Gaza geleneği? küçük görülerek bunun ?Övünç sebebi? sayılmasıyla adeta alay ediliyor. Bu zihniyetin icbar ve zorlamasıyla İstanbul?un alınmasının gerçekleştiği nazara veriliyor. Oysa her harekete geçiş; bir düşünce, bir tasavvur ve bir tahayyülün, bir manevi muharrikin / harekete geçiricinin harekete / devinime geçirmesiyledir. Bu arka plan nazara verilmedikçe; olayların çıplak ve olduğu gibi görünmeleri; her türlü saptırmaya uygunluk arzeder. Zahiren çirkin bir manzara oluşturan olayların güzelliği ancak gayesinin bilinmesiyle tasvip edilir ve kabul görür hale gelir. Evet mes?elelerin ancak arka vechini, arka yüzünü bilmek, görmek ve anlamakla gerçeğin anlaşılması mümkün ve olasıdır. Her şeyde olduğu gibi ?İnneme?l ? a?malü bi?n ? niyyat? / ameller, işler niyet ve maksatlara göre değer kazanır veya kazanmaz. Tarih olaylarında ma?şeri vicdanın / toplum vicdanının keyfiyet ve nasıllığı bilinmesse hadise ve olayları izahta zorlanırız ne kelime; altından kalkamıyacağımız gibi geçmiş ve şimdiki zaman insanlarına bunun manevi hesabını da veremeyiz. Unutmayalım ki, siyasi, ahlaki, içtimai odaklanış noktalarını göstermedikçe, tarihimizi / geçmişimizi ve kendimizi asla temize çıkaramayız. Evet Osmanlı?nın gaza ruhu, şehitlik rütbesi ve zamanın cihad anlayışı görmezlikten geliniyor veya gelinmek isteniyor. Halbuki insanlar toplum içinde nasıl ki, muayyen ve belli mevki ve makamlar için, medeni ölçüler çerçevesinde tatlı ve heyecanlı bir yarışın içindedirler. Milletler de, dünya milletler camiası arasında birbirleriyle yarış halindedirler. Fakat bu galibiyet ve birbirine üstün gelme yarışı çok zaman; gaddarane bir şekilde, zulümle ve haksız tecavüz, saldırı ve baskınlar tarzında kendini göstermiş; ne acıdır ki bugün de göstermektedir. Çok zaman sonuca kan akıtarak, kırıp dökerek, ortalığı harabeye çevirerek gidilmiş ve bugün de gidilmektedir. Lakin Osmanlı?nın fetihleri, kuru bir kavga için değildi. Sırf başkalarının topraklarını ele geçirmek için yapılmamıştı. Çanı susturmak , inançları zorla değiştirmek yahut onları yok etmek için hiç değildi. Kaderin sevkiyle yurt tuttukları bu topraklardan daima atılmak istenmelerinden ötürü, ya meşru yollardan gelişmesi, büyümesi , hasım ve düşmanlarını caydırıcı bir hal alması lazımdı. Ya da onların binbir hile ve desise ve saldırıları sonunda, ortadan kalkmaları gerekecekti. Osmanlı Devleti?nin gaza etmesinde, şehit düşmesinde, ileri, daima ileri gitmesinin temelinde hayat ? memat / ölüm - kalım mes?elesi vardı. Çünkü kendisine hayat hakkı tanınmak istenmiyordu. Öyleyse bu amacı güdenleri, daha işin başında tesirsiz ve etkisiz bir hale getirmek lazımdı. Onların meş?um / uğursuz düşüncelerini hayata geçirmelerine asla fırsat vermemeliydi. Düşmanca faaliyetlerini akamete uğratmalıydı. Osmanlı fütuhatının / fetihlerinin hikmeti; işte bu meşru müdafaanın en güzel bir şekilde yerine getirilmesinden başka bir şey değildi. Şehzade Mustafa?nın veciz bir ifadeyle dediği gibi, en iyi müdafaa taarruzdur. Yani seni yok etmek için hazırlanandan evvel davranmak; ona saldırı ve baskın fırsatını zinhar vermemektir. Çünkü baskın basanındır. Ama bu meşru / doğru ve haklı olan nefsi müdafaa ve savunma vazife ve görevini yaparken Osmanlı; karşısındakilerin hep yapageldiği gibi, hatta bugün bile bundan hiç geri kalmadıkları misillü, gayri insani / insanlık dışı menfi / olumsuz bir anlayış ve davranışın içinde hiçbir zaman olmadı. Sivil insanları hedef almadı. Kadına, kıza, çoluk çocuğa, ihtiyara, din adamlarına kat?iyyen dokunmadı. Irzlarına, namuslarına ilişmedi. Onlara yan gözle bile bakmadı. Yakıp yıkmayı aklından dahi geçirmedi. Sadece kendileriyle çarpışan askerlerle vuruştu ve savaştı. Onların yaralılarına, aman dileyenlerine; kısaca sivil ahaliye asla ilişmedi. Onlara ne maddi zarar verdi, ne de onların maneviyatlarını zedeliyecek bir tavır sergiledi. Yani halka hiçbir şekilde dokunmadı, onların ne canına, ne malına, ne ırzına, ne namusuna ve ne de inancına; en ufak bir gölge düşürmedi. Bunun böyle olduğu, tarih sahnesinden çekilirken şanlı Osmanlı Devleti; otuzu aşkın devletciğin bünyesinden çıkmasıyla sabittir.