Tarihte Hıristiyan âleminin, İslam âlemine karşı yaptıkları pek çok savaşlar var…

Bu savaşlara Haçlı Savaşları diyoruz.

Avrupalıların 11. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın sonları arasında Müslümanların elinde bulunan ve Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve dolaylarını geri almak için düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denmiştir.

Haçlı Seferlerinin dini, siyasi ve ekonomik nedenleri vardır:

Dini nedenler: Hıristiyanların, kutsal yerleri, özellikle Kudüs'ü Müslümanlardan geri almak istemesi. Katolik Kilisesi'nin Ortodoks dünyasını egemenliği altına almak istemesi.

Siyasi nedenler: Avrupalıların Türkleri, Anadolu, Suriye, Filistin ve Akdeniz'den uzaklaştırmak istemeleri.

Ekonomik Nedenler: İslam Dünyasının zenginliği, Avrupa'nın fakirliği. Avrupalıların doğudan gelen ticaret yollarına hakim olmak istemeleri. Avrupa'da toprak sahibi olmayan soyluların toprak elde etmek istemeleri. Avrupalıların doğunun zenginliklerine sahip olmak istemeleri…

Bugün değişen nedir?

Hiçbir şey…

İsrail Haçlı zihniyetinin devamı olan ülkelerin sessiz bakışları ve açık destekleri altında Gazze’de 40 binin üstünde Müslümanı şehit etmiştir.

Aynı zihniyet devam etmektedir…

Bir fark daha var…

O da İslam ülkelerindeki iç karışıklıklar…

Hatırlayınız…

Çok uzak olmayan zaman dilimi içinde komşularımız Irak, Suriye, Mısır, Filistin'de iç savaşlar nedeniyle kan gövdeyi götürmüştü.

Gün geçmiyordu ki; Kundaktaki çocuklar, anneler, babalar, yaşlı dedeler, nineler kardeş kurşunlarına hedef olmasın…

Bir bakıyordunuz Suriye’de 2000’e yakın masum insan Kimyasal Gaz kullanılarak şehit ediliyor.

Bir bakıyorsunuz Suriye'den kaçan Müslüman halk komşu ülkelere sığınıyor…

Bir bakıyordunuz Mısır’da 1000’lerce kişi Adeviye Meydanında keskin nişancıların nokta atışlarıyla şehit ediliyor… Tıpkı 17 yaşındaki Esma gibi…

Camiler yakılıyordu, Camilere sığınan insanlar bile cami içinde şehit ediliyordu…

Afganistan'da, Pakistan’da, Bosna-Hersek'te…şehit edilen yüz binlerce masum insan…

Akan kan hep Müslüman kanı…

Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin ve batı ülkeleri olayları ya tahrik ediyor ya da olaylar karşısında duyarsız kalıyordu…

Bundan önceki yıllarda; Afganistan’da, Pakistan’da, Libya’da, Irak’ta, Mısır’da ve pek çok İslam ülkesinde neler olduğunu hepimiz biliyoruz…

Yıllar yılı İsrail, Filistinlilere kan kusturuyordu.

Bugün yine İsrail Filistin'de, Gazze'de ve bazı Müslüman ülkelerde Amerika ve Haçlı zihniyetindeki ülkelerin destekleriyle soykırıma devam esiyor…

Afganistan'da Müslüman kanı akmaya devam ediyor…

İnsanın aklına pek çok soru geliyor.

Türkiye'mizin durumu ne?

Geçmişte Gezi olaylarını bahane ederek İhtilal Provası yapanlara alet olan on binlerce insanımız acaba komşularımızın durumunu görerek bu acıklı durumdan ders almıyorlar mı?

Ergenekon davaları… Balyoz davaları…1960 İhtilali…12 Eylül darbesi…28 Şubat Post Modern darbe.… PKK terörü… Paralel Yapı kumpasları…

İslam ülkelerinde asırlardır iç savaşlar oluyor.

Tarihte Emeviler ve Abbasilerde iç savaşlar vardı.

Günümüzde şu anda Irak'ta, Suriye’de, Mısır’da da iç savaş var.

Bizde;1960 ihtilalini “Kansız İhtilal” diye niteleyenler Rahmetli Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’yu idam ettiler…

Bu Türk Milletiyle savaş değil midir?

Barış bunun neresindedir?

Ya 12 Eylül?

Barış ve savaş hakkında İslâmiyet’in görüşleri nedir?

Müslümanlıkta savaşlar saldırı için mi yoksa barış için mi yapılmıştır?

Savaş kan dökmek değil midir?

Öyleyse barış bunun neresindedir?

Müslüman Türkler savaşta kan dökmemiş midir?

Bedir, Uhut, Hendek, Niğbolu, Kosova, Varna savaşlarında, Malazgirt’te, İstiklâl Savaşı’nda, 28 Şubatta,12 Eylülde, 27 Mayısta kan dökülmemiş midir?

Kur'an savaşı teşvik mi etmektedir?

Barış hakkında Ayet - Hadis var mıdır?

2024’lü yılları yaşadığımız şu günlerde barış hakkında İslamın görüşü Mısırda, Suriyede ve dünyadaki yaşananlara ters düşmüyor mu?

Sorular, sorular, sorular…

İşte Savaş ve Barış hakkında özetlemeye çalıştığım sorulanlar...

İslam dininin insanları ulaştırmak istediği en önemli hedeflerinden birisi barış içinde yaşamaktır.

İslamiyet barış dinidir.

İslam kelimesinin bir anlamı da barış halinde olmaktır.

Müslümanlığı benimseyen, İslama inanan, İslamın emirlerini yerine getirmek için çaba sarf eden kimseler; Her türlü şartlarda doğru bildiğine karar vermeli, önce Allah'la, sonra kendisiyle, en sonunda toplumla ve insanlıkla barış halinde olmalıdır.

--“Allah'a karşı barış halinde olmak” demek;

Onun gönderdiği emirleri tutmak, yasaklarından kaçınmak, Peygamberlerine, kitaplarına inanmak, onun gösterdiği yoldan yürümek demektir.

Allah'a inanan, onun emrettiği şekilde yaşayan, gönlünde Allah inancı olan insanlarla birlik olan, Allah dostlarına destek veren, Allah'a karşı barış halinde olan insandır.

--“Kendine karşı barış halinde olmak” demek;

Dengeli ve dürüst bir hayat sürmek demektir.

Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği vücudunu; İçki-kumar gibi kötü alışkanlıklarla yıpratmamasının gerekliliğini bilmektir.

Ölçülü yaşayan, yapacağı görevin kutsallığına inanarak insanlarımızdan destek isteyen ve destekleyeceği kişilerde güven- inanç, dürüstlük arayan, doğruluk prensibinin kutsallığını kendi iç dünyasında yaşatan insan, kendine karşı barış halinde olan insanlardır.

--“İnsanlara karşı barış halinde olmak” demek;

Çevreye kötü örnek olabilecek davranışlardan kaçınmak, herhangi bir mevki ve makama geldiği veya getirildiği zaman topluma yararlı işler yapmak, devletten aldığı her kuruşun hakkını alın teriyle ödemek, layık olmadığı görevlere talip olmamaktır.

Bir göreve talip olacağı zaman yapabileceklerini vaat etmek, değişik vaatlerle iş başına geldiği zaman dürüst-adil hareket etmek, insanlarla kardeş gibi yaşamaya çalışmak demektir.

Elinden, dilinden ve davranışlarından insanların emin olduğu kimse;

Dürüst, güvenilir, namuslu insandır.

Gönlünde vatan, millet, bayrak sevgisi yatan kimse;

İnsanlığa karşı barış halinde olan kimsedir.

Allah'ın emirlerine inanan ve hatta yönetime talip olan insan;

Yalancılık, sahtekarlık, rüşvet, yolsuzluk, karaborsa, zimmet, iltimas gibi halkımızın benimsemediği davranışlardan kaçınmalıdır.

Kin ve intikam, huzursuzluk, karamsarlık ve hırçınlık gibi zaaflardan kurtulmalı, herkesle barışık olmalıdır.

İç huzura ermek ve vicdanen huzurlu olmak ancak bu suretle mümkün olur.

Komşu ülkelerimizden Irak'ta, Suriye'de, Mısır’da yaşanan olaylar tamamen İslam'ın BARIŞ ölçülerine ters düşen bir durum…

Ülkemizde; 27 Mayıs 1960 ihtilali,12 Eylül darbesi, 28 Şubat darbesi ve 28 Şubat kararları BARIŞ adına gerçekten düşündürücü…

Aynı ülkenin insanları…

Bilmem ki barış bunun neresinde?

Müslümanların Müslüman olmayanlarla münasebetlerinde bile esas olan “BARIŞ ”tır.

İslamiyet'te savaş, kan dökmek için değil, İslamiyeti tebliğ ve Müslümanların emniyetini sağlamak için yapılır.

“-Müslümanları ve Müslümanların topraklarını düşmanın taarruzundan korumak ve esaret altına girmemek ”,

“-İnsanlar arasında güvenliği kurarak din ve vicdan hürriyetini sağlamak”,

“-Zayıfları ve güçsüzleri zalimlerin zulmünden kurtarmak” İslamiyete savaşın haklı gerekçeleridir.

Bunlar “meşru müdafaa” ile izah edilebilecek sebeplerdir.

“Asr-ı saadet” ve bunu takip eden “Hülefa-i Raşidîn” devirlerinde yapılan savaşların hepsi nefs-i müdafaa savaşlarıdır.

“Bedir”, “Unut”, “Hendek” ve diğerleri hep savunma savaşlarıdır.

Müslüman milletimizin tarihteki savaşları da bu espriye uygundur.

Niğbolu, Kosova ve Varna’dan İstiklâl Savaşımıza kadar bütün savaşlarımızda “meşru müdafaa” haklı sebebi vardır.

Malazgirt Zaferi’nden sonra mağlûp ordu ve kumandanına barış eli uzatılmış, İstanbul’un Fethinden sonra Bizans halkına milletimizin tarihi müsamahası sergilenmiş, 30 Ağustos Zaferinden sonra istilacı ordunun kumandanına güler yüz gösterilmiştir.

Cenab-ı Allah Bakara Sûresi’nin 208. ayetinde inananlara sulh çağrısı yapmakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin.”

Aynı Sure'min 224′üncü ayetinde de barış emri te’yid edilmektedir:

“-Müslümanların arasını düzeltmeniz, günahtan sakınmanız ve iyi olmanız için Allah'a yaptığınız yeminleri engel kılmayın. Allah her şeyi işitir ve bilir.”

“Sulh hayırdır” ayetinde ise, her işimizde “sulhu” tercih etmemiz bildirilmektedir.

Bu sebepte; “Yurtta ve cihanda sulh” dinimizin de emridir.

Yurtta ve cihanda sulh halinde olmak, güçlü bulunmaya bağlıdır.

Sulh ve sükûn istiyorsak, devlet olarak güçlü olmaya mecburuz.

“Güçlü devlet” olmak, dışarıdan yapılacak saldırılar için caydırıcı bir sebeptir.

İçerde ve dışarıda barış istiyorsak, “en güçlü” olmaya mecburuz.

“Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız” ayeti bunu emreder.

“Düşmana düşmanın silâhı ile mukabele ediniz.” Hadis-i Şerifi bunu tavsiye buyurur.

Bu sebeple cephede de, cephe gerisinde de güçlü olmalı, sulh ve sükunu sağlamak üzere her zaman hazırlıklı bulunmalıyız.

En etkili barış, kuvvetli olmaktır.

Barışı prensip edinen Peygamberimiz, yaşayışında hep sulh istemiş, fakat bunu sağlamak üzere hep savaşa hazır olmuştur.

Biz de Peygamberi örnek edinen bir millet olarak barışa talip olmalı, ancak bunu sağlamak üzere güçlü bulunmalıyız.

Zira inandığımız Müslümanlık, kendi iç dünyamızda da çevremize karşı da daima “BARIŞ” halinde olmamızı emreden bir dindir.

Biz Türk milleti olarak bugünlere kolay gelmedik. Barış için savaşırken pek çok insanımız cephede kolunu, bacağını kaybetmiş, şehit düşmüştür.

Rus ordularının, Haçlı ordularının, Yunan ordularının yaptığı zulüm nesilden nesile anlatıla gelmiştir.

Öyleyse İslam ülkeleri içinde ve ülkemizdeki bu ayrılık niye?

Komşularımız Irak'ta, Suriye’de, Mısır’da bu ihtilaller, bu karışıklıklar niye?

Ya bizdeki karışıklıklar?

Hala devam eden GEZİ PARKI eylemleri…Her gün bir yenisi yazılan İhtilal senaryoları…

Artık millet olarak, siyasetçi olarak, insan olarak, cemiyet olarak, aile olarak toparlanmaya, birlik-beraberlik içinde, barış içinde yaşamaya mecburuz.

Kur’ân-ı Kerim’de;

“Birbirinizle ihtilafa düşerek çekişip durmayın. Aksi halde başarısızlığa düşersiniz. Gücünüz, kuvvetiniz kaybolup gider,” buyrulmaktadır.

Yine:

“İnanmayanlar bile birbirlerine yardımcıdırlar… Şayet siz böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve kargaşa ortaya çıkar” buyruluyor…

Peygamberimiz de:

“Sakın benden sonra ihtilafa düşmeyiniz” buyuruyor.

Ayet ve Hadisler bizlere bir mesaj vermektedir.

Aklı başında olan herkes bir konuda karar verirken bu mesajları iyi düşünmesi lazımdır.

Dünya yürüyor…

Yürüyen ve ilerleyen dünyada düşmanca davranmak, barış halinde yaşamamak bizleri çağın ve ihtiyaçların gerisine götürecektir.

İslam Ülkeleri olarak, Türk Milleti olarak, iktidar ve muhalefet partileri olarak menfaatimiz ayrılıkta, kavgada değil, birleşmede ve barıştadır.

2024’lü yılları yaşadığımız şu günlerde İslam Ülkeleri olarak Hıristiyan aleminin Müslümanlara yaptığı kumpas, kurduğu tuzaklar iyi bilinmeli, her şeyin en doğrusu yapılmalı, verilecek en doğru kararlarla İslam Ülkeleri ve ülkemizin geleceğini, kendi geleceğimizi, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini kendimiz belirlemeliyiz.

Hoşça kalınız.