Mustafa KEMAL’DE içimizden biriydi.

Herhangi birimizden bir farkı yoktu.

Duygularını bazen doyasıya yasar.

Bazen de gönül telinde fırtınalar kopardı.

EVET ODA SEVDİ

Fikriye Hanımın  ailesi, Türk halka karşı gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle önce Selanik'e, ardından da İstanbul'a taşındı.

İstanbul'a geldiklerinde sırayla annesini, babasını ve son olarak da genç kız kardeşini kaybetti. Bir başına kalan Fikriye'nin amcası, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın ikinci eşiydi.

Bu üvey akrabalık bağı sebebiyle Mustafa Kemal ve Fikriye birbirlerini sürekli görüyorlardı. Karşılıklı duygular dile getirilmese de, ikisi de olan bitenin farkındaydı.

##

Zübeyde Hanım, Fikriye Hanımı oğlu Mustafa Kemal ’e layık görmüyordu.

1920’de Fikriye Hanim bin bir zorlukla geçen bir yolculuğun ardından Ankara'ya gelmiş ve sevdiğini adam ile aynı havayı teneffüs etmektedir. 

O artık platonik aşkına kavuşmuştu.

Gazi o zaman Ankara Garı’nın olduğu yerde Direksiyon binasında kalmaktadır. Fikriye’yi coşkuyla kucaklar, çok mutlu olur ve onu konuk eder.

Fikriye artık evin hanımı durumundadır. Onu herkes Mustafa Kemal’in eşi olarak görmeye başlar. Evde konukları o ağırlar.

GİZLİ EVLİLİK
Sonunda Mustafa Kemal her türlü dedikoduyu önlemek için Fikriye ile nikâhlanır. O zaman Medeni Kanun henüz yoktur. İnsanlar, eski deyimle imam nikâhıyla evlenirler. Dönemin Şeriye Bakanı Mustafa Fehmi Gerçeker, Mustafa Kemal ve Fikriye’nin nikâhlarını gizlice kıyar. İki de tanık vardır.Biri Gazi’nin üvey babası Ragıp Bey’in yakın akrabası, Türk Hava Kurumu eski Başkanı Fuat Bulca, öteki de Gazi’nin yaveri Muzaffer Kılıç. Bu evlilik hep gizli tutulur.

Fikriye en mutlu günlerini yaşamaktadır. Ama ne yazık ki araya yeniden ayrılıklar girer

TRAJİK OLAYLAR BAŞLAR

Lâkin Mustafa Kemal yurt gezileri sırasında Latife Hanım’ı tanır. Bu hanım Batı kültürüyle yetişmiş, İngilizce ve Fransızca bilen görkemli, sosyal gösterişi olan varlıklı bir ailenin kızıdır. İzmir’in kurtuluşu günlerinin coşkusu içinde böyle çekici, cesur, yürekli ve iddialı bir kızla karşılaşmak ne yazık ki Gazi’nin biraz başını döndürür. Mustafa Kemal Ankara’ya döner. Fikriye’nin de o günlerde vereme yakalandığı anlaşılır. Gazi onu tedavi için Almanya’ya yollar ve hemen Latife Hanım’la evlenir.

TEDAVİ 

Verem hastalığının  tedavisi için Almanya’da iken Fikriye Hanım bu evliliği Münih’deki sanatoryumunda öğrenir. 

Yaşadığı şoku atlatır atlatmaz Türkiye’nin yolunu tutar.

İstanbul’a gelir ama Ankara’ya gitmesi engellenmiştir. Elinde bir izin kâğıdı olmayanlar Ankara trenine alınmazlar. 

Ama Fikriye Hanım bir şekilde şartları zorlayarak Ankara'ya ulaşır.

DRAM DOLU KARŞILAŞMA

Hedefi biran evvel Mustafa’sını bulmak olduğu için doğrudan köşkün yolunu tutar.

Fakat ne bıraktığı gibi köşkü!

Ne bıraktığı gibi paşasını bulur!

İLK KARŞILAŞMA 

İlk karşılaşma çok zor duygusal şartlar içerir. Durumun kendi açısından vehametini anlamak çok zor olmayacaktır.

İlk temas çok zor olmuştur.

Başından aşağı kaynar sular dökülür. Mustafa Kemal kendisini çok soğuk karşılar.

Latife Hanım da öyle.

Fikriye’nin artık yaşamdan beklediği bir şey kalmamıştır. Bu duruma katlanamayacağını anlar, çantasında taşıdığı tabancayı başına doğrultup tetiğe basar. Ama kurşun beyine saplanmamıştır. Fikriye kanlar içinde hastaneye kaldırılır. Ne yazık ki orada da tam yarası iyileşirken zatürreye yakalanır ve 27 yaşında yaşama gözlerini yumar.

Bu Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından çok trajik bir aşk öyküsüdür.

Yıllar sonra Atatürk onu düşünürken şöyle diyecektir: 

“Beni iki kadın çok sevdi, biri yalnız ben olduğum için (o Fikriye’dir), öteki de mevkiim için (o da Latife Hanım’dır).”

Bu itiraf aslında her şeyi açıklayıcı niteliktedir.

Birde Fikriye Hanımın ATATÜRK’e yazdığı bir şiir vardır ki; Bu şiir olayı okuyanlar ve yazanlarda daha büyük üzüntülere sebep olur.

Benim Gözümün Nuru!

Gönlümün Efendisi!

Gecemin Işığı Efendim!

 

Ciğer parem kanıyor, sanma ki dil yâresinden,

Aylardır öksüzüm, Fikriye derken can veren sesinden,

Döktüm payına ne kaldıysa geriye, bi-çare Fikriye’den,

Gel kurtar demeye kalmadı mecal, çektiğim bu çileden.

 

Çok mu gördün kuluna, bir namey-i nesretmey-i,

İsterdi kırık gönül, bir fırçayla seni resmetmey-i,

Tek dileğimdir hayata veda ederken, seni bir nebze görmeyi,

Nasip eder mi Tanrı bilinmez, aguşunda ölmeyi.

 

Eylemem feryat, şekvacı ise hiç değilim,

Gidince esbab-ı hakikiye bilesin ki gene seninim,

Cennet de olsa yerim, her gece duanı beklerim,

Şems-abad olsada yattığım yer, payına yüz sürmeyi rüchan eylerim.

 

Gel bir katre ümmid ver, gitmeden harabe-zare,

Görenler sanır ki hastayım, değil, kulun divane,

Çeşm-i mahmurum bitti, kan kusuyor biğane.

Sevdi gönül neylesin, açık gidecek çeşm-i yar ne çare.

Fikriye

Bu şiire Atatürk’ün yazdığı dörtlükle tamamlamak isterim.

İçsem de bir kadeh hayat iksirinden,

Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den.

Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden,

Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden.”

Çankaya"