Albert Aynştayn zekâsı ile dünyaya nam salmış dahî bir bilim adamıdır. O’nun bu “çocuk adam olmaz” diye çocukken devam ettiği okuldan atıldığını biliyor muydunuz? Dahî bir çocuk ve değil O’nu eğitebilmek,O’nun dehâsını dahi algılamaktan aciz bir eğitimci gürûhu ve çevre. Herhalde bu dehânın bizim tanıyıp bildiğimiz Aynştayn haline gelmesi çok çileli olmuştur. Ama sıradan insanlar bir diğerini kendileri gibi bulmuyor, onda bazı farklılıklar gözlemliyorlarsa çok kolay karalar, mahkûm eder, linç ederler. İdrak seviyesi veya dehâsı yüksek insanların kaderidir anlaşılamamak. Onlar anlayış görmek bakımından geri zekâlılar kadar bile şanslı değildirler. Ama onlar hayatlarında çektikleri çilenin aksine ölünce destanlaşırlar. Biz kendi zamanımızdan onların hayatına iç yangısıyla bakarız. * * * Kendisi de bir dâhî olan ve otuz sekiz yıllık ömrüyle Türk Hikâyeciliğinin medhalini oluşturan Ömer Seyfettin’in de bir “Büyücü” hikâyesi vardır. Türkistan’dan gelip Şam’ın doğu tarafındaki Türk mahallesine yerleşen Doğan Bey Doğan Bey adlı bir âlimi anlatır: Gençliği medreselerde geçmiştir. Çoluk çocuğa karışmamıştır. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili, büyük bir bahçenin ortasında yer alan evinde uşağı ile yaşar. Dışardan her türlü ihtiyacını uşağı temin eder. Ancak tüm şehir halkı O’nunla meşguldür. Ne ile uğraşıyor? Niçin dışarı çıkmaz? Evine niçin gelen giden yok. Sessiz, sakin ve meçhul hayatıyla şehrin en büyük derdi, dedi kodu konusudur Doğan Bey. Selahaddin Eyyûbî Şam’a girince Şam halkının Sultan’dan ilk isteği Büyücü Doğan adını taktıkları bu uğursuz adamın Şam’dan def’i olur. Ve kendi halinde yaşayan, hiç kimseye bir zararı görülmemiş olan Doğan Bey ve uşağı ertesi gün birkaç parça eşya ve yedeklerinde birer deve ile Şam’ı terk ederler. Bir müddet sonra Selahaddin Eyyûbî Akka Kalesini fethe girişir. Ama karşısında koskoca bir haçlı ordusu vardır ve kale burçları yanmaz, yıkılmaz bir biçimde imar edilmiştir. Ordunun ümidi sönmek üzere iken birden burçlar tek tek yanmağa ve yıkılmağa başlar ve Akka Kalesi feth olunur. Sultan bunun nasıl başarıldığını merak eder. O’na bu işi başarmaya yardımcı olan âlim ihtiyarı getirirler. Halk coşku içinde bu adamı eller üzerinde şehrin sokaklarında dolaştırmaktadır. Sultan’ın huzuruna getirilen adam Şam’dan halkın şikayetleri üzerine kovulan büyücü Doğan’dır. Selahaddin Eyyûbî O’ndan mükafat olarak ne istediğini sorar. Kendisine ne isterse verilecektir. Halkın uğursuz büyücü olarak tanımladığı Doğan Bey’in bir tek isteği olur. “Beni bu halktan kurtarınız.” Zira cahil kitleler cezalandırırken de, mükafatlandırırken de hakka riayet etmemekte ölçü tanımamaktadır. Bir kişinin dudaklarından çıkan suçlama, binlerce kişinin haykırışına dönüşmekte ve haksız yere masum bir insan kolaylıkla linç edilebilmektedir. * * * Arthur Miller’in Cadı Kazanı adlı oyununa bilet almıştık. Ancak bazı aksaklıklar yüzünden Çetin Altan’ın 7. Köpek adlı oyunu sahnelendi. Oyun başladıktan kısa bir müddet sonra iyi ki 7. Köpek’i seyretme imkânı bulduk diye düşündük. Gazeteci ve yazar olarak tanıdığım Çetin Altan’ı ilk defa tiyatro metni yazarı olarak tanıyordum. Ve insanı ne denli iyi tanıdığına da şahit oldum bu oyunla. Seyrederken Aynştayn’ı Galileo Galilei’yi ve Büyücü de hatırlamadan edemedim. Kasaba’ya sonradan yerleşen bir doktorun hayatını anlatıyordu oyun. Doktor tahsilini yurt dışında yapmıştır ve ülkesinde doktorluk yapma hakkına sahip değildir.Yaşlı hizmetçisi ve kız arkadaşı dışında kimse ile görüşmemekte, evinde ilmi çalışmalarla meşgul olmaktadır. Etraftaki köpekleri toplayarak deneylerinde kullanmaktadır. Bu arada doktorun temizlik işlerine bakan yaşlı kadın kaybolur. Sürekli kasabanın dedikodu malzemesi ola doktor bu defa katil olmakla da suçlanır. Halk doktoru kendi uydurdukları ithamlarla linç eder ve öldürürler. Yaşlı temizlikçi kasaba halkının dedikodularının bir önceki mahkumu olan kocasını aramağa gitmiştir ve bir müddet sonra geri döner. Doktor çalışmalarından elde ettiği sonuçlarla uluslar arası ve önemli bir bilim ödülünün sahibi olur. Ama hayatının en verimli çağında kendi toplumu tarafından katledilmiştir. Aynı insanlar O’nun ödül alması üzerine “biz biliyorduk O’nun katil olmadığını, büyük bir insan olduğunu” şeklinde söylemlerle Doktor’u methetmeğe başlarlar. Fakat bu arada sıra kasabaya yeni gelen ve büyük bir fedakârlıkla öğrencilerle ilgilenen yeni öğretmenin başını yemeğe gelmiştir. Doktor, doktorlar … çok kolay unutulurlar. Kimilerinin kafası çalışır, kendisi çalışır büyük bir aşkla kimilerinin. Vakti yoktur lüzumsuz gevezeliklere. Ve çoğunluk iş edinir çalışmaktan konuşmağa vakit bulamayan insanları konuşarak vakit öldürmeyi. Ve sonunda hiç olmazsa toplumun dışına atarak çalışan insanları da yaşarken öldürmeyi. Kafası çok çalışan insanlara da, kendisi çok çalışan insanlara da hayat hakkı tanımaz sıradan insanların çoğunluğu. * * * KÜMBET Dergisi Tokat’ta yayınlanmakta ve bahar sayısına Çanakkale Destanını kapak yapmış. Ahmet Divrikoğlu da Çanakkale kahramanlarından Kınalı Ali’yi anlatıyor. Nihat Aymak ve Hasan Akar’ın yazıları Sarıkamış’ı konu ediniyor. Editörlüğünü Emin Ulu’nun yaptığı dergide Turan Erdoğan, Osman Çakmak, Ali Bal, Muhsin Demirci, Mustafa Şahin, Yusuf Karabacak, Mahmut Hasgül, Birsel Atmaca, Ahmet Uludağ,Selahattin Cansız, Sena Menabit, Mehtap Bulut, Zeki Gürel nesirleriyle; İlhan Koçgöz, Remzi Zengin, Hüseyin Koç, Hamdi Ertürk, Ebubekir Tahiroğlu, Fıtnat Ergül, Fatma Cengiz, Ali Cihangir, Ayhan Nasuhbeyoğlu, Mehmet Kaş, Nazlı Rana Gürel, Meliha Turgut şiirleriyle yer alıyorlar.