Atatürk, Büyük Nutku'nda bağımsızlıktan ve Cumhuriyetten "en büyük hazine" olarak bahseder ve güvendiği Türk gençlerine bu "en büyük hazineyi" emanet ederken "gelecekte de, seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyen iç ve dış düşmanlar bulunacaktır" sezgisi ile gençliği uyanık olmaya davet eder. Bugün, Anavatan'da olduğu kadar KKTC'de de "bağımsızlık ve Cumhuriyet" denilen hazinelerin değerini bilmeyen, bunların şahsi çıkarlar için başka şeylerle takas edilebileceğini sanan kişiler türemiştir. Bunları bu yönde tahrik ve teşvik eden dış kaynaklar hem Türkiye'de hem de KKTC'de etkin rol oynamaktadırlar. Anavatan Türkiye güçlü bir dünya devleti olarak bu tehlikeleri, Atatürk'ü yaşayarak ve yaşatarak, göğüsleyecek durumdadır. AB bu nedenle Türk ulusuna "AB üyeliği koruduğunuz ve inandığınız Atatürk ilkeleriyle bağdaşmaz; Atatürk ilkeleri AB normlarına uymaz. Bunlardan vazgeçmelisiniz" demektedir. Lozan Antlaşması ile varlığını, bağımsızlığını ve egemenliğini bütün dünyaya kabul ettirmiş olan Türkiye'nin bağımsızlığında gözü olanlar, Sevr antlaşmasını hortlatmak istiyenler AB'nin içinde toplanmış bulunan 1920'lerin emperyalistleridir. Bunu unutmamak gerekmektedir. Ayni emperyalist güçler Kıbrıs'ta "bir avuç azınlık" olarak gördükleri Kıbrıs Türklerinin 42 yıl direnişinin sırrını çözmüşlerdir. Bunları Türkiye'den ayırmak derde deva olacaktır. Türkiye bunları desteklediği, bunlar da kendilerini Türkiye'den "ayrılmaz, kopmaz" bir parça, "et ve tırnak" görüp Atatürk'ün ilkelerini benimsedikleri sürece Kıbrıs'ı İslam alemine karşı bir Hıristiyan kulesi yapmak projelerini uygulayamayacaklardır. O halde, Türkiye'yi adadan söküp atmak gerekmektedir. Yıllarca içimizde bir avuç bahtsız insana "Türkiye aleyhtarlığı" yaptırmış olmalarının esas nedeni budur. Yıllarca Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs'ın tümünü kendine mal etmek siyasetini (ve bunu elde etmek için yaptıkları herşeyi) gördükleri halde bunu görmezlikten gelerek "Kıbrıs'ı birleştirme, bütünleştirme" adı altında Türklere yapılan haksızlığa ve barbarlığa göz yummaları da bundandır. Bu nedenle Kıbrıs meselesi Türkiye'nin AB yolunda bir engel, Türkiye'yi Sevr ölçülülerine indirmek için bir mazeret ve fırsat olarak kullanılmaktadır. Bu nedenledir ki Kıbrıs'ta Türkiye-KKTC bağlarını "çözmek", Türkiye'yi Sevr yoluna çıkarmak için bir başlangıçtır. Çorap söküğü Kıbrıs'tan başlatılacaktır çünkü Türkiye Kıbrıs'ta en haklı ve en güçlü bir durumdadır. Bu nedenledir ki Türkiye'nin bağımsızlığına göz dikmiş olanlar , Türkiye'nin 22 yıldır, tüm engellere ve tehditlere rağmen, tanıdığı ve desteklediği KKTC'nin bağımsızlığını inatla ve ısrarla tanımamak siyasetini sürdürmektedirler. Avrupa'da meydana gelen etnik kavgaların hal çaresini ayrılıkta bulan Avrupa , Kıbrıs'taki kanlı gerçekler karşısında, hal çaresini "birleştirmekte, bütünleştirmekte" bulmaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde yapılmayanı - iki milletten tek millet yaratmak becersini - Kıbrıs'ta, (hem de milletlerden bir tanesinin diğerini yok etmek siyaseti bukadar belirgin bir hal aldığı halde - bu "olmayan ve olmayacak" sonucu elde etmek için uğraşmaktadırlar. Niye? Çünkü ta başlangıçtan siyasetleri Kıbrıs'ı Yunan'a vererek burayı bir Hıristyan Kalesi haline getirmektir. 1960'da yapılan ve BM tarafından da kabul edilmiş olan Uluslararası Antlaşmalarla Türk tarafına verilmiş olan haklar bunlara göre birşey ifade etmemektedir. 30 küsur yıl BM Güvenlik Konseyinin murakabesinde bulunan kanlı bir ihtilafı, ikiye bölünmüş bir adayı, iki halkın ortaklığıyla var olabilen "Kıbrıs Cumhuriyeti" sanki hala bir bütünmüş ve varmış gibi üye kabul etmeyi "barışa ve demokrasiye hizmet" addetmişlerdir. Türkiye'nin "ben Kıbrıs Rum idaresini meşru hükümet olarak tanıyamam" demesi AB indinde Türkiye'nin AB'ne üyeliğini aksatacak bir hata, Kıbrıs Türklerinin eli kanlı toplu mezar yapımcılarını tanımaması "cezlandırılması gereken bir suç" ve "uzlaşmazlık" addedilmektedir. Türkiye'den olmamış "ermeni soy kırımı için özür dile, tazminat öde" diyecek kadar gözleri kararmış olan bu insanlar, Kıbrıs'ta 1963'den 1974'e kadar Rum'un Türke yaptıklarını görmezlikten gelmektedir. Bu da yetmemiş, BM Güvenlik Konseyince onaylanmış olan bir ara bölgenin varlığına, 1975'de anlaşma ile yapılmış olan nüfus mübadelesine, iki kesimlilik anlaşmalarına rağmen AİHM Rum'un mal-mülk hakkının kâhyası olabilmekte, iş Türklerin benzer haklarına gelince Rum'un "tazminatlar uzlaşmadan sonra" diyen yasaları geçerli sayılmaktadır; Kayıplar konusunda Rum'un AİHM'ne müracaatı geçerli, Türk'ün yaptığı müracaat "zaman aşımına uğramıştır" diyerek reddi AB'nin bize vereceği "hak ve adalet"i göstermektedir. Niye? Çünkü Rum "meşru hükümettir". Neye dayanarak bu iddiayı yapmaktasın sorusu Rum'a sorulmamakta, gözler ve kulaklar kapalı Türk tarafından bu haksızlığa boyun eğmesi beklenmektedir. Niye? Çünkü 42 yıldır kendi kendini idare etmek becerisini göstermiş bir halk olarak 22 yaşında halkın iradesi ile ilan edilen Cumhuriyetimize ve bağımsızlığımıza ölesiye sahip çıkacağımıza inanmıyorlar. "Bunları Türkiyeden ayırırsak iş tamamdır" diyorlar. Türk gençleri! Atatürk'ün "en kıymetli hazine" diye tanımladığı bağımsızlığına ve Cumhuriyetine sahip çıkmazsan bu hazineyi kaybedeceksin. Bu hazineyi kaybedenlerin hali köleliktir, yok oluştur. Kendine gel ve diril! AB'nin sana vereceği hiç birşey kayıb edeceğin bağımsızlığın ve Cumhuriyetin yerini tutmayacaktır. KALICI anlaşma istiyorsan bunun temelinde KKTC var olmalıdır. Bütünleşmenin yolu ayrılığı kabulden geçer. Devletinden vazgeçerek bütünleşmenin adına OSMOSİS derler. Bu da yok oluştur ve Papadopullos Kıbrıs meselesinin OSMOSİS yolu ile kendiliğinden halledileceğini BM Genel Kurulunda dünyaya duyurmuştur. Niye? Çünkü buradan "bütünleşme, uzlaşma isteriz" sözlerinden öteye ses çıkmamış, istenilen uzlaşmanın ve barışın temelinde KKTC'nin var olacağı söylenmemiştir. Ayağa kalkıp haykırmak zamanı şimdidir: EN KIYMETLİ HAZİNEMDEN FEDAKÂRLIK YAPMAYACAĞIM. DÜNYALARI VERSENİZ DE ŞEHİTLER DİYARI KIBRISIMDAN VAZGEÇMİYECEĞİM. BU ADANIN TÜRK SAHİLLERİNE DÖNÜK BİR YUNAN-RUM HANÇERİ HALİNE GETİRİLMESİNE ASLA RAZI OLMAYACAĞIM.