Adını taşıdığım dedem, bizim paşababamızdı. 1988’de hastalandı ve Konya Devlet Hastanesi’ne yatırdık. Günlerce doktorun ameliyat listesine giremedi ve üç ayı aşkın süre gündüzleri babam, geceleri de bendeniz refakatçi olarak hastanede kaldık. Bazen elinde süpürge ile koridorları temizleyen, bazen de tıbbı gereçleri getirip götüren hizmetli Osman bir akşam odanın kapısına dikilip “Dedeyi tuvalete götür, beni bekleyin” dedi. Yürüyemeyecek durumdaydı ve zar zor gittik. Biraz sonra da Osman elinde kirden kahverengileşmiş plastik bidonu çalkalayarak geldi. “Nedir bu” dedim, “Sabunlu su” cevabını verdi. Diğer elinde de bildiğiniz bahçe hortumu vardı ve ertesi sabah ameliyata alınacak hastaya keskin tuvalet kokusunun içinde bahçe hortumuyla lavman yapacaktı.

**

1990’lı yıllarda göğüs ağrımızdan kurtulma umuduyla, şimdi adı Meram Eğitim Araştırma olan o dönemin SSK Hastanesine gittik. Doktor filmi inceledikten sonra “Hocam bir gün öğle arasında benim muayenehaneye gelirsen…” dedi. Hemen ardından da açıklama gereği duyup, “Yanlış anlama, bendeki cihaz hastanede yok. O sebeple çağırıyorum” diye izahta bulundu.

Doktor kendi muayenehanesinde o cihazla hizmet verebiliyorken,  koskoca devlet, şehrin koskoca hastanesine o cihazı alamamıştı. Bir öğle arası uğradım, o cihazda bizi muayene etti ve para da almadı.

**

Yine 90’lı yıllarda bir gün, uzun bekleyiş neticesi muayene odasına girmeye muvaffak olmuştuk. Kapıdan girer girmez doktor beyin “Neyin var” sorusuyla karşılaştık. Masaya varıncaya kadar şikayetimizi bitirmiştik ki, başını kaldırmadan reçeteyi uzattı. “Hocam bari yüzümü görseydin” diyecek oldum, “Anlattıkların şikâyetini anlamam için kâfi” dedi. Bodrum kattaki eczaneden o ilaçları almaya da muvaffak olamamıştım.

**

Bazen yazıya malzeme kendiliğinden gelir. Biz yazıyla meşgulken Marmaris’ten Süleyman Boncuk dostumuz telefon etti, hasbihalde bulunduk. Yazı konumuzdan bahsedince de 1992’de annesinin kalp ameliyatı macerasını anlattı. Konya hastaneleri “Bizde kalp ameliyatı imkânı yok” deyip Ankara’nın yolunu göstermişler. Orada gittiği hastanede de ‘acil ameliyat edilmesi gerektiğini söylemelerine rağmen’ altı ay sonraya gün vermişler.

Benzer bir bilgiyi de ağabeyim Ekrem Güden paylaştı. 1990’da geçirdiği bir operasyon nedeniyle SSK, doktor reçetesindeki bir kutu ilacın ancak yarısını verince tedavi tamamlanamayıp ikinci operasyon kaçınılmaz olmuş.

**

Bundan dört yıl önce… Sabah namazından sonra teslim olduğumuz uykunun akabinde gözlerimizi hastanede açmıştık. Başımızda birkaç tane doktor vardı ve bizim baygınlık zamanımızda bütün tetkikler yapılmış, teşhis konulmuştu; “Beyninizde tümör tespit ettik, sizi acilen ameliyata almamız gerekiyor” dediler. Yarın yahut ‘şu kadar para verirsen değil’, hemen şimdi. Gazeteci olduğumuzdan ötürü torpil yapıldığını da düşünmeyin. Zira kimliğimizi teşhis ve tedavi kararından sonra, ertesi gün öğrenmişlerdi.

**

Babamız Mehmet Güden mart ayında gittiği umre ziyaretinden dönüşünde uçaktan iner inmez, diğer yolcularla birlikte Süleymanşah Öğrenci Yurdu’nda karantinaya alınmıştı. Karantinanın son gününde test sonucu pozitif çıkınca Numune Hastanesine alınmış, gece yarısından sonra telefonla arayıp bilgi verdiler. Birkaç gün sonra da entübe edildi, hayati tehlike giderek artmıştı.

Covid 19 hastaları için antikor tedavisinin etkili olduğunu Sağlık Bakanı hemşehrimiz Fahrettin Koca’dan dinleyince derhal hastane yönetimi ile irtibata geçtik. 13 Nisan’da ‘Antikor tedavisi uygulanması için onay’ verdik ve hastanemiz Kızılay’dan talepte bulundu. 17 Nisan akşamı Ankara’da tedarik edilen uygun antikor Konya’ya sevk edildi. Hamd olsun, tedavi olumlu yönde seyrediyor.

**

25 sene önce sabunla lavman yapan sağlık sektörü bugün iyileşen hastanın kanından aldığı antikorla yoğun bakım hastalarını tedavi ediyor. İki hafta içinde yüzde yüz yerli ventilatör üreterek yoğun bakım ünitelerinin en önemli ihtiyacını karşılanıyor. Kimse inkara kalkışmasın; bilhassa sağlık alanında Türkiye’nin dünya ülkeleriyle boy ölçüşecek kadar ilerleme kaydettiği ayan beyan ortadadır.

**

1980’li yıllardan 2020’li yıllara nasıl gelindiğinin iyi bilinmesi gerekiyor. Zira toplumsal hafızaya o kadar taze bilgi depolanıyor ki insan bazen şahsi hayatının seyrini bile unutuyor. Birkaç yıl belediye başkanı bir arkadaşımız bir taşra köyünde ‘kilitli taş döşedikleri yollardan, kanalizasyon hizmetlerinden bahsedince’ bizim masamızda oturan delikanlı ‘Devletseniz yapacaksınız tabi’ diye tepki vermişti. Yaşı 25’i henüz bulmuştu ve köyünün asma tuvaletlerinden açığa dökülen hacetlerini de, sonbahardan itibaren vıcık vıcık çamur olan yollarını da hatırlamıyor olmalıydı. Kulağına eğilip, ‘Ben senin köyünün yollarının tozunu, çamurunu senden iyi biliyorum, eve varınca babana sor” dedim.

**

Yaygın adıyla Korona, tıbbi ifadeyle Covid 19’un ülkemizde yayılmaya başladığının görülmesiyle birlikte başta devlet kurumları olmak üzere adeta bir seferberlik başlatıldı. Üzerinde oluşturulmaya çalışılan psikolojik baskıya rağmen devlet pandemiyle mücadelede belirlenen prensipleri adım adım uygulamaya alırken diğer dünya devletlerinden çok daha soğukkanlı ve isabetli kararlar verdi. Fakat ne acıdır ki devletin aldığı tedbirlerin neredeyse tamamı için ‘istismar ve karalama adımları atanlar da oluyor. Bunlardan en yaygını da maske vurguncularıydı. Devletin dünyada benzeri olmayan ‘Maske satışını yasaklama ve talep edene bedava dağıtılması kararı’ alkışlanması gerekirken organizasyona muhalif siyasiler önderliğinde leke sürülmeye çalışılıyor. Birkaç gün önce ağrı kesici almak üzere uğradığımız eczacımız, ihtiyacımız olan ilacı verdikten sonra, ‘Kimliğinizi de verin, maskenizin gelip gelmediğini kontrol edelim’ dedi. Doğrusu, aciliyetimizden maske sorgusu yaptırmayı da düşünmüyorduk ama bir dakikalık bekleyişle, on maske aldık. Vitrinine ‘Maske için PTT’yi gidin’ yazısı asan eczacıları görünce insan hayıflanıyor.

**

Peki Korona salgınına karşı kimler ne yapıyor?

İstanbul Valiliği 17.10.2019’da, yani Korona daha Türkiye’ye gelmeden önce, 2 bin 682 yataklı Başakşehir Hastanesi’nin Haziran 2020’de açılacağından bağlantı yollarının yapılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesine yazı göndermiş. Fakat Belediye, hazırladığı cevabi yazının ilk 13 satırında, Valiliğin yazısını tekrar edip ‘Siz şunları istiyorsunuz’ dedikten sonra iki satırla “Kurumumuzun içinde bulunduğu ekonomik koşullar ve 2020 bütçemiz dikkate alındığında söz konusu talebin yerine getirilmesi mümkün görülmemektedir” demiş.

Fakat aynı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Başkanı, Covid 19 nedeniyle hızlandırılan düzenleme çalışmalarının ardından Hastanenin açılış gününde “İş güvenliği ve sağlık önlemlerini alarak sadece bu hafta sonunda İstanbul’da 500 bin ton asfalt serimi yapılmıştır” şeklinde bir mesaj yayınlayarak adeta “Hastaneye vermediğim asfaltı başka yerlere yaptım’ demeye getirdi. Elbette 500 bin ton asfalt bir günde serilecek bir miktar değildir ve gelen tepkiler üzerine de Ekrem İmamoğlu ‘sehven yazdığını beyanla’ rakamı 5 bin ton olarak düzeltti. İster 500 bin, ister 5 bin ton olsun; sağlık tedbirlerini alarak yaptığını söylediği asfalttan hastane yoluna neden hiçbir pay ayrılmadı? Hangi yol, küresel bir salgın hastalık döneminde hastane yolundan daha öncelikli olabilir? 

**

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu salgının ülkemizde ortaya çıktığı ilk günlerde hükümete seslenip ‘IMF kredi vereceğini açıkladı, gidin o krediyi alın, sahra hastaneleri açın” diyerek ‘kendince önemli’ iki öneri de bulunmuştu. Bugüne kadar ülkemizde meydana gelen vakalara çok şükür ki hastane kapasitesi yeterli geldi. Fakat Adana’da ne kadar vaka meydana geldiyse artık; Büyükşehir Belediyesi apar topar bir fuar merkezini seyyar kabinler halinde düzenleyerek sahra hastanesi olarak duyurdu. Başkan Zeydan Karalar’ın “Şu anda hastanelerimizde yatak konusunda sıkıntı yok” şeklindeki beyanını da not etmek gerekiyor.

Kardeşim sen Konya’dan haber ver, diyorsanız şayet; mesela Konya Büyükşehir Belediyesi KOMEK Eğitim Merkezlerinde maske üretimi yaparak toplumun en önemli ihtiyacının giderilmesine katkı veriyor. Hizmet üretirken sınırları da bilmek gerekiyor!

**

1980’lerde 90’lardaki sağlık hizmetlerini, 2020’li yıllarda aldığımız hizmetlerle mukayese edince, “İyi ki Türkiye’yi 18 senedir Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor. Eğer o yılların standartlarında kalsaydık, ülkenin köküne kıran girerdi” diyesi geliyor insanın. Hafazanallah.

Ramazan ayımız kutlu olsun.