Dört şeyin küçüğü olmaz: Yangın, Düşman, Borç ve Hastalık. Türkiye’de bir yangın var! Terör yangını. Asla küçümsenemez, hafife alınamaz. Yangın bir kıvılcımla başlar ama -söndürülse bile- sonuçta büyük tahribat yapar.
Halkımızın yüzde doksan beşinden fazlası böyle bir yangın istemiyor; fakat çok küçük bir grup, -maalesef- yangına körükle gidiyor. Başı çeken bu grup ne yazık ki, aydın geçinen bir kısım, güya okumuş zümre! 
Gerçek ilim sahibi olmayan; sadece edindikleri yanlı malûmatın etkisiyle hareket eden bu kişiler; vatan, millet, devlet, bayrak, din vb. gibi temel konulara bakışlarındaki yanlışlık sebebiyle Türkiye’nin başını ağrıtmaya devam ediyor.
Bütün bunlar, üç büyük düşmanı tam teşhis edememekten ileri geliyor: Bilgisizlik, İhtiyaç ve Anlaşmazlık. Bilgisizliği bilimle, İhtiyacı sanatla, Anlaşmazlığı birlik ve beraberlik silâhı ile alt etmemiz lâzım. 
Fakat hepsinden önemlisi, en büyük düşman olan bilgisizliğimizdir. Çünkü ilim; kuru malûmat olmadığı gibi, çok şey bilmek de değildir. Aksine az bildiğini tam manasıyla anlamak ve idrak ederek, bildiğinin bilinç ve şuurunda olmaktır.
Bir yazarımızın terör mes’elesini, ille de “Kürt Sorunu” sayarak: “Bu iki milleti zorla bir arada tutmak için niye bu kadar çaba sarfediyorsunuz? Zorla güzellik olmaz. Bırakın iş olacağına varsın!” anlamında yazılar yazarak; Türkiye’yi sarsacak ve telâfisi imkânsız sonuçlara götürecek ve tehlikeli bir karışıklığa sürükleyecek görüşü, devlete çıkış yolu diye göstermesi, çok acı olduğu kadar; tarih, dil ve din bilgisizliğinin de somut bir göstergesidir.
Yine bâzı yazarlar, gönüllerinde yatan ayrılıkçı istekleri “köklü çözüm, siyasî çözüm, demokratik çözüm” gibi, ilk bakışta ne anlama geldiği belirsizlik arz eden mefhum ve ifadelere büründürerek, kapalı bir şekilde dile getiriyorlar.
Oysa bütün bunlar soyut olarak, tek başına düşünüldüğünde doğru gibi sanılan, fakat tatbikinde memleketi parçalanmanın eşiğine götürecek olan hususlardır.
Bu şekil tarz “herkesi sersem, âlemi kör” sanmaktan kaynaklanan ve milleti gerçek mânada anlamamış olan kimselerin, bir başka cehâlet örneği sergilemesinden başka bir şey değil.
Halbuki sorun, hiç de o kadar basit görülmemeli! Çünkü, adam kendine göre sözde bayrak edinmiş, -Avrupa’da- sözde parlâmento kurmuş, sözde TV yayınına kavuşmuş, -yurt dışında- emirlerine âmâde kamplarda, kandırılmış zavallı gençlerimize askerî eğitim verir hâle gelmiş!
Artık ne iş istiyor ne aş; hattâ ne Özerklik ne de Ayrıcalık. Takke düşmüş kel görünmüş!
Adamlar düpedüz devlet olacağız diyorlar! Bunun hayali içinde yanıp tutuşuyorlar!
Bütün bunları görmezden gelerek “Köklü çözüm lâzım!” Diyenler; yukarıdaki istek peşinde koşanların ekmeğine yağ sürmüş olmuyorlar mı?
“Cehlin bu mertebesi sehl (kolay) olmaz!” demekle beraber, biz yine bu tasvip edilemez düşünceleri bilgisizliklerine vererek; bir gün uyanacaklarına ve hakikati göreceklerine inanmak istiyoruz.
X
Söz, terör konusunda bilgisizlikten açılmışken somut bir misal vererek; teröre sempatizanlığın nasıl bir bilgisizliğe dayandığını göstermek istiyorum:
Van şehrinin yaslandığı, haşmetli Erek dağının arka yamaçlarında yer alan bir köyün kenarında aile fertleriyle piknik yapan (…) Hanım; mutâdı veçhiyle / her zaman yaptığı gibi, köy kadınlarıyla sohbet eder, hâl hatır sorar.
Yalçın kayaların üstünde küçük bir köy olmasına rağmen; okulu, elektriği, suyu, telefonu ve yolu olan köyden bâzı kadınların; bölücü zihniyetin bilinçsizce kurbanı olduklarını esefle görür.
Hele içlerinden çok ateşli, yeni gelin olduğu her hâlinden belli olan bir kadının, PKK’lı oluş sebebini sorduğunda aldığı cevapla; milletin aldanış nedenlerinin hangi vahîm boyutlarda seyrettiğine ve baş etkenin nasıl koyu bir bilgisizlikten kaynaklandığına üzülerek şahit olur.
Efendim, kocası Batman’da İmam olan kadın, kalabalık bir aileye gelin olmuş. Aile fertlerinin buyrukları altında ezilmekte, her işe koşturulmaktan yorulmakta, hem evde hem ev dışında -bütün gününü alan- bu yoğun şartlar onu hayattan bezdirmekteymiş.
Bu yüzden bütün umudunu devletin yıkılışında görüyormuş! Kurulacak Kürt Devleti’nin; ona daha rahat bir hayat sağlayacağının hayâli içindeymiş!
Gerçi (…) Hanım, onun bu hâlinin devletle mevletle bir ilgisi bulunmadığını; bunun bir aile mes’elesi olduğunu; ille de bir suçlu arayacak olursa, bunun; kendisini öyle bir yere gelin eden babasını sorumlu tutması gerektiğini söyleyip durmuşsa da, gelini ikna etmek ne mümkün?
Yine seçim vesilesiyle Güneydoğu’da en ücra köylere kadar gidip görenler soruyor: 
Bazı kadın ve hattâ çok küçük yaşlardaki çocukların, parmaklarıyla yaptıkları zafer işaretleri neyin nesi? 
Acaba bir şuurun mu eseri?
Şüphesiz o masum yavrularımız ve o mübarek kadın ve analarımız  -inanın- yaptıklarının gerçek anlamda, ne farkında ne de şuurundalar.
“Sebep olan yapan gibidir.” Hükmünce asıl suçlular; onları yönlendiren ve hain emellerine âlet edenlerdir.
Velhasıl gerçek mânâda bilgilenmek hem üstünlük, hem de kurtuluşun ta kendisidir.
X
“Hel yestevi’llezîne ya’lemûne v’ellezîne la ya’lemûn.” 
“Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer: 9)
Bir olmuyor vesselâm.