Res08

Sevgili dostlarım, Tutkunun Sessiz Çığlığı romanımdan özel bir bölümü bugün sizlerle paylaşmak istedim. Varoluş mücadelesi içinde çırpınan papatya Sim’i bir solukta okurken, gelincik İlmek’in alışılmadık bakış açısını yakalıyor ve boyutlar arası kanat çırparken buluyoruz kendimizi. İçimiz açılıyor. 

Satırlarda buluşmak dileğiyle…  - CENGİZ ZIYPAK

Sim, içinde bir şeylerin ısındığını hissetti. Sanki ılık bir akışkan köklerinden yavaş yavaş yükselip gövdesini kat etmiş, sonra da taç yapraklarında sonlandırmıştı aydınlanışı.

“Zaman aslında sensin. Onu sen var edersin. Zamanı düşünürsün ve -hop- bir de bakmışsın ki düşündüğün şey oluvermişsin.”

İlmek’in sahip olduğu berraklık onu daha da çekici kılıyordu. Bilgi dağarcığı inanılmazdı; kendi de öyle. Sim, o günden sonra İlmek’in öğrettiği gibi yaptı. Her sabah uyanınca önce dikkatini topladı, dış dünya ile iletişimini kesti, sonra da kendini seçkin çabasına verdi. Tıpkı zirvede yaşayan papatyalar gibi. Başka bir şeyle ilgilenmedi. Evrenin frekansında bol bol zaman geçirmeye başladı.

İçindeki hazineyi bulmuş ve yaşamı özümsemişti. Zaman nehri olanca coşkusuyla çağıldarken o, kıyıdan yana çabuk bir adım atıp akışın hemen yanı başına -anakaraya- çıkıvermiş gibiydi. Her günkü olağan döngünün dışına çıkabiliyordu artık. Başka bir yerlerdeydi. Zamansızlıktaydı. Gerçek ötesindeydi. Belki de gerçeğin ta kendisi. Anlamsızlığı tattı önce, epeyce sürdü bu; sonra da anlamı duyumsadı. Yeterince doyurucu, bütünüyle yutucuydu yaşadığı. Kalıcı bir ânın içinde bütünüyle çakılı bir halde, kıpırtısızdı. Dinginliğin zirvesindeydi ya da en dibinde.

“Ben de içimde, duru bir yansızlık hissediyorum,” diyordu İlmek.

“Kümenin dışına doğru açılmış papatyayı gördüğüm an bilincim etkinleşti. Bilgi, kısa sürede belleğimde görünür hale geldi. İhtiyaç duyduğumda varlığını hissettirecek bilgilerdi bunlar. Üçüncü boyut. Burada var olan her şey, sıfır boyutta veya bir boyutta var olmaktan çok farklı. İlk iki boyutun anlatılması zaten olanaksız. Onlar ancak ve ancak içinde yer almakla kavranabilecek varoluş biçimleri.

Şimdi ise üç boyutlu yazgının üçüncü seviyeden bir canlısıyım; bir gelinciğim. Mutlağa en yakın formlardan birindeyim. Tek boyuta öykünüyorum. Koşuşturma ortamında eylemsizliği yaşamak, birbirine zıt iki kutup gibi görünüyor. Yine de bu düzenin dengeleyici ve vazgeçilmez bir unsuru oluyor eylemsizler. Sanırım bu sebeple bir çiçek oldum. Nötr veya her ikisi de, veya her nasılsa. Bilincim açık. Çiçek, şiddet içermeyen bir form ve bu sebeple insan ırkının çok azının rağbet ettiği bir model.

Ama çiçek olmak güzel. Yaratılışın evrensel kuralları işliyor üzerimde. Cazibe hoşuma gidiyor. Kırmızı yapraklarımla bunu kolaylıkla başarabilecek güçteyim. Kendimi şanslı buluyorum. İnsan ırkı gibi, bu düzenin mutluluklarına sevinmek, kederlerine üzülmek zorunda kalmayacağım. Yoksa çok yıpranırdım. Teklikten uzaklaştıkça ortamın yorma becerisi artıyor.

Üç boyutlu yaşama sürgün edildim. Bir buluşma gerçekleşmeli. Onu bekliyorum. Gizem çözülünce, peşinden gidilenin cazibesi kalmıyor, çekiciliği sona eriyor. Güzelliğimin ne zamana kadar benimle kalacağını bilmiyorum. Güzelliğimi kaybetmemek gibi bir endişe taşımıyorum. Güzel olmayı ben istemedim.”