Yavuz Sultan Selim Han Mısır’ı fethettiğinde, orada adaleti ve düzeni sağlamak için bir müddet kalmaya karar verir. Kendisi için bir otağ-ı hümayun kurulur. Otağın işleri için de görevliler tahsis edilir. Otağın temizlik işlerine bakan kadın bir akşam Yavuz’u otağa girerken yakından görür ve O’na âşık olur. Aşkı giderek bir karasevdaya dönüşür. Derdini paylaşmak ister Mısırlı kadın. Okuma yazması yoktur. Bir kâğıda “Derdi olan neylesin?” yazdırır ve Ulu Hakan’ın yastığının altına koyar. Yavuz kâğıdı bulur, O da “Derdi olan söylesin” yazarak aynı yere bırakır. Kadın bir cevap bulmak ümidiyle ve heyecanla ertesi gün kâğıdı koyduğu yere bakar. Cevabı görünce biraz ümit ve cesaret kazanır. Ama yine de doğrudan derdini söyleyemez. Bu defa “Korkuyorsa neylesin?” yazdırarak aynı yere bırakır. Sultan “Hiç korkmasın, söylesin!” diye biraz daha yüreklendirir kadıncağızı. Bir akşam otağın girişinde Padişâh’ı karşılayan Mısırlı kadın konuşmak istediğini bildirir. Yavuz “söyle” der. Heyecandan tir tir titreyen kadın konuşamaz. Yavuz Sultan Selim tekrar “söyle” deyince yalnızca “Efendim!..” diyebilen kadın yere yığılıp kalır. Başka bir şey söyleyemeden ruhunu oracıkta teslim eder. Aşk bu, trafik kazası gibidir. Beklenmedik, umulmadık bir anda vuku bulur. İnsanın nerede ne zaman kime çarpılacağı veya kiminle çarpışacağı hiç belli olmaz. Adana’da bir lise öğrencisinin kimya öğretmenine verdiği şiir, bana Yavuz’un yastığının altına bırakılan bu küçük notları hatırlattı. Görünüşte öğrenci öğretmenine ilân-ı aşk falan etmiş de değildi. Ama hak etmediği bir şekilde cezalandırıldı. Bu münferit bir vak’a. Ve olayın detaylarına girmeye çok da gerek yok. Ama lisede görev yapmayı kabul eden bir öğretmen bu tarz jestlere de hazırlıklı olmalı. Çocukluğun son dönemlerinde ve ilk gençlik devresinde yaşça kendisinden daha büyüklere âşık olma meyli vardır. Cengiz Aytmatov’un Cemile adlı romanında Seyit’in Cemile’ye karşı hisleri, Ahmet Muhip Dranas’ın Fahriye Abla şiirinde sezdirilen sevgi bu kabîldendir. Hatta İbrahim Alaaddin Gövsa, oğlu İlham’ın kendisinden yaşça büyük bir hanıma âşık olması üzerine oğlu için “Libido” isimli bir şiir kaleme alır ki psikolojide bu duygu libido olarak da tanımlanır. İlk gençlik dönemi, karşı cinse ilginin arttığı ama bu ilginin yeterince de tanımlanamadığı bir dönemdir. Ayrıca kişiliğini geliştirme açısından da genç için tam anlamıyla bir arayış devresidir. Ve hem kız hem erkek çocuklarda yaşça büyüklere karşı ilgi geçici ve olağan bir durumdur. Gencin birkaç yıl sonra kendisinin de tebessümle hatırlayacağı bir olayı bu kadar büyütmenin ve tahsil hayatını tehlikeye sokmanın anlamı var mıydı, diye sormadan edemiyor insan. Bu durum gencin zaman içinde aşması gereken bir problemidir. Bundan dolayı öğretmen ona olumlu veya olumsuz anlamda diğer öğrencilerinden farklı bir muamele sergileyemez. Öğretmen şiiri okuyunca “aferin evlâdım gençlerin böyle uğraşlarının olması çok güzel. Sanatın hiç olmazsa bir dalıyla uğraşmalı insan. Hem şiir insanın ifade kabiliyetinin gelişmesine de yardımcı olur. Böyle faydalı uğraşlarınızı bırakmayın, geliştirin evlâdım” diyebilirdi. Bu durumun iki kişi arasında sır olmasına da gerek yok. Ayrıca sınıfta da şöyle bir duyuru yapabilirdi: Sizlerin derslerinizin dışında da bazı sanat dallarıyla, projelerle uğraştığınızı görüyor ve öğretmenleriniz olarak bundan memnuniyet duyuyoruz. Meselâ şiirle ilgilenen arkadaşlarınız var. Ben sizlere fen bilgisinin alanına giren projeleriniz, girişimleriniz, meraklarınız varsa elimden geldiğince yardımcı olurum. Ama şiirlerinizi, yazılarınızı edebiyat öğretmeninize gösterirseniz, o bu hususta sizin için daha iyi bir yönlendirici olur. Belki gencin de üslûbunda hatalar vardı ama öğretmenin de üslûbu hatalı. Oysa eğitim hayatı boyunca çocuklar ve gençler öğretmenlerinden yalnızca bilgi değil davranış da öğrenirler. Büyük şair Yahya Kemâl’in ilk aşkı ve şiire başlayış macerası da ilginçtir. Yahya Kemâl gençliğe yeni adım attığı yıllarda yazdığı şiirlerini Üsküp Rufai Tekkesi şeyhlerinden Saadettin Efendi’ye götürür. Saadettin Efendi gözden geçirir ve kendince düzeltmeler yapar. Ve şunu da bilir ki bu aşk şiirleri kendi karısı Redife Hanım için yazılmaktadır. Yahya Kemâl, Redife Hanım’ı beş ve on iki yaşlarında iken birer kere görmüş ve unutamamıştır. Saadettin Efendi büyük bir hoşgörü ve sabırla, incitmeksizin şiir ve sair bazı alanlarda Yahya Kemâl’i yetiştirir. Bugün Türk Edebiyatı Yahya Kemâl gibi değerli bir şaire sahipse bunda Saadettin Efendi’nin zarafetinin, nezahetinin payı vardır. İşte önümüzde dert dinleme üslûbuna üç örnek… Birisi İlk Osmanlı Halifesi de olan Yavuz Sultan Selim gibi Celâdet timsali bir padişah… Diğeri bir tekke şeyhi ve sonuncusu da günümüz insanlarından birisi… * * * GÜN TUTSAK GÖNÜL MAHKÛM, Emin Baydil’in Çile, Kan Çiçekleri ve Ben Dilenci Değilim’den sonra yayınlanan dördüncü şiir kitabı. Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Fakültesi’nde bir zamanlar beraber çalıştığım şair Emin Baydil hakiki bir gönül ve kültür adamı. Kitabın adı gibi muhtevası da hüzün ağırlıklı… … Şimdi, tut ellerimi Cennet bahçesi yakın Artık coşmak vaktidir, can kuşlarında akın Salıncaklar kurulsun bizi orda bırakın, Ebem kuşağı tutup yolunca verdi beni. Beğdili’yim, ne desem, bilmem ki cananıma Kelebekler kıskansın, gel otur bir yanıma. Gönlüm aşkınla mesttir, bakma sen giryanıma Seni uzaklar almış, dağların ardı benim.