Günü hangi sokakta hangi uçurtmanın, topun, çemberin peşinde yahut bilyalının sırtında tüketirsek tüketelim, gecelerimiz nur gibi ay ve parıl parıl parıldayan yıldızlarla aydınlanır, sofralarımıza gaz lambalarımızın şavkı düşerdi. Hayatımızda televizyon ve türevi aygıtlar bulunmadığı için tüm zamanımızda özgürdük ve akşamdan sonra da sokakta oyunlar yeniden kurulup çocuk sesleri semaya yükselirdi. Bu yüzdendir ki biz yıldızların varlığından ve parlaklığından haberdar bir nesiliz.
Günü hangi yorgunluk yoğunluğunda tamamlarsak tamamlayalım, benim için yeni gün annemin lâtif bir tonda “Hay Mustafa” diye çağırmasıyla başlar ve konu komşuya benim ikinci defa çağırmaya gerek kalmadan uyandığımı, marifet namıyla anlatırdı. İşte öyle bir gün yer yatağımın yanında dizleri üzerine çöküp hafifçe üzerime eğilerek “aman uyanıvermesin” dercesine, hafif bir tonda “Hay Mustafa” diye seslendi. Gözlerimi açtığımda tavanı örten tahtalardan önce annemin şefkatli gözleri ve suretiyle karşılaştım. Ortalık alacaydı, daha aydınlanmamıştı; bu saatte ne olmuştu da uyandırılıyordum acaba?
“Ben dün Nazire abladan süt istediydim. O da Mustafa’yı sabah erkenden sütçü gelmeden yolla da vereyim dediydi. Haydi, gidip al da gel de yoğurt çalayım”
Gözlerimi pencereye çeviriyorum; karanlıkta titreyen dut ağacının dallarının raksı perdede oynaşıyor, Karagöz Oyunu misali.
“Sabah olsun, gideyim, daha karanlık” diyorum. “Ahır işi bu zamanda görülür, aydınlanmaya kalmaz” diye ısrar ediyor.
Bu saatte komşu kapısı çalmaktan ben ne kadar tırsıyorsam annem geç kalacağımdan o kadar emindi ki hemen gitmeliydim! Tek çare bir an önce yola koyulmaktı. Üzerimi giyinip daha ezanlar okunmadan elime kovayı alarak yola düştüm.
Şehri yıldızlar aydınlatıyordu, elektrik direkleri henüz mahallemizi teşrif etmemişti. Soldaki Mevlit ağa ve sağdaki Müzeyyen ablaların evinden ötesi bazen futbol sahası, bazen tezek tarlasıydı. Habip ağanın bağından aşan iki köpek önce şaşkın şaşkın bana bakıp sonra birbirleriyle göz göze geliyorlar. “Ellemeyelim gitsin” demiş olmalılar ki bana sataşmak yerine tarladaki öteberiyi koklayarak aranıyorlar.
Ramis amcaların evi sokağın sonunda; tahta kapıya ürkek yumruklarla vururken içimden hâlâ “Bu saatte komşu mu uyandırılıyor?” diye söyleniyorum. Acaba onlar da ben gibi mi düşünüyorlardı?
Nazire abla hayattan “Kim o?” diye seslenince “Benim, Mustafa… Annem süt almaya yolladı” diye karşılık verdim.
Kapı açıldı ve sokak mütebessim bir çehre ile aydınlandı. “Hoş geldin Mustafa, buyur gir. Daha inekleri sağmadık” dedi. Elimdeki kovayı uzatıp “O halde ben içeri girmeyeyim, siz ayırın, ben sonra gelir alırım” diye karşılık verince kapıyı biraz daha açıp ses tonunu da yükselterek “Burası yabancı yer mi Mustafa, gir içeri! Bir daha gelip gidip niye yorulacaksın? Çekinme!”
Ayakkabı ile dolu taşlıktan aşıp ürkek adımlarla mabeyne girdiğimde odanın kapısını da açıp “Burası serin olur, üşüme, içeri gir” diyor. “Ben burada beklerim” desem de “Onlar da senin kardeşin” diyerek bütün samimiyetiyle odaya alıyor beni. Pencerenin kenarında Ramis amca elinde tespih zikir halinde… Dili fısırtılarla duadayken başıyla hoş geldin işareti yapıp yataklar arasında oturabileceğim münasip bir yer işaret ediyor. Bir köşede Nafiz, diğerinde Bayram ağabeyler, aralarında Rahmi ve Fehmi uykunun son demindeler. Şu kenardaki bebeklerden de biri Yasin diğeri Nazife olmalı. Dışarıdan Nazire ablanın talimat tonunda seslenişlerinden de anlaşılıyor ki evin eli iş tutan kızı Muhteber annesiyle birlikte güne erken başlamış.
“Muhteber, çayı ocaktan indir, demini koy… Muhteber, ocağa yumurtaları koy, haşlansın… Muhteber, siniyi hazırla… Muhteber, abilerine ibrik götür.” Ocak dediği tüpgazlı değil, hepimizde olduğu gibi bahçede çalı çırpı ile yanan en doğal ocak.
Arada bir içeri giriyor Nazire abla ve oğullarına sesleniyor “Hadi kalkın, sabah oldu, misafirimiz var!”
“Misafir sözcüğünü” duyan Nafiz ağabey gözlerini açmadan hayretle karışık soruyor “Bu saatte ne misafiri?”
Çok haklıydı ama gözlerini açıp odanın gerisinde beni görünce “Anaa! Sen miydin Mustafa? Hoş geldin” diyerek doğruluyor yatağından. “Annem sütçüden önce git, diye tutturup erkenden yolladı…” derken sözü ağzımdan alıyor “İyi yapmış valla. Ben diyorum önce konu komşuya ayırın diye ama sütçü gelince telaştan ayıramıyorlar.”
Sonra Bayram ağabey ve diğerleri aynı hayret bakışlarıyla gözlerini açıyor. Yataklar toplandıktan sonra oda hızlıca süpürülüp güne hazırlanıyor. Leğen ve ibrik odanın gerisinde hazır. Sofra bezi serilip sini getirilirken ben toparlanıp ayaklanmaya çalışınca yekunu birden “Olmaz otur hele” diye çıkışıyor. Nazire abla “Sana da yumurta haşladık, bardak koyduk, soframız hazırken gidilir mi hiç?” diyor. El sofrası değil, komşu sofrasıydı bu.
Süt kovasını alıp yola düşerken “Yine gel” diyenlerin samimiyetinden asla şüphem yoktu. Gün ağarmış yıldızlar çekilmişti. Annem beni erken gönderdiğinin farkındaydı ama durumu idare edebilmek için beni “Çok mu bekledin?” diyerek karşılıyor. “Çok erken gittiğim için çok beklemem gerekti” diye karşılık veriyorum. “Üşündün mü, bu zamana kadar ne yaptın?” diye sorarken sokakta bekletildiğimi düşünmüş olamazdı. “Kahvaltı yaptık, çay içtik. Misafir halleri işte” demek en iyisiydi.
Bugünlerde Kovanağzı ve havalisinde kent fiziki olarak dönüşüyor da komşuluk kültüründeki seyrimizin akıbeti ne durumda acaba?
**
DEPREMİN YAKTIĞI YÜREKLER
Kahramanmaraş merkezli depremin oluşturduğu tahribat ve can kaybı, deprem kuşağında yer alan ülkemizde bir kez daha yürek yangınlarına sebep oldu. Yaz döneminde ziyaret ettiğimiz Hataylı dostlarımızla, birkaç ay önce Konya’da misafir ettiğimiz Kahramanmaraşlı ve Adıyaman’da yaşayan arkadaşlarımızla depremin ilk günü, hatlar devre dışı olduğu için telefonla irtibat kuramadık. Böyle bir durumu Marmara depremi sırasında da yaşamış, gazetemizde staj yapan Kadıralı Esra’dan birkaç gün haber alamamıştık da Esra’nın akledip “Ben iyiyim, merak etmeyin” diyerek açtığı bir cümlelik telefon arkadaşlarımız arasında bayram tesiri yapmıştı.
Elbette devlet kurumları ve halkımız el ele verip yaraları en kısa zamanda saracaktır ama her yaranın başkalarına görünmeyen yüzleri de vardır. Allah deprem bölgesindeki bütün halkımızın yardımcısı olsun.