Dünyada,  “büyük oyun” dünya adası olarak nitelendirilen, Avrasya’nın kalbi, Orta Asya ve Kafkasya’yı içine alan bölgede gerçekleşmektedir. Eski büyük oyun, Rusya ve Büyük Britanya arasında 19.yüzyıl ve 20. yüzyılın başında gerçekleşmişti. Şimdi, büyük oyunun tarafları daha fazla. Gelişmiş ekonomiler gibi gelişmekte olan ekonomilerin de enerji ihtiyacı her geçen gün artıyor. Şimdi bölgede enerji kaynaklarına sahip ülkelerin yanında, Rusya, ABD, Çin ve AB de oyunun içinde. Bir ülkenin enerji kaynaklarına ulaşabilme yeteneği, ekonomisini, güvenliğini, çevre politikalarını ve dış politikasını belirliyor. 
“Hidrokarbon adam çağı” devam ediyor. Bu çağda, fosil yakıtlara bağlı bir yaşam sürüyoruz. Bu kaynaklara ulaşabilmek için çıkan savaşlara tanıklık ediyoruz. Bu bağlamda, enerji ve siyaset ayrılmaz kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Devletlerin, petrole olan bağlılıkları ve talepleri, petrolün arzını ve fiyatını belirlemektedir. Petrole olan talep, küresel karşılıklı bağımlılığın belirleyici unsurlarından biridir. 
Enerji ve dış politika arasındaki bu sıkı ilişki,  enerji milliyetçiliğini gündeme getiriyor. Hükümetler, ülkeden çıkan hammaddeleri kontrol etmeyi amaçlıyorlar. Enerji milliyetçiliği ile, uluslararası sistemde müzakere yeteneklerini arttırmaya çalışıyorlar. Enerji milliyetçiliğinin önüne geçebilmek için ABD ve AB, yeni boru hatlarının yapılmasını önermektedirler. Yeni boru hatları ile, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin, Rusya’ya enerji dağıtımda ve satışında bağımlılıkları önlenmeye çalışılmaktadır. Dünyada savaşların ve ambargoların gözlemlendiği yerler, hammaddeler açısından zengin olan bölgelerdir. Irak ve İran’da görülen savaşlar ve uluslararası yaptırımlar, buna örnek olarak verilebilir. Ayrıca, transit ülkelerin, kimi zaman, petrol ve doğal gaz vanalarını kıstıkları ve bunu siyasal bir silah olarak kullandıkları görülmektedir. Bunun en iyi örneği, Ukrayna’nın Avrupa’ya gönderilecek olan gazı kesmesidir. İran’ın, ABD ve AB tarafından uygulanan ambargoları engellemek ve Batı ülkelerini tehdit etmek için Hürmüz Boğazını kapatacağını belirtmesi da enerji yollarının önemini, ortaya koymaktadır. 
Üzerinde özellikle durulması gereken nokta, her ne kadar özel şirketlerin, enerji piyasasındaki rolü artsa da enerji kaynaklarının asıl sahibinin ulusal hükümetler, olduğudur. Bu bağlamda, geleceğin dünyası da enerji ile bağlantılı olarak belirlenmektedir. Enerji milliyetçiliği, enerji savaşları ve demokratik barış kuramı beraber değerlendirilmedir. Demokratik Barış Kuramı, liberal devletlerin liberal devletlerle savaşmayacağını, varsayar. Ancak savaş fikrini tümüyle reddetmez. Savaş, liberal devletlerle, otoriter devletler arasında sürecektir. Liberal değerlerin, otoriter devletlere ihracı sağlanacaktır. 1990’larda, bu kuram, yeni dünya düzeninin, dayandığı ana temellerden biri oldu. Rusya tarafından da kabul gördü. Böylelikle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde de Irak konusunda ortak bir karar alınabildi. Uluslararası toplum için çok zor bir olan “saldırgan devlet”  tanımlaması yapılabildi. Birleşmiş Milletler de “ortak güvenlik mekanizması” çalıştırılabildi. Bu dönemde, Rusya’da Atlantikçi akım güçlüydü. Rusya, Batı ile ortak bir gelecek tasarlıyordu. Ancak, 2000’li yılların gelişiyle, bu ortak gelecek tasavvuru, şüpheyle karşılanmaya başladı. Renkli devrimler, Batı’dan kopuşu hızlandırdı. Demokratik Barış Kuramı, ABD hegemonyasının yayılması olarak nitelendirildi. Washington hipotezi olarak adlandırılan, küreselleşmenin, demokratikleşme getireceği fikri, Rusya ve eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan Cumhuriyetler tarafından kabul edilmemeye başladı. Rusya, yeniden küresel bir güç olmayı planlıyor, ancak bu kolay değil. Rusya, “arka bahçesini” ve bu değerli enerji coğrafyasını bırakmayı istemiyor. Bu bölgedeki hâkimiyetini, ikili ilişkiler ve bölgesel örgütlenmelerle güçlendirmeyi, amaçlıyor.