Büyük Türk Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethettikten sonra “cami olarak hizmet vermek üzere” vakfettiği, insanlık tarihinin önemli eserlerinden Ayasofya batılıların dayatmasıyla son 86 yılda müze olarak hizmet vermişti. Ulu mabedin, geçen hafta 24 Temmuz günü Cuma Namazıyla birlikte ‘Fetih ve Fatih ruhuna’ yeniden tevdi edilişi İslam coğrafyasında büyük coşku meydana getirmesine karşılık batı dünyasında hüzün ve hüsran duyguları uyandırdı.

Tarihe baktığımızda Ayasofya’nın Bizans’ın elinde hiç huzur bulmadığını görürüz. İlk olarak 324-337 yılları arasında 1.Konstantinos’un inşa ettirdiği Ayasofya çıkan bir isyanda yanmış ve o yapıdan günümüze herhangi bir kalıntı ulaşmamıştır. 2.Theodosius’un ikinci defa yaptırdığı Ayasofya ise 415 senesinde ibadete açılsa da 532 yılındaki Nika ihtilalinde yakılıp tekrar harap edilmiştir.

İmparator Justinianus Ayasofya’yı üçüncü defa yeniden inşa ettirmeye karar verip çağın ünlü mimarı Isidoros ile Anthemios’u görevlendirirken Anadolu’daki antik şehirlerden de sütün, mermer ve başlık gibi kıymetli eserleri İstanbul’a naklettirir. Böylece Ayasofya yakıldığı yılın sonunda üçüncü defa inşa edilmeye başlanır. İnşaat beş yıl sonra 537’de tamamlanır. Fakat bilhassa kubbenin sıvaları sık sık dökülmekte ve tamir kabul etmemektedir.

Tarihler 571’i gösterirken cihana bir güneş doğmuş, Hz. Muhammed (SAV) dünyayı teşrif etmiştir. Rivayet edilir ki Kutlu Doğumun vuku bulduğu gece dünyanın ‘küfür beldeleri’ zelzele ile sarsılır ve Kisra’nın sarayı yerle bir olurken Ayasofya’nın da kubbesi yıkılır. Tamirata başlanır; fakat bir sorun vardır; kubbe bir türlü sıva tutmaz. Mimarlar yıllar boyu türlü karışımlarla harç hazırlasalar da sonuç alamazlar. Yıllar yılları kovalar; çare bulunmaz.

Keşişlerin Ayasofya için çareleri konuştuğu bir gün, Hızır (AS) olduğuna kanaat edilen zât “Mekke’de İslam Peygamberi Muhammed (SAV) var; mübarek insandır. Ondan yardım isteyin” mealinde tavsiyede bulunur. O güne değin her çareye başvurup, bilinen mimarlardan ümidini kesen yaklaşık 300 keşiş bu tavsiyeye kayıtsız kalmayıp Mekke’nin yolunu tutar.

Kâinatın Efendisi ziyaretçilerini, beraberindeki heyetle misafir eder. Ve ‘Bir türlü onarılamayan kubbeye çare istenmesi üzerine’ mendilini yere serip, içine bir avuç toprak koyar, üzerine de tükürüğünü bıraktıktan sonra bağlayarak keşişlere uzatırken Hz. Ömer hayretle bileğinden tutup sorar;

-Ey Allah’ın Resulü! Yardım etmekte olduğunuz yer bir Kilise; neden bunu yapıyorsunuz?

İnsanlığın Efendisi’nin bu soru üzerine verdiği cevap sonraki yüzyıllara adeta vasiyet niteliğindedir;

-Ayasofya bir gün Cami olacak da onun için yardım ediyorum ey Ömer!

Bakın sonra ne oluyor?

Mekke’den bir miktar toprağın yanı sıra 70 deve yükü kadar da zemzem suyu alan Keşişler İstanbul’a dönerken İznik’te mola verir. Peygamber Efendimizin düğümlediği mendili burada her nedense açarlar ve bir miktar tükürüklü toprak yere saçılır.  İşte o an yer adeta kaynar; sular toprağı yutar ve İznik Gölü meydana gelir. Velhasıl, bu hadise üzerine keşişlerin zihni berraklaşır, doğru iş yaptıklarına kanaat getirirler. Ayasofya’nın kubbesi bu toprakla sıvanır ki, kubbenin halen Peygamber Efendimizin nuruyla ışıldadığı rivayet edilir.

İznik Gölü Anadolu’da peygamberimizin tükürüğünden vücuda gelen nadide bir eserdir. Diğeri de Ayasofya Camii’dir. Osmanlı’nın İznik’e verdiği önemin de sebebi budur.

**

İstanbul’un Fethindeki kutsiyet doğrudan Ayasofya’yla ilintilidir. Hatta belki de ‘fethi sonraki çağlara hedef gösteren müjdenin gerçek sebebi’ Ayasofya’dır. Bu açıdan bakıldığında ‘İstanbul’u fethedip Ayasofya’yı da Cami yapmak’ son Peygamber Hz. Muhammed (SAV)’ın Müslümanlara bıraktığı bir vasiyettir. Sultan Fatih ve onun askerleri bu kutlu vazifeyi yerine getirmekle şereflenirken, onların emaneti de bugünlere geldi.

Sultan Fatih Peygamberimize ait hiç bir zerrenin kaybolmasını istemediği için Ayasofya’nın duvarlarına, hatta sembol motiflerin de korunmasına özen göstermiştir. ‘Peygamberim ismini telaffuz etti’ diyerek de ‘kutsal, aziz, bilge’ anlamlarını taşıyan Ayasofya adını değiştirmedi.

Sözün özü; Ayasofya’yı bugün yeniden cami olarak düzenlemek Sultan Fatih’in emanetine riayet etmenin ötesinde Peygamber Efendimizin vasiyetini/muradını yerine getirmektir.

10 Temmuz 2020 Tarihli Danıştay Kararı, aynı tarihli Cumhurbaşkanlığı Ayasofya Kararnamesi ve 24 Temmuz 2020 tarihli açılış bu açıdan daha bir önemliydi.

**

ÇIKARIN MASKELERİ,

KORONA SİZDEN KORKSUN!

Burası Kovanağzı… Mahallenin gülen yüzü Ali Bakkal (Dere) son umre ziyaretinde yakalandığı Korona hastalığından kurtulamayıp vefat etti.

Olsun… Siz Ali Bakkal’ın yüksek şeker hastası olduğunu düşünün ve çıkarın maskelerinizi!

Burası Kovanağzı… Bir dönem mahallenin futbol takımı Şahin Gençlik formasını da giyen matbaacı, Konya’ya ilk selefon tesislerini kazandıran Hüseyin Gezginç nefes darlığı şikâyetiyle gittiği hastanede ertesi gün Korona’dan vefat etti.

Olsun… Siz Hüseyin’in başka rahatsızlıkları olduğunu, mesela ‘kalp ameliyatı geçirdiği için zaten risk grubuna’ girdiğini düşünüp çıkarın maskelerinizi!

Burası Kovanağzı… Hayırsever Ali Taşoluk’un oğlu Osman Taşoluk Korona hastalığına yakalanıp vefat etti. 

Olsun… Siz Osman ağabeyin bir süredir başka hastalıklarla da mücadele ettiğini söyleyip çıkarın maskelerinizi!

Kovanağzı’nın emekli imamı İhsan Ünlükaçar Korona’dan hastaneye alınmış, Fuat Güntekin yüksek ateş ve öksürük şikâyetiyle gittiği hastanenin Korona servisinde müşahede altındaymış; size ne! Çıkarın maskelerinizi!

Kovanağzı’nın Mehmet Güden Hoca Efendisi 30 Mart’ta yatırıldığı hastanede Korona yüzünden 18 gün entübe kalmış, 42 günlük tedavi sürecinden sonra evinde halen nekâhat dönemindeymiş. Size ne, çıkarın maskelerinizi ve fırlayın dışarı; sokaklar boş kalmasın! Alış veriş merkezleri, çarşı-pazar siz olmayınca pek bir mahzun kaldı; durmayın, koşun!

Ramazan’ın ortasından beri Kovanağzı’nda izole durumdayız. Konya Korona’da rekora koşuyor ve çevremizdeki insanlar bize ‘Bu kadar kapanan bir siz varsınız’ diyor. Korona’dan yaşadıklarımızı bir Allah, bir de biz biliriz! Eğer siz de bilseydiniz değil çarşı-pazara çıkmak, başınızı pencereden dışarı uzatmazdınız.

Bütün bunlar Meram’ın bir mahallesinde, ardışık sokaklarda yaşananlar. Yazır, Bosna gibi ‘ilçe ölçekli’ mahallelerdeki durumu bir Allah, bir de yetkililer!

Artık tehlikenin farkına varın ve takın maskelerinizi. Hatta dönün evlerinize ve acil ihtiyaçlarınız dışında dışarıya adım da atmayın.

**