İstanbul. Bir büyük dünya. Kalabalık, mahşer. Her boydan, her renkten, her dilden, her dinden, her düşünceden, her yetenek basmağından insanın bir arada yaşadığı devasa bir şehir. Onun hakkında yazılan makaleler, şiirler, roman ve hikayeler sayısız tasvirler, betimlemeler. O şehir edebiyatın, sanatın, felsefenin, düşüncenin ana objesi, nesnesi.
İstanbul’un tarihi eskilere dayanan müesseseleri var. İETT böyle bir kurum. Hikayeciler için her gün her bir otobüste yüzlerce hikaye yaşanıyor.
……..
Otobüs durağında bir kadın içeri girerken söyleniyordu. Hem de ne söylenmek. Dolu otobüsün her koltuğunda oturan her yaştan, her cinsten insan onun söylenmesiyle gözlerini ona çevirdi. Dikkatle, ne dediğini anlamaya yöneldi.
-Manyak mıdır nedir. El ettiğim halde otobüs durmadı. Ay bir saattir bekliyorum. Gerizekalı, neden durmaz canım. Manyak mıdır nedir?
Dönüp dönüp aynı hakareti tekrarlıyordu. Otobüsün şoförü meslektaşının arkasından söylenenlere itiraz ederek lafa karışacağı düşüncesiyle endişeyle bekledim. Şoför orta yaşın olgunluğundaydı. Lafa karışmadı. Ama kadın sayısal biletini kullanıp  oturduğu zaman bile söylenmeye devam etti.
-Hayır işim var gücüm var. O hattın otobüsünü bir saattir bekliyorum. Onun önünden geçen otobüsler yolcularını aldılar, bu niye almıyor, ay bir de işaret ettim, elimle işaret ettim.
Kadının yanına oturduğu adam lafa karıştı ama son derece iyimser ve olumlu bir bakışla:
-Ablacığım fark etmemiştir seni, işaret ettiğini görmemiştir.
-Ay nasıl fark etmez, şimdi iki vasıtaya daha binmem gerek. Bir dünya da yol yürüyeceğim. Olur mu canım. Manyak mı ne?
Kadın kısaya yakın orta boylu, beyaz tenli, çipil gözleriyle cık cık’lanarak birkaç durak sonra otobüsten indi.
Kadını teselli etmek isteyen güzel yüzlü, sevecen bakışlı adam karşısında oturan onbir oniki yaşlarındaki kızına sordu.
-Sence kim haklı, kadın mı?, otobüs şoförü mü?
Kız çocuğu kafasının içinde bir muhakemeye başladı ama herhangi bir cevap vermeye hazır değildi. Tereddüt içinde sessiz kaldı.
Kadının karşısında oturan bir başka adam vardı. Alnı kırış kırış. Belli ki her şeyi çok ciddiye alan biri. Onun, düşünce penceresinin önündeki tül perdelerden birini kaldırarak başka şeyler seyrettiğini ondan başkası asla bilemezdi.
-Şimdi bu kadın otobüsü kaçırmadı. Şoför onu görmezden gelmedi. O tam zamanında binmesi gereken otobüse binerek Küçükyalı’ya gitti.
Kadın çok memnundu. Beklediği hattın otobüsü tam zamanında değilse bile çok bekletmeden gelmişti. Başında el örgüsü beresi yüzüne bir nuranilik katıyordu. Bugün zaten güzel rüyalar görmüş, onları işlerinin rast gideceğine yorumlamıştı. Oturacak yer de bulmuş oturmuştu. On dakika sonra da Küçükyalı durağında otobüsten indi. Elinde işlemeli, çok renkli, alacalı bir çantası, bir de ıvır zıvır koyduğu torbası vardı. Kısa boyu ve etli, yağlı vücuduyla topuksuz düztaban ayakkabısıyla adımlamaya görümcesinin evine doğru yürüyordu.
Tam karşıya geçecekti ki önünde iki araç biri birinin önüne geçerek durdular. Sürücüleri ve yanlarındaki arkadaşları hızla ve derin bir nefretle araçlarından indiler. Bir ağız dalaşı başladı. Birbirlerinin en kutsal değerlerine ulu orta küfürler ediyorlardı. Derken her biri biriyle yumruklaşmaya, birbirlerini kıyasıya hırpalamaya başladılar. Herkes biraz merak, biraz da endişeyle seyrediyorlar, aralarına girip onları ayırmaya yelteniyor sonra ürkerek vaz geçiyorlardı.
Başında yeşil bere olan etli, yağlı, orta yaşlı kadın da korkuyla olup bitenleri seyrediyor, bir an önce ortalığın durulmasını bekleyerek, görümcesinin karşı tarafta sokak içindeki evine gitmeyi umuyordu.
-Eyvah silah!
Diye bağırdı biri. Seyredenler biraz tedirgin olarak birkaç adım gerilediler.
Silahın mekanik sesi duyuldu birkaç kere. Ahlar, feryatlar duyuldu ardından.
Kızıyla hoş bir münasebet içindeki güzel yüzlü adam zaman zaman karşısındaki alnı kırış kırış olan hemcinsine göz atıyordu. Kılimanın soğuttuğu otobüste herkes müreffeh bir yolculuk yaparken, onun renkten renge girişini, soğuk soğuk terlemesini izliyor ve bir anlam veremiyordu.
Bir genç bir binanın yıkımı sırasında çıkardığı sese benzeyen bir ses çıkararak yere yığıldı. Ortalık daha bir karıştı. Kimileri araçlarına binip hızla oradan uzaklaşırken yere yığılan gencin arkadaşları onu arabaya taşıyarak hastaneye götürmenin telaşına kapıldılar.
Alnı kırış kırış olan, düşünce penceresinden olanları seyreden adam ‘Hayır’ diye ağzından bir kelime kaçırdı. Güzel yüzlü yolcu adama baktı merakla. Karşıdaki hiçbir şey söyleyemedi. Utandı biraz da. Kendi kendine söylenen biri durumuna düşmüş olmaktan utandı.
Yeşil bereli, çipil gözlü kadında yere yığılmıştı. Seken bir kurşun diz kapağına isabet etmişti. Acıyla kıvranıyor ve etrafına yardım dileyen gözlerle bakıyordu.
Sonra alnı kırış kırış olan adam pencerenin, düşünce penceresinin tülünü indirerek pencerenin önünden çekildi ve otobüse oturduğu koltuğa döndü, Terlemesi durmuştu.
Yeşil bereli, orta yaşlı, etli ve yağlı kadın çoktan inmişti, ama otobüs onu alsaydı karşılaşacağı bu hadiseden de kurtulmuştu.
Düşünce penceresinden bakmayı bilen adam ineceği durağa gelmişti. Kendi kendine söylenirken yine sesli biçimde ifade etmişti.
-Bilebilseydi, başına gelecekleri, otobüs şoförüne ‘Manyak mıdır nedir?’ sözleriyle hakaret etmezdi, ona ‘Hayatımı kurtardınız. Allah senden razı olsun bile derdi.
Kız babası güzel yüzlü adam, alnı kırışık adamın inerken söylediği bu sözlerin ne anlama geldiğini asla bilemezdi.