Çağımızın mesleğinden bahsetmek istiyorum. Beklentilerinizi hiç de öyle yüksek tutmayın. Bu işin kazancı düşük olmasına rağmen oldukça popüler. Ki bu dönemlerde ülke genel bir olağanüstü hal içerisinde iken; o yandan, diğer bir bu yana sürüklenmekte ve yıllardır pek bir revaçtadır kendisi!

'İş arıyorum!' ya da 'işsizim!' Bu iki cümleyi sıklıkla duyuyor olmalısınız. Öyle ki; en çok duyduğumuz iki kült cümlelerden biridir. Kapitalist düzende üniversite okuyan insanlarımızın, gizli birer işsiz adayı olduklarını kendilerinin bir vakit sonra tecrübe ederek öğreniyor. Pazarcılık ve şakşakçılık! İkisi arasında incecik bir çizgi var. Onurlu olanlar pazarcılığı seçiyorlar. Buna akademisyenler de dahil! Tabi, bir de bu durumu acı bir şekilde kabullenmek zorunda olduğunu bilen, bilmese de öğrenmek zorunda kalan bu insanlarımız var. Yani yeni mezunlarımız! Onlar acaba bu ülkenin üvey evladı mı? 

Eğer öyle ise, biri çıkıp açıklasın. Açıklasın ki; çeyrek asır boyunca iş hayatına entegre edilmek zorunda kalan bu insanların hayatta ne yapmak zorunda olduğunu öğrenmiş olsun. Aksi halde, dayatılan sınav sistemleri ile ne umarak, ne bulan bu insanlar neden bunca zaman dirsek çürütüyorlar?

Modern çağın vebası gibi görüyorum bu durumu. Öyle kararlı bir şekilde yayılıyor ki; gayri iradi bir biçimde zihinleri yakıp, yıkıyor. Hangi açıdan bakılır ise bakılsın, dikiş tutturulmuyor. Ve işin tanımı; emeği ve dünya üzerinde geri gelmeyecek olan pek kıymetli hazine olan zamanı, kiralayarak geçimi sağlamaya yarayan bu zorunlu aktivite emeği, bedeni, zihini ve daha birçok şeyi irade ve karar ikilisi dışında başka bir bireyin ya da kuruluşun zenginleşmesine veya daha da bir zenginleştirmeye sebebiyet veriyor. Konu şu ki; eğer mesele biçilen pozisyonu beğenmemek ise, bir daha düşünelim bunu. Çünkü pozisyon beğenmemek de önemli bir konu. Gelin, görün ki artık çağrı merkezlerinde çalışmaya başlayan mühendis, tercüman, iktisatçı, jeofizikçi ve bilumum bölüm mezunu insanlar şaka gibi bölümlerden mezun, ama her neden ise bilmiyorum, ama siyasi kulvarda ilkokul mezunu insanlar ciritti atıyorlar!

'Üniversite mezunları iş beğenmiyor!' diyebiliyorlar. Haklılar. Haklılar, tabiî, ama işverenlerin umrunda bile değil ki bu! Onlar çoğunlukla, özellikle de işe alım sürecinde zeki adam istemezler. Çünkü onlar sorgulamadan iş yapacak insanlar peşindeler! Eğer işsiz isen; çok da üzülme. Ki hiç mi hiç değilsin. Çünkü ülkedeki işsizlik sağlıksız bir boyutta olduğu için, yerine talip olacak bir dolu insanın varlığı, onlardan farklı olduğunun bir başka anlamda dışavurumu gibi duruyor. 

İnanın ki; iş beğenmeme sorunu diye de bir gerçek var, ama elbette durum pek de öyle değil. Bildiğiniz üzere haftalık tek bir gün tatil biçilen asgari ücretli insanlarımız, sigorta primi maaşı üzerinden değil de, asgari ücret üzerinden gösterilmekte olan diğer emekçilerimiz, deneme süresi adı altında sağlık güvencesinden yoksun bir şekilde çalışmaya mahkum kalanlar, uzun mesai saatleri boyunca çalışmak zorunda olan aile babaları ya da toplumun yapı taşı ve güçlü emekçi kadınlarımız gayri ihtiyari bir biçimde çalışıyorlar. Çünkü hayat şartlarının buna zorladığı yaşam standartları ve kimsenin çuvaldızı kendisine batırmaması, tüm bu insanların varlığından dolayı işverenler onları iş yerlerinde çalıştırmakta. Çünkü zorunluluğun ne pis bir elzem olduğunu biliyor ve bu oyunu oldukça adi bir biçimde oynuyor. Bunun hepimiz farkındayız!

Ve belirmesem olmayacak olan bir şey de şu ki; işsizlik, yalnızca çalışmak için çabalayıp, iş bulamayan kesimi değil, aynı zamanda çalışan kesimi de çok net bir biçimde etkiliyor. Ülkemizde kalifiye ve pek çok ayırtedici özelliği bünyesinde barındıran bir çalışanın da aylarca işsiz kalma ihtimali muhtemel bir olasılıktır. Özellikle sektörde tanıdığınız birileri yok ise, bu süreç daha da uzamaktadır. Ki işsizlik had safhada olduğu için, çalışanlar da işini kaybetme korkusu yaşıyorlar. İşte, tam da bu nedenle de işveren, işçiye karşı daha güçlü bir konuma erişiyor. Sonrasında parayı verdiği gibi, düdüğü çalan da o oluyor! 

Kısacası; ölmüşüz ağlayanımız yok! Bir gün belki de işsizlik azalır, ama ne yazık ki kölelik artacaktır. Şu ülkede emekliliğimizi görebilene dek emekleyerek mavi bir deniz kenarına varmak zorunda kalacakmışız gibime geliyor. Belki o zaman, orada bir aynaya bakıp yaşlandığımızı görebiliriz de. Fakat unutmayalım ki; zaman, pek kıymetli bir olgu. Ne yapacağız böyle bilmiyorum, ama inanın hayat her şeye rağmen güzel! 

Ki işsiz misin? Daha fazla oku! Okumaya para almıyorlar. Kütüphanelerimiz bomboş. Bir sandalye çek altına. Ya da tiyatroya git. Ücretsiz sahneler var. Gidemiyor isen dizi izle. Ya da bırak kapalı kalsın ekranın. En acilinden televizyonu gidip bir yere sat ve kurtul. Alacağın ücret ile bir ay boyunca kütüphaneye gidip, gel. Al sana yol parası! Ve o güzelim kütüphaneler! Evet, evet, işte onlar. Kimsenin olmadığı, çıtın dahi çıkmadığı o cennet! İşte gerçek bir cennet orada yatıyor. Ve unutmadan; belki parasızlıktan günah işleyemiyor ve yanlışlıkla cennete gireceğini düşünüyor isen; korkma. Çünkü sayıca senin gibi düşünen epey insan var! Orada buluşursunuz. Belki bir bakarsın, bu yazı sonrası bende sizin aranıza katılmışım. Şşş, aramızda kalsın! Umudunu kaybetme ve gülümse!