Bizim nesil hüzünlü Ayasofya söylev ve şiirleriyle büyüdü. En güzel ağıtlar ona yakıldı, en haşmetli nutuklar onun için söylendi. Esasen, Bizans’ın fakirlik ve ilgisizlikten harabata terk ettiği Ayasofya’nın o halini görünce çağ kapatıp yeni bir çağ açan fethin kumandanı Sultan Fatih’in dudaklarından şu dizeler dökülüvermişti:

Örümcek Kisra’nın takında perdedarlık ediyor,

Baykuş Efresyâb’ın kalesinde nevbet vuruyor.

Sonrası malum; Sultanlar Sultanı, bakımsızlıktan mezbeleye dönmüş Ayasofya’yı yeniden imar ve ihya ederek İslam’ın hizmetine sundu. Gel gör ki, 20. yüzyılın başlarında bitap düşen Osmanlı’dan sonra ülkemiz tarih sahnesindeki varlığını yeni bir hüviyetle sürdürürken ‘o günlerin ağır siyasi şartlarından olsa gerek’ Ayasofya ‘tadilat kararıyla ibadete kapatılıp’ sonraki zamanda da müze olarak tefriş edilerek vaktin akışına bırakılmıştı. Osman Yüksel Serdengeçti bu duruma karşı çıkan ediplerdendir;

‘Ey İslam’ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!

Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!

Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun, diye başlayan meşhur şiirinde; 

“Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?

Seni çırılçıplak soyan kim?” diye sormayı da ihmal etmiyordu.

Ya İlhan Berk’in Ayasofya’yı tasvirine ne demeli?

‘Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış, bütün iştahıyla ağlıyor’ derken şair, ne de güzel anlatıyordu elem veren mukadderatı.

Fakat bütün bunlardan başka bir de Necip Fazıl’ın “Ayasofya; ne taş ne çizgi, ne renk ne hacim, ne de bütün bunların madde senfonisi; sadece mana, yalnız mana” cümleleriyle tasvirde bulunduğu bir Ayasofya Hitabesi vardır.

 “Ayasofya üzerinde çok lâf ettik! Ama lâfta bile onu tasavvur edebilmiş, mülkiyetimiz altına alabilmiş değiliz!” dediği söylevinde Üstat “Biz kimden neyi istiyoruz” diye sorduktan sonra derin bir tahlil yapar:

“İstanbul’daki Süleymaniye, Edirne’deki Selimiye, bunlara karşılık da Roma’daki Sen Piyer, Paris’teki Notrdam, bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hattâ gayelerine bağlı mana kıymeti olarak, Ayasofya’nın eşik taşına bile denk değildir. Zira bütün bunlardan her biri, kendi gayesinin tabiî şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş eserler, Ayasofya ise bunların yanında bir kümes bile olsa, öyle bir nasibin sahibi ki; ne madde, ne de tek taraflı mana ölçüsüyle ona varmak kabil değildir”

Üstadın bu hitabede can evimizi sarsan sözlerine dikkat edin:

“Ayasofya, bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan abidesidir. Öbürleri belli başlı ruh içinde birer mekân da, Ayasofya mekân içinde ruh; zıt mekânda galip ruhtur. Yeryüzünde çok kilise camiye ve nice cami kiliseye çevrilmiştir ama böylesi, tarihi şartları bakımından tektir.”

**

Geçtiğimiz Ramazan Bayramında Ayasofya’da Fetih Suresi’nin tilavet edilmesi bu ulvi mekânın yeniden Cami olarak tefriş edilerek ibadete açılması beklentilerini ‘haklı olarak’ yükseltirken umulmadık çevrelerde de az bile olsa ‘hayal kırıklığı’ kabilinden aykırı sesler de yükselmişti. Ayasofya’nın aslına iadesine ilişkin Danıştay’da açılan davanın karar yazım aşamasında Yunanistan Ortodoks Kilisesi Lideri, Atina ve Yunanistan Başpiskoposu Leronymos “Türkiye’nin Ayasofya’yı camiye dönüştürmeye cüret edebileceğini sanmıyorum” diyerek kendince bir güç gösterisinde bulunmaya çalıştı. Siz buna ‘bir nevi’ meydan okuma da diyebilirsiniz. Başpiskopos’u bu sözleri sarf etmeye cesaretlendiren de ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Fransa Dışişleri Bakanlığı ve Rusya Ortodoks Kilisesi’nin yaptığı ‘Ayasofya’nın statüsünün korunması çağrısı’ olmalıydı.

Esasen Ayasofya’nın fetih ruhuna tevdii hususunda beklentilerin bu kadar yükseldiği hiç bir dönem olmamıştı. Bu beklentinin artık tehir edilmemesi de gerekirdi. Neticede Danıştay “Ayasofya’nın Vakfiye ve tapu kayıtları gereğince ancak cami olarak hizmet verebileceğine’ üstelik oybirliği ile hükmedince onlarca yıldır süren esaretin zincirleri çatırdadı. Aynı gün bu kararı takiben Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Ayasofya’nın cami olarak hizmet vermesi için Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmesine” hükmeden kararnameyi imzalayarak zincirleri kırdı, gönüllere gül serpti. 

Evet, Ayasofya’nın aslına tevdi edilmesi gerekirdi, zira bu ulvi yapı sıradan bir cami değil, bir aidiyetin hüviyetiydi. Tarihin ağır şartları sebebiyle bir müddet mahzun, boynu bükük bırakılan Ayasofya yine bir ikindi vakti ezanla çınlarken yaklaşmakta olan kıyamın sesleri İslam Dünyasında yankılandı. 10 Temmuz günü 14.53’de açıklanan Danıştay Kararının ardından aynı gün 20.53’de Ulusa seslenen Erdoğan “Ayasofya’nın dirilişi Mescid-i Aksa’nın özgürlüğe kavuşmasının habercisi, Müslümanların fetret devrinden çıkış iradesinin ayak sesleridir” diyerek adeta yeni bir çağın başladığı mesajını verdi. İlk Cuma namazının 24 Temmuz’da kılınması kararı da ‘Lozan’ın yıldönümüne’ isabet etti ki, siz buna da ‘meydan okuma’ diyebilirsiniz.

Ömrünü Ayasofya sevdasıyla tüketip aslına iadesini sağlamak üzere çaba gösteren bütün gönül adamlarının gayretleri nihayet vücuda geldi. Bu ulvi davayı ayakta tutmak uğruna emek veren, gayret sarf eden, yargılanan, hüküm giyen herkesi saygıyla anarken, Danıştay Üyeleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ediyoruz.

**

ÇOCUKLAR SOSYAL PLATFORMUN

PENÇESİNDEN KURTARILMALIDIR

Son aylarda sosyal paylaşım sitelerinde giderek zirveye ulaşan yalan, iftira ve hakaretler bu mecraların kontrol altına alınması ve mutlak surette arındırılması gerçeğini inkâr edilemez bir şekilde ortaya koydu. Erkek, kadın ve hatta ilkokul seviyesindeki çocukların dahi, adına ‘sosyal medya’ denilen platformları kullanıyor olması bu başıboş alanlardaki tehlikeli propagandaları daha da vahim hale getiriyor.

Çocuklar demişken; özellikle internet üzerinden oynanan bilgisayar oyunlarının çok büyük tehlikeler taşıdığı ifade ediliyor. Bir dönem her seviyesinde çocukları yönlendirerek intihara sürüklediği belirlenen Mavi Balina’dan sonra şimdi de Mavi Bebek adlı bir oyunun çocukların akıl almaz korkulara sürüklediği ve ölüme götürecek kadar etki altına aldığı belirtiliyor. Bunlardan başka görünüşte ‘masum gibi duran’ ancak çocukları gerek inanç gerekse ahlaki yönden sapkınlıklara sevk eden oyunların varlığından bahsediliyor. Sosyal medya gibi, çocuklara hitap eden oyun sitelerinin de ciddi denetimlere tabi tutulması gerekiyor.

**

S.Ü’DE AKSOY İLE YENİ BİR DÖNEM BAŞLADI

Selçuk Üniversitesi uzun yıllardır Tıp Fakültesi bünyesinden seçilen Rektörler tarafından yönetilirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 24 Haziran’da Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanlarında Lisans-Yüksek Lisans yapmış olan Prof. Dr. Metin Aksoy’u Rektörlüğe atadı.

Yüksek Lisans Tezinde Irak’ın Stratejik ve Bölgesel Önemi üzerinde çalışan, Doktora Tezinde ise Türkiye-AB İlişkilerini ele alan Aksoy Rektör Yardımcılıklarına Prof. Dr. Mustafa Ersöz, Prof. Dr. Emrullah Eken ve Prof. Dr. İlhan Çiftçi’yi, Danışmanlıklara da Prof. Dr. Hakan Karabağlı ve Prof. Dr. Fatih Mangır’ı atayarak yeni dönem çalışmalarına başladı. Milli duruşa sahip olmakla bilinen Aksoy’u tebrik ediyoruz.

**

DERBENT TARİHİNE IŞIK TUTAN ESER YAYINLANDI

Necmettin Erbakan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Çaycı'nın sabırla ve uzun uğraşlarla hazırladığı, bizim de Derbent mutfağını yazarak katkı verdiğimiz “Aladağ’ın İncisi Derbent’ adlı kitap nihayet raflarda yerini aldı. 490 sayfa hacimli ve renkli baskılı eser ilçeye ilk çağlardan itibaren ışık tutuyor. İlçenin tarihi, turistik ve kültürel yönleri çok sayıda akademisyen ve yazar tarafından kaleme alınan esere emek veren başta Sayın Çaycı olmak üzere herkese teşekkür ediyoruz.