Türkiye son zamanlarda dış politika da aktif bir duruş sergiliyor. Bu aktifliğin başlamasıyla dünya ülkelerinin Türkiye’ye yönelik “körelmiş diplomasi” alışkanlığını farklı bir boyuta getirme çabalarına ivme kazandırdı. Büyük güçleri arkasına alarak belirli bir çizgiye sahip olan Yunanistan başta olmak üzere,  sessizliği hak ihlali açısından güç ajanı olarak kullanan ülkeler için bu hareketlilik uluslararası ilişkileri revize eden döneme giriş yaptığımızın kanıtı olarak sunabiliriz.

Dış politika da yapılan girişimlerle birlikte Türkiye’nin bu politikalar çerçevesinde” tek başına kalma”  yolunu çizdiği görüşünde olan ve memnuniyetsizlik algısında takılan kesimler de mevcut. Dünya tarihinde ve günümüz modern çağ şartlarında herhangi bir devletin dünyaya karşı tek başına hareket etmesi yani;  varsayılan şekilde kendi mevcut haklarını galeyana gelmiş bir tavırla, önü görülemeyen hamlelerle savunması intihar olarak değerlendirilir. Bu durum var olmamış ve olması da zaten mümkün olmayan bir düşüncedir. Nitekim Türkiye’nin son zamanlarda yapmış olduğu mutabakatların içeriğine bakarak bu pozisyonu hedeflemediğini görebiliriz.

“Mavi Vatan” 

Kamuoyunda yaygın bir şekilde kullanılan “Mavi Vatan” olgusu, deniz yetki alanlarının gücünün anlaşılması amacıyla uzman donanma askerlerinin engin tecrübesi sonucu oluşturulmuş ve doktrin haline gelmiş bir terim. Mavi Vatan’ın bu denli yankı uyandırması ve algının bu denli yükselmesin sebebi, Türkiye’nin aynı zamanda kamuoyunun nabzını arkasına alarak şekilleşen bir dış politikayı elde ettiğinin göstergesidir. Böylelikle devletin kamuoyu desteği ve ortak milli bir görüş ile sahada daha aktif ve sağlam bir altyapıyı oluşturmasında etken olmuştur.

Türkiye, 10 Ağustos ‘da sismik araştırma gemisi Oruç Reis için yeni Navtex ilanını Sevr Anlaşması’nın 100. Yılına denk getirmesiyle, kendisine dayatılmaya çalışan “İkinci Sevr” senaryolarına olan tepkisini gösterdi. Yunanistan ve Mısır arasında imzalanan anlaşmanın geçerliliğinin tartışılmasının üzerine, Oruç Reis’in Doğu Akdeniz ‘de yer alması,  Yunanistan’ın karşı hamlesinin ne olacağı ve olası çatışma durumlarının nereye varabileceği konularında merak uyandırdı.

Öncelikle Yunanistan’ın yeterli donanma gücüne sahip olmamasıyla birlikte herhangi bir karşı hamleye cesaret edemeyeceğini söylemek gerekiyor. Bölgedeki ateşin fitilini ilk çeken devlet olma hayali Yunanistan’ın kaldırabileceği bir yük değil. Bu Yunanistan için tarihin hatası olarak kayda geçer  ve sismik araştırma gemisine taarruz girişimi ile mevcut düzen dışı bir hareket sergilemiş olur.

Yunanistan Ne istiyor?

Türkiye’yi Antalya körfezine hapsederek, jeopolitik haklarından vazgeçmesini arzulayanlar arasından komşu statüsü kimliği ile muhatap  aldığımız Yunanistan, Ege Denizi’ndeki mevcut adalarının oluşturduğu münhasır ekonomik bölge yetkisinin kabul edilmesini istiyor. Yunanistan ve Mısır arasında imzalanan anlaşmayı, uluslararası hukuk kurallarına göre incelediğimizde yapılan anlaşmanın geçerliliği açısından çelişki oluşturan durumlar mevcut. Deniz sınırının dahi olmadığı Mısır ile yapmış olduğu sözde anlaşmanın içeriğinde, Türkiye’nin Libya ile yapmış olduğu anlaşmanın yetki alanı ve kıta sahanlığı yer alıyor. Mısırla yapılan anlaşma ile Yunanistan’ın, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığında uluslararası hukuka aykırı olarak hak iddia etme isteğini gösteriyor. Türkiye böyle bir durumu kabul etmedi ve etmesi beklenemez.

Türkiye MEB sınırlandırılmasında adaların etkisinin minimum olduğu ve bir kıta ülkesine karşı adaların değil, kıta ülkesinin esas alınması görüşünü savunuyor.  Yunanistan ise;  adaların da aynı şekilde ana kara olarak kabul edilmesi gerektiğini savunarak evrensel ölçekte geçerliliği olmayan bir fikir ortaya atarak kendini Doğu Akdeniz’de kabullendirmeye çalışıyor. 

BM Deniz Hukuk Sözleşmesine göre adaların MEB alanı oluşturma yetkisi var mı?

Deniz Hukuku’na göre münhasır ekonomik bölge”, karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 deniz mili mesafede su tabakası, deniz yatağı ve toprak altında kalan alanlarda kıyı devletine münhasır ekonomik haklar tanıyan deniz yetki alanı anlamına geliyor. Kıyı devleti, münhasır ekonomik bölgede canlı doğal kaynaklar, madenler ve öteki kaynaklar üzerinde haklara sahiptir. Egemenlik hakkının doğal bir uzantısı olarak kıyı devleti münhasır ekonomik bölgeye her türlü araç gereç yerleştirme ve orada bilimsel araştırma yapma hakkına sahiptir.

Yunanistan, Meis Adası’nın kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkı bulunduğunu iddia etmesine karşın uluslararası hukuk açısından meşru değil ve hakkaniyet ilkesine aykırı bir durumdur. Her ne kadar 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden adaların kıta sahanlığını hakkı bulunduğu sonucu çıkıyor ise de bu durum her koşulda geçerliliği olan evrensel bir kural değil.

Doğu Akdeniz’de saf oluşturan ülkeler, Türkiye’nin aleyhine yönelik alınacak kararlarda uluslararası suları daraltma amacı güderek hareket etmektedir. Hedefleri, Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarının korunmasının istenmemesi, Anadolu topraklarına sıkıştırılıp, sessiz ve taraflı bir politika izlemesi, Akdeniz’den tamamıyla koparma isteği üzerine şekilleniyor.

Sonuç olarak;  kızıştırmaların devam edeceği Doğu Akdeniz bölgesinde Türkiye haklarının vermiş olduğu güçle ve Mavi Vatan’ın bir zerresini bile harcatmayacak hamlelerle duruşunu sergileyecektir. Rahatsız olan ülkeler ise devam eden süreçte Türkiye ile anlaşma yolunun sahada değil masada sonuçlanacağını da yakın bir zamanda anlayacaktır. Libya ile yapılan mutabakat da verilen diplomasi dersinin örnek teşkil etmesi ve gerçekleşecek sınavların ağır olmaması adına tek yol masada yapılacak anlaşmadır. 

Mutlu günler dilerim.

* "Casus belli" uygulaması, bir ülkenin savaşa girme nedenini belirtmek için kullanılan uluslararası ilişkiler terimidir. Aynı zamanda bu terim 'savaş nedeni' olarak tanımlanır.