Çocuk parkı nedir bilmeyen bizim nesil, yaşadığımız mahallenin uçsuz bucaksız tarlalarını kendince oyun parkına çevirmekte pek mahirdi. Sahibi tarafından ekilip biçilmeyen bir tarlada oynamaktan sıkılınca diğerine gitme özgürlüğümüz de vardı. Televizyon aygıtının hayatımıza girip akşamlarımızı elimizden almadığı zamanlarda en önemli sosyal aktivitemiz mahalle sakinlerini rahatsız etmeyecek uygun ağaç diplerinde toplanıp edep dairesinde muhabbet etmekti.
Evveliyatı bağ evlerinden müteşekkil olmak üzere; beş yüz yılı aşan tarihinin son elli, altmış yılında köyden şehre göç edenlerin tercihi üzerine nüfus patlaması yaşayan Kovanağzı’nda hiç bir zaman kahvehane, meyhane gibi mekânlar olmadı. Haftanın belli günlerinde bir arkadaşımızın evinde toplandığımızda da ikram; çaydan, oralletten öteye geçmezdi.
Her Türk genci gibi biz de futbola müptelaydık ve her birimiz kendini; Halit Kıvanç, Orhan Ayhan, İlker Yasin yahut Abidin Aydoğdu gibi maç spikerlerinin anlatımıyla tanıdığı futbolculara benzetebilirdi. Düzenli bir futbol sahamız yoktu ama saha sorunuz da yaşamazdık. Dört taştan bir kale yapmak kolay işti zira. Önceleri Çakılharman ile Hasırcılar Caddesinin kesiştiği arsayı, sonra Denizköy’de Osman ağa ile Mevlüt ağanın arasındaki parseli ve ilerleyen zamanda Çolak Ayhan’ın evinin olduğu yer ile Taşkentli Yusuf emminin bahçesine sınır çukur tarlaları top sahası yapmıştık.
Futbol şevkimiz yüksek ama intizamlı değildik. Kendimize çeki düzen vermek üzere sözleşip bizim evde toplanmaya karar verdik. Akşam yemeğinde anneme, “Bugün arkadaşlarla bizim evde toplanacağız” deyince o komşuya gitti. Tek isteği ise pencereleri açıp, evi sigara dumanından arındırmamızdı.
Rahmi, Fehmi, Fuat, Akman, Parlament Mehmet, Habip ağanın Mehmet Ali, Kavaklı Ali, Ayhan, Bozkırlı Mustafa, kalecilerimiz Nabi ile kardeşi Murat, Ramazan, Özer ve Ali Osman, Mehmet, Arif Yılmaz kardeşler başta olmak üzere pek çok arkadaşla yer minderlerine oturup futbol ahvalimizi önümüze serdik. Pazar’dan Pazar’a toplanıp maç oynamakla bir yere varamayacağımızı, kulüp prensipleriyle hareket edip düzenli antrenmanlar yapmamız gerektiğini, bunun için bir miktar bütçe ayırmamız icap ettiğini, hatta futbol yeteneği olan başkalarını da aramıza almamızın yararlı olacağını konuştuk. Her kararımızı da tüzük niyetine yazıp imzaladık.
İsimsiz kulüp olmazdı ama Büyük Kovanağzı cenahındaki arkadaşlar maçlara mahallenin adıyla çıkıyordu. Biz büyüklü küçüklü söylemlere girmeden başka bir isim bulmayı uygun gördük. Herkesin gönlünde ya aslan ya kartal ya da kanarya vardı. İstişareler neticesinde İstanbul takımlarını çağrıştıracak bütün teklifleri reddederek Şahin Gençlik’te karar kıldık. Renk seçiminde de benzer iradeyi gösterip Milli duygularla kırmızı beyazı tercih ettik. Herkes haftalığından belirlenen miktarda aidatı ödemeyi kabul edince sıra yönetim kurulunu belirlemeye geldi. İçimizde esnaf olan ve ihtiyaç halinde elini cebine atabilecek yahut çek senet yazabilecek uygunluktaki arkadaşımız Akman Ahmet idi. Teklifi ittifakla herkes kabul ettikten sonra, “Hem takım kaptanı hem de başkansın. Fakat sahada Antrenöre tabisin. Seni oyundan çıkarırsa hocayı görevden almaya kalkma” diye de şakalaşmayı ihmal etmedik. Genel kaptanlık vazifesi ise arkadaşların önerisiyle bana verildi.
Hafta sonları maç yapmak yerine bir süre antrenmanlarla bir oyun kimliği kazanmaya, bu sırada da forma ve diğer malzemeleri temin etmeye karar verip dağıldık. Ertesi gün piyasa araştırmasından sonra stadyumun karşısındaki bir spor mağazasına, beyaz kuşaklı forma siparişimizi verdik. Forma Bursa’da dikilip gönderilecekti ve epeyce beklemek durumunda kaldık.
Biz maç tekliflerini reddedip antrenmanlara yoğunlaştıkça daha çok ilgi çekmeye başladık. Kulüp mantığıyla hareket ettiğimizi duyan civar mahalleler Şahin Gençlik ile maç yapmak için adeta sıraya girmişti. Bunlardan en ısrarlı olanı ise aynı muhiti, hatta aynı sokağı paylaştığımız Yufkacılar’dı. Haydar ağabey meydan okurcasına, “Karşımıza çıkarsanız sizi dozer gibi ezer geçeriz” diye latife ediyordu.
Bir antrenman günü, maç tekliflerini reddediyor oluşumuzun korkaklık olarak yorumlandığı söylenince işin seyrini değiştirmeye karar verdik. Zaten sistemli oynama kabiliyetimiz epeyce gelişmiş ve maça çıkmaya hazırdık. Tek sorun ise formamızın henüz gelmemiş olmasıydı. “Yufkacılar’a teklifi kabul etiğimizi söyleyin, bu Pazar maça çıkalım” dediğimizde Mehmet Yılmaz, “Formalarımız olsaydı onları rahat yenerdik” diye söylendi. Üstelik aynı düşüncede olan başka arkadaşlar da vardı. “Madem keramet formada; o halde bu hafta emanet forma getireceğim ve gerçek bir takım gibi maça çıkacağız” diye taahhütte bulunup bir pansuman çözüm ürettim. Nasıl olsa, bütün amatör kulüplerle iyi bir münasebetim vardı ve elbette birisinden bir günlüğüne emanet malzeme alabilirdim.
Bizim Ferit Hepokur o dönem üç-dört kulübün malzeme sorumlusuydu ve yardımcı olabileceğini söyledi. Yapıspor’un o hafta maçı yoktu. Pazar öğleden sonra gazetede işleri bitirip stadyum gittim ve battal boy çuvalı omuzlayıp dolmuşa bindim. Kral Hüseyin yükün hacmini görünce, “Gardaş, Macur Pazarını mahalleye mi taşıyon?” diye takıldı.
Maç saati yaklaşmıştı ve dolmuş Muhtar Abbas’ın evini geçince sahadaki ahval ortaya çıktı. Yufkacılar ısınırken bizimkiler sere serpe yere uzanmış umutsuz bir bekleyiş içindeydiler ve o ruh haliyle maça çıkmaları gerçekten hüsran getirebilirdi. Kral frene basarken korna yapınca bizim oyuncular dolmuşa dikkat kesildi. Elimde çuvalla geldiğimi fark edince üzerlerindeki rehavet dağıldı. Koşarak ilk gelen Mehmet sarı siyah formalara bakıp “Biz bu maçı aldık” diyerek sırtladı. Şimdi bizimkiler ihtirasla ısınıyor, rakip bizi seyrediyordu. Gerçek bir takım görüntüsüyle sahaya çıkacaktık ve o yıllarda bizim takımdan başka Karabağ Gençlerbirliği genç takımında lisanslı futbol oynayan Bilal Yavaş yıllar sonra Profesyonel 2.Ligde Konyaspor’un stoperi olacaktı. Şahin Gençlik’in ilk takım fotoğrafını o gün çektik. Ne de olsa takıma benzemiştik.
Rakip takımın teklifi üzerine maçın hakemliğini bizden biri, ağabeyim Ekrem Güden yaptı. Çekişmeli, tempolu, bol seyircili ve heyecan seviyesi yüksek bir maç oynanıyordu. Bizimkiler baştan tembihliydi, gol atmak için aceleci değil, sabırlı olacaktık.
Karşılıklı atılan gollerle maç beraberlik halinde devam ederken Şahin Gençlik’i 2-1 öne geçiren gole rakip takım itiraz etti. Filesi ve direkleri olmayan taştan kalede bu tür itirazlar zaman zaman yaşanırdı ama o maçlarda genellikle hakem olmadı. Hakemin gol kararını kabul etmeyen Yufkacılar maçtan çekilmeyi tercih etti.
İlk maçı kazanmış olmak mutluluk vericiydi. Ertesi gün Konya Postasında tek sütun bir başlık altında, yeni kurulan semt takımı Şahin Gençlik’in ilk maçında Yufkacılarspor’u yendiği haberini yayınladık ama klişe devrindeydik ve maliyetli olacağından fotoğrafını vermedik. Daha ilk maçında meşhur ve merak edilen bir takım oluvermiştik. Bir hafta sonra mağazadan telefon edip formalarımızın geldiği haber edildiğinde Şahin Gençlik’le oynamak için sırada bekleyen bir sürü semt takımı vardı.
Çukur tarlada oynayacağımız takımın oyuncuları bizi pek bir küçümsemişti. Isınırken kendi aralarında “Çocuk bunlar” dediklerini duyuyorduk. Evet, yaş hesabı yapılırsa onlar büyüktü. Fakat maç başladığında, bizim oyuncuların top cambazlığı yapıp kendileriyle “arada sıçan” oynadığını görünce gerilip sinirlenmeye başladılar. Muhitten epeyce insan ağaç gölgelerine yerleşip futbolun keyfini çıkarırken, yediği çalımı hazmedemeyen biri, kasti faul teşebbüsünde bulunmanın yanında işi çığırından çıkaracak sözler sarf etmeye başlayınca kavganın ucu göründü. Evet evet, bunlar bizimle resmen kavgaya tutuşmak istiyordu. Fakat Talat ağabey delikanlı adam; oturduğu yerden sıçrayıp endamını arz ettikten sonra, “Hoop beyler, ne oluyor?” diye kükredi. Sahadakiler, sesin geldiği yöne doğru baktıklarında ne gördülerse, adeta solukları kesildi. “Yok bir şey amca. Hadi siz faul atın” diyerek sahalarına dönerken kavga niyetlerini kursaklarına gömdüler. Sadece ağaya kalkıp sesini duyurmasıyla kavgayı bastıran Talat ağabey artık bizim güvenlik sorumlumuzdu.