Kıbrıs Milli Davamızın millik zeminindeki en önemli kayıp; 23 Mayıs 2008 Tarihinde Talat- Hristofyas ikilisinin yapmış olduğu aşağıda belirttiğim, ‘’Ortak Vizyon ‘’ açıklaması ile yaşanmıştı!

‘’Türkiye ve Türk Askeri işgalcidir! Ada’yı terk etmelidir! Kıbrıs adasının güvenliğinden ve garantörlüğünden AB sorumludur…’’ O süreçte yapılan bu ortak açıklama, sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin devam edeceği yönünde kamuoyuna duyurulan en belirgin, en çarpıcı mesaj olduğu gibi, Kıbrıs Milli Davamızın aşındırılmasına yönelik önemli yanlışlardan da bir tanesiydi…

Hemen akabinde Yunanistan ve İngiltere’nin müşterek açıklamasıyla, bu ‘ortak vizyona’ verilen destek; Kıbrıs Türk Halkının, AB’ye hukuk dışı yollarla üye yapılan Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne yama yapılmasının önünü açmaya yönelik siyasi bir oyundan ibaretti!

1960 anlaşmaları gereğince kurulan, hala bu anlaşma hükümlerine göre var olduğu savunulan ‘sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’ üç garantör ülkesinden birisi olan Türkiye; o süreçte bu gelişmeler yaşanırken, ne yazık yeterince tepki vermemiş; adadaki tarihsel, stratejik ve hukuksal menfaatlerimiz güçlü bir şekilde savunulmamıştı!

İngiltere’nin, Yunanistan’ın bu densizliğine neden yanıt verilmemişti?

Yine o süreçte Fransa’nın Rum hükümeti ile imzalamış olduğu askeri ve stratejik ortaklık anlaşması, Güney Rum kesiminde Fransız donanmasına üs verilmesi, uluslararası platforma neden taşınmamıştı?

O dönemde Kıbrıs’taki tarihsel ve hukuksal kazanımlarımızın, adeta göz ardı edilir noktaya gelişi; AB ile başlayan müzakerelerde yaşanabilecek kazaların önlenmesi için miydi?

Sonrası yıllarda yaşanan olumlu, ya da olumsuz pek çok gelişmenin neden olduğu sonuçları; günümüzün Kıbrıs’ında olası bir çözüm anlaşması ortaya çıktığında göreceğiz.

Ama artık Kıbrıs Milli Davamızın son virajı öncesinde tüm dinamiklerin yeri ve rengi belli olmuştur!

Gerçek olan şudur ki:

2016 yılını adada çözüm yılı olarak ilan eden yöneticilerin ama özellikle Kıbrıs Türk tarafını temsil eden Cumhurbaşkanı Sn. Akıncının hedefinde, bu süreçte mutlak surette çözüme ulaşmak vardır!

23 Mayısta 2008 Tarihinde Rum lider Hristofyas’ın yapmış olduğu ortak vizyon açıklamasının temelinde, Kıbrıs’ta Türkiye’nin Garantör’lüğünden, Türk Askerinin adadaki varlığından kurtulmak vardır. Aradan geçen 8 yıla rağmen, günümüzün Rum tarafının temsilcisi Bay Anastasiadis’de aynı hedefin peşindedir..!

Ya Sn. Akıncı bu çok önemli konuya, Anastasiadis’in bu dayatmasına nasıl bakmaktadır? Türkiye böylesi bir taviz verecek midir?

Çözümün düğüm noktası bence burada saklıdır!

Kaldı ki, Rum tarafının; çözümün sağlanabilmesi için yapmış olduğu toprak talebi, Rum göçmenlerin 1974’te terk ettiği evlerine geri dönüşü, Kıbrıs Türk halkının olası göç riski nasıl karşılanacaktır?

Bu riskin, uluslararası finans kuruluşlarının devreye girmesiyle aşılacağı; göç, mal, mülk tazminatı sorunun çözülebileceği söylemi ise sadece varsayımdan ibarettir…

Kıbrıs’ta AB zemininde oynanan oyunun bir benzeri, yıllar önce Girit’te de yaşanmış, sonuçta ata yadigârı Girit adası elimizden kayıp gitmişti…

Bir zamanlar ‘’Ne var canım Kıbrıs’tan bir karış toprak mı verdik?’’ Diyenlere sormak gerekir! Evet, şu anda Kıbrıs’tan bir karış toprak vermedik, ada olduğu yerde durmaktadır. Girit adası da olduğu yerde durmaktadır ama şu anda üzerinde Yunan bayrağı dalgalanmaktadır…

Annan planı referandumu sonrasında Türk Milletine, Kıbrıs Türk Halkına büyük bir oyun oynanmıştır. Rum’lar hukuk kuralları altüst edilerek AB’ye üye yapılmış; böylece Enosis’e giden yolda önemli bir başarı sağlayan Rum’ların bundan böyle adada elde edebilecekleri yegâne şey; adanın Yunanistan’a bağlanmasıdır. Rumların 1984 yılından bugüne çözüm adına oturdukları müzakere masasında ayak sürümeleri de bundandır.

GKRY günümüzde devam eden müzakerelerde; ‘’Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyetini’’ kendi şartlarına odaklı kabul ettirecek olurlarsa! Biliniz ki, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının rövanşı da alınmış olacaktır!

Evet, biz 42 yıl önce Kıbrıs’ta; Milletimize, Devletimize, Şanlı Tarihimize karşı olan sorumluluğumuzu; görevimize sadakatle bağlı kalarak, Şehitler vererek yerine getirmiştik. İşte tam bu noktada şu soruları sormak gerekir: ‘’Biz yıllar önce bu topraklara neden gelmiştik?’’, ‘’20 Temmuz 1974’de Kıbrıs’ta neden savaştık?’’

Aşağıda sıraladığım soruların cevabı evet ise; Türkiye, uluslararası anlaşmaların kendisine vermiş olduğu yetkiyi kullanarak adaya yapmış olduğu bu yasal müdahalede haklıydı.

Yok, bu müdahale aşağıdaki gerekçelere bakıldığında haksız ve hukuksuz bir biçimde yapıldı ise; bu gün gelinen noktanın ortaya çıkardığı tablo, bu tabloda ‘bizler yenilikçiyiz’ diyerek yola çıkanların uyguladığı siyaset, söylemlerin tamamı doğrudur, yerindedir…

Ancak bu iki sorunun cevabı, aşağıdaki gerçekleri görmezden gelerek verilmemelidir:

.Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kıbrıs’ta yaşayan Türk’lerin topyekûn imha edilmesine mani olmak, Lozan’da kurulan Türk-Yunan dengesinin Akdeniz’de bozulmasını, adanın Yunanistan’a bağlanmasını önleyerek; devletimizin milli ve stratejik haklarını savunmak için uluslararası anlaşmaların kendisine vermiş olduğu yetkiyle, bu haklı gerekçelerden dolayı 20 Temmuz 1974 müdahalesini gerçekleştirmemiş miydi?

. 20 Temmuz 1974’den beri ada da barış yok mudur? Kıbrıs Türk Halkı, adada özgür ve egemen bir yaşam sürdürmemekte midir?

. Kıbrıs Türk Halkı 1960’da ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyetinden Rum’lar tarafından dışlanmış, bu ortaklıktan, yine Rum’lar tarafından atılmamış mıdır?

. Bir milletin bulunduğu coğrafyada var oluşunu simgeleyen, en doğal yaşam hakkını ifade eden devletini kurmak, 1983 yılından beri yaşayan, kan ve can bedeli ödenerek kurulmuş K.K.T.C Devletini savunmak, Kıbrıs Türk Halkının en önemli, en temel hakkı değil midir?

. Türk Milleti’nin, Kıbrıs Türk Halkının kan ve can birlikteliği ile yazılan o şanlı tarihin sonuçları, Kıbrıs Türk Halkına emanet edilen; ‘Millet, Vatan, Devlet, Bayrak’ gerçekleri üzerine yazılmamış mıdır? Bu gerçeğin adı: K.K.T.C değil midir?

. Günümüzde Kıbrıs’ta çözüm adına yürütülen müzakerelerde, yukarıdaki gerçekler göz ardı edilebilir miydi?

Yukarıda sıralamış olduğum sorularımın tamamı tarihe mal olmuş gerçekler değil midir? Bunların tamamı yanlıştır denebilir mi? Yanıtları hayır olabilir mi?

İşte biz, bu nedenlerden dolayı Kıbrıs’a gelmiştik.

Kıbrıs Türk halkının, Rumlar tarafından topyekûn imha edilmesini önlemiş, Türk Milletinin tarihsel, yasal ve stratejik hakkını savunmuş, korumuştuk.

Türkiye bu haklı gerekçelerden dolayı müdahaleyi gerçekleştirmiş, 20 Temmuz 1974’de tarihimize yepyeni bir zafer sayfası daha eklenerek, Yavru Vatanda Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk Halkının varoluş mücadelesi K.K.T.C Devleti ile taçlandırılmıştı…

Bu gün; Kıbrıs konusunu, AB sürecinde bir sorun olarak gören, bu sorunu bu yıl içerisinde mutlaka çözmeliyiz amacıyla yola çıkıp, Kıbrıs Türk Halkı ile Kıbrıs Rum Halkı arasında yaşanan onca tarihsel, hukuksal problemleri görmezden gelerek, Rum’larla iç, içe yaşanabileceğini kendilerine hedef olarak belirlemiş olanlar;

Kıbrıs Türk Halkının bu süreçte nasıl bir irade ortaya koyacağını değerlendirmeden Rum Lideri Anastasiadis’in siyasi manevralarını sessizce izleyerek, bir anlamda destek veriyormuş izlenimini yaratanlar; bilinsin ki, tarihi bir yanılgının içerisindedirler..!

2008 Eylülünden bu güne kabul edilebileceği açıklanan; ‘tek devlet, tek kimlik, tek egemenlik’ tercihi; bu tarihi yanılgının temelini teşkil etmektedir.

Kıbrıs Türk Halkının büyük bir bölümü; bu tercihe, bu gidişe tepkili olup, böyle bir çözümün kabul edilemeyeceğini yüksek bir sesle dile getirmektedir.

Tarihte savaş meydanlarından zaferle dönen ama savaş sonrası yapılan müzakerelerde çoğunlukla kazandıklarını kaybeden olarak anılan bizler;

Rum-İngiliz-Yunanistan ‘Bizans üçgeninde’ kurgulanan, emperyalist güçlerle desteklenen bu yeni oyunu bu defa boşa çıkarmalıyız.

Yarım asırdan fazla bir süredir Kıbrıs’taki varlığımızın milli davamız olarak görüldüğü bu süreçte; Lozan’da Türk-Yunan dengesinin simgesi olan ata yadigârı Kıbrıs adasında, şehitlerimizin kan ve can bedelini taşıyan bu toprakların kaybedilmesine ne Türk Milleti, ne de Kıbrıs Türk Halkı müsaade etmeyecektir.