“El adlü esasü’l-mülk.” Kuşkusuz adalet mülkün temelidir. Adalet olmayan yerde huzur olmaz. Güven bulunmaz. Orası yaşanılan yer olmaktan çıkar. Zayıflar ezilir. Haklılar haksız duruma düşer.
Kuvvetsiz fakat haklı olan kimse, adaletli devlet katında hem kuvvetli hem de haklı sayılırken; kuvvetli fakat haksız olan kimse, adaletsiz devlet yanında kuvvetli ve haklı kabul edilir.
Bu durumda kuvvet hakda olması gerekirken, hak kuvvette olur. Yani insan haklı olduğu için kuvvetli sayılması gerekirken, haksızken sırf kuvvetli olduğu için haklı sayılır. İnsan haklı olduğu  için değil, kuvvetli olduğu için haklı sayılmış olur. “Güçlüyüm, o halde haklıyım.” Anlayışı öne çıkar.
Oysa Hz. Ebu Bekir’in dediği gibi: “Haklı fakat zayıf olanınız, hakkı alınana kadar nazarımda en kuvvetliniz. Haksız ama güçlü olanınız, hak yerini bulana kadar, gözümde en kuvvetsiz olanınızdır..” hükmü geçerli olmalı.
Elbette hukuk her şeyin üstündedir. Ve hak deyince, akan sular durur. Şeriatin kestiği parmak acımaz. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz.
Şüphesiz, böyle olmalı ki, orası yaşanılır bir yer olsun. Kimsenin burnu kanamasın. Kimsenin yakasına -haksız yere- yapışılmasın. İşte bütün bunlar hukukun gereği. Hukuk devletinin yapması, uyması gereken hususlar.
Kısaca haklı fakat zayıf kimse devlet yanında en güçlü sayılmalı. Haksız ama kuvvetli kimse de devlet katında en zayıf kimse kabul edilmeli. Böylece vatandaşın hukuku, hukukla korunmalı. Ki zaten bu şekilde korunur. 
Durum bu merkezde olmakla beraber, sıra dışı olaylar da vardır aziz okur. İçten dıştan devleti çökertmek isteyen sinsi güçler de vardır sevgili dost. Bunlar gizli faaliyet ve etkinlikler içindedir. Fakat bunları kanun çerçevesinde kalarak, sureti haktan görünerek yaparlar. Argo tâbirle kitabına uydururlar.
Bam teline dokunduğunuz zaman da feryadı basarlar. Devlet olarak yakalarına yapıştığınız an, bas bas bağırırlar. Nerede hak hukuk? Nerede hukuk devleti? Nerede hukukun üstünlüğü? Nerede insan hakları? Nerede bu devlet? Diyerek sözde temel hakların savunucusu kesilirler! 
Kanunların koruyucu zırhına bürünerek mangalda kül bırakmaz! Devlete demediklerini komaz. Dünyayı ayağa kaldırır. Şimdilerde olduğu gibi -sırtlarını AB’ye dayayarak- şirretlendikçe şirretlenir. Azdıkça azar. Tepemize çıktıkça çıkarlar.
Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, allem eder kallem eder, içte dışta devleti güç durumda bırakırlar. Aslında dedikleri doğru. Dış görünüş bakımından sanki suçsuzdurlar. Güya masumdurlar. Yersiz olarak mağdur. Haksız yere itham edilmişlerdir.
Aslında devletin istihbarat / haber alma ve toplama birimleri her şeyin farkındadır. Görünüşte hukuk yönünden haklılık ve kanun çerçevesinde hareket eden bu gibilerin, tam bir ihanet içinde olduklarını bilirler.
Fakat hukuken devletin bunlara karşı eli kolu bağlıdır. Yazık ki, devlet bazan hukukunu hukukla koruyamaz bir durum arz eder. Çünkü bunlar minareyi çalan kılıfını hazırlar misali yasal çerçeve içindedirler. Evet devletin bunlara karşı eli kolu bağlıdır.
Zira devlet kalbe değil, ele bakar. Yani devlet bilkuvve suçlu olanın değil, bilfiil suçlu olanın yakasına yapışır. Yani devlet; yapmayı düşünenin değil, düşündüğünü yapanın yakasına yapışır. Potansiyel suçlunun değil, bunu kinetiğe dönüştürmüş olanın eline bakar.
Ve bakmalı.
Hem zaten doğrusu da budur. Nitekim genelde böyledir. Hem zaten böyle olması da gerekir. Fakat müstesna / istisnaî / sıra dışı / sözde kanunî, özde kanunsuz etkinlik ve faaliyetler de var.
İşte burada devlet çok dikkatli olmalı. Hem oluyor da. Fakat  görünüşte hukuksuz gibi görünen; devletin, devleti koruma gayretleri; hemen şer kuvvetlerce yaylım ateşine tutulur. Güvenlik güçlerini yıpratma, korkutma ve sindirme hareketi başlar.
Onların şahsında devlet hedef alınır. Yetkililere gevşeklik ve çekince getirilmek istenir. Bu dışa da sirayet edip, bulaşır. Bu vesileyle, dış basın ve belli mihrak noktaları insancıl endişeler taşıdıklarını söyleyip dururlar.
İşte bu şekilde polis ve yetkili merci ve makamların elleri kolları bağlanmak istenir. Bu vaziyetten yararlanan hainler; zehiri altın kupayla sunmak misali; yıkıcılık ve bölücüklerini en saf ve en insancıl bir kılıf içinde sunmaya çalışır. Dış mihraklar gibi, âdeta herkesi kör, âlemi sersem sanırlar.
Bu durumda karda yürüyüp iz bırakmayanların üstesinden ve hakkından nasıl gelinecek? İşte bütün sorun burada düğümlenip odaklanıyor sevgili okur. Dikkat edersek devlet ve milletin var olma hakkı; hukuken, hukuk dairesinde yani örtülü ve dolaylı biçimde hareket edenlerce baltalanmış olur.
Devlet hukuken kendini savunamaz. Devlet hukuken  kendini koruyamaz hâle düşer. Devletin sureti haktan görünerek kuyusu kazılır. Devlet hukuken seyirci kalmak zorunda bırakılır.
İşte devlet, vatan ve milletin hukuku; hukuka dayanılarak çiğnenmiş olur. Bu durumda vatan, millet ve devletin hak ve hukuku nasıl korunacak dersen aziz dost? Hukukumuzu hukukla çiğneyenlerin karşısına yâni sözde hukuka sarılanlara karşı sözde hukuka değil, özde hukuka sarılarak karşı çıkmak lâzım. Çünkü burada nefis müdafaası söz konusu.
Zaten her devletin; sırasında yapmak zorunda kaldığı da budur. Başka türlü hiçbir devlet hayatta kalamaz. Başka türlü hiçbir devlet ayakta duramaz. İçimizde dış devletlerin sinsi ve gizli ajanları cirit atmıyor mu? Aramızda hiç fark edemiyeceğimiz şekilde dolaşıp durmuyorlar mı?
Bunlar bazan gençlerimizin içine karışarak, bazan insanlarımızın arasında dolaşarak; onlardan biri gibi görünmüyorlar mı? Kışkırtıcılıkta bulunmuyorlar mı? Ortalığı karıştırmıyorlar mı? Devletle halkı karşı karşıya getirip sırra kadem basmıyorlar mı?
Kimisi bazı gazetelerin köşe başlarında çöreklenip, halka karşı zehirlerini gıdım gıdım kusmuyorlar mı? Çaktırmadan yazılarına her gün bir damla zehirli söz katmıyorlar mı? Zamanla halkın yanlış düşünmesini sağlamıyorlar mı? Dolaylı bir üslûp ve stil kullanmıyorlar mı? İstedikleri doğrultuda düşünebilecek ve sırasında harekete geçirebilecekleri bir kamu oyu oluşturmuyorlar mı?
Bu gizli, sinsi ve hain emelleri uğrunda yazıp çizmiyorlar mı? Bu sinsilik ve gizlilik resmiyetin her kademesine az veya çok sızmamış mıdır? Bu sureti haktan görünüşleriyle hareket edenler parti içlerinde bile yer almamışlar mıdır?
Bütün bu hâl ve şartlar altında nasıl bir tavır alınacak? Nasıl bir tavır takınılacak? Devlet, vatan ve milletin; var olma ve kendilerini devamlı kılma hak ve hukukları nasıl sağlanacak? Millet ve devletin var olma hakkı en meşru, en haklı bir dava değil mi? Varlığını sürdürmek istemesi en hukuksal hakkı sayılması gerekmez mi?
Öyle ise bunlarla devlet; hem hukukla, hem de hukuksuz hukukla, yani görünürde hukuksuzluk sanılan; aslında vatan savunmasının gerektirdiği hukukla savaşacaktır.
Unutmayalım ki, bunun normal vatandaşın hak ve hukukuyla bir ilgisi yok.
Zaten bu, halk için halka belli etmeden, halka rahatsızlık vermeden yapılan bir etkinlik. Tıpkı bedenimizdeki yıkıcı mikroplarla, akyuvarların bize belli etmeden onlarla yaptıkları savaş gibi. Nitekim vücudumuzda haberimiz olmadan bizler için nasıl bir mücadele yapıldığını ve bu sayede ayakta nasıl kaldığımızı hepimiz çok iyi biliriz.
Eğer akyuvarların bu koruma ve kollama görevleri olmasaydı. Bizler tarla, tezgâh ve masalarımızda rahat çalışamaz, işlerimizle uğraşamazdık. Akyuvarların zararlı mikroplara karşı amansız mücadelesi olmasaydı; bizler hayatımızı devam ettiremezdik. Aynen bunun gibi akyuvarlar hükmünde olan ve onlar gibi cansiperane mücadele eden kahraman polis ve askerlerimiz ve özellikle bu amaç için var olan gizli servislerimiz olmasaydı; işimizle gücümüzle böyle rahat bir şekilde meşgul olamazdık.
Evlerimizde huzur içinde kalamaz, geceleri mışıl mışıl uyuyamazdık. Bu etkinlikleri; şeklî mevcut hukukla yapmak mümkün mü? Önce de söylediğimiz gibi, harp hileden ibarettir. Düşmanın silahına aynı silahla karşılık vermeden, düşman etkisiz hâle getirilemez.
İşte devlet, bu gibilere karşı onların anladığı dilden harekete geçmekle kendisini yükümlü bilir. Ve bunu halkı rahatsız etmeden yapar. Halk için fakat onun farkında bile olmadan gerekeni yerine getirir. Gerektiğinde bazı hayatî tedbir ve çarelere başvurur.
Çünkü bu da bir savaş. Hem de ne savaş. Varlık yokluk savaşı. Asıl ölüm kalım savaşı. Çünkü düşman mert değil. Namert mi namert. Sinsi mi sinsi. Gizli mi gizli. Geliyorum demeyen bir düşman. Kendini tehlike olarak saydırmayan bir düşman. Şeytanın en büyük hilesi kendini; musallat olacağı insana önce inkâr ettirmesidir. Aynen bunun gibi, bölücü, yıkıcı ve parçalayıcı düşman ve / veya düşmanların her şeyden önce yerleştirmek istedikleri husus, kendilerini devlete ve halka inkâr ettirmektir. Böyle düşünenleri paranoyaklıkla suçlamalarıdır. Tıpkı bazı bitki veya hayvanların saldırdıkları avlarını önce vücuduna zerk  ettikleri uyuşturucu bir maddeyle, onları etkisiz ve zarar veremiyecek duruma getirmeleri gibi.
Evet bu savaş devlet ve milletin var olma savaşı. Savaş ise hiledir. Düşmanın oyununu bozmak neyi gerektiriyorsa, onu yapmak ve yaptırmaktır. Bunun normal  vatandaşla, işiyle gücüyle meşgul olan halkla bir ilgisi yok. Bunun sıradan vatandaşın hukukuna tecavüzle bir alâkası yok. Bunun, normal vatandaş için var olan hukuku, geçersiz kılmak gibi bir gayesi yok. Bu; normal hukuksal hayatı yok saymak gibi bir anlayış sanılmasın. Bu, hukuku yok zannettiren  bir bakış tarzı olarak görülmesin.
Çünkü bu savaş, bu mücadele; hukuk paravanası altında hukuksuz iş yapanlara karşı uygulanır. Çünkü bu savaş, yer altı örgütlerine karşı aynı paralelde hareket etmek zorunluluğundan doğar. Çünkü bu savaş, en doğal bir nefis savunmasıdır. Bu, bir devletin var olma mücadelesidir. Yer altındakilerle yer altında, amansızca bir savaş. Onlarla, onların anladığı dilden kıyasıya bir savaş. 
Çünkü kimi zaman devletler; milletin temel hukukunu, hukuken savunamaz bir durumla karşılaşırlar. Bazan devlet; milletin hukukunu hukukla koruyamaz duruma düşer. Hukuk derken hukukunu kaybeder.
Bu ender hâllerde hukukunu, yâni haklarını hukukla korumak mümkün olmaz. Aslında bu da bir hukuk yolu. Varlığını koruma, kollama ve sürdürme ana hukukunun, hukuk  yöntemidir. Sırasında şartların ve koşulların gerektirdiği bir hareket.
Lâkin görünüşte hukuksuzluk sanılır. Bu gerçeği şu özlü söz en güzel biçimde özetler: “İnsanlar zulmeder, kader adalet eder.” Görünüşte zulüm olur ama hakikatte adalet tecellî eder, güzel yüzünü gösterir.