Madde mânânın önüne geçtikçe aşkı tatmak mümkün olmaktan çıktı maalesef.
Şimdiki aşklar basit arzuların geçici heveslerin malzemesi olarak değerini kaybetti.
Bir tarafta can, diğer tarafta canan birkaç aylık izdivaçtan sonra terk edilmeye başlandı.
Oysa aşk sonsuzluğa mutluluğa taşıyan, gün geçtikçe daha da değerlenip meyve veren abidevi bir çınar gibidir. Öyle bir çınar ki, koruyucu özellikler ihtiva eder. Ömrü uzatır, nesli çoğaltır.
İki ayrı beden olarak başlayan hayat zamanla adeta bir olur.
Fakat günümüzde sanki aşkı besleyen kaynaklar kurumuş, meltem rüzgârları yerine esen kasırgalar koca çınarın dalını budağını kırmış gibidir.
Aşkı besleyen kaynaklar yozlaştı, araya yalan ve riya girdi. Akıl anlık heveslerin rüzgârına kapılıp uçtu. Ölçüp biçmek yerine anı yaşamak hevesi öne çıkıp aldanışı körükledi.
Oysa aşk fedakârlık ister, sabır ve sebat ister ki olgunlaşsın. Birbirini anlamaya gayret etmekle bütünlük sağlanabilir. Bu yapılmadığı takdirde sonu bütün bir ömür vicdanları karartacak ıstırapla devam eder.
Kırık kalpleri, yıkılmış hayalleri, sönmüş ümitleri bir daha telafi olmayacak yaralar kaplar ki artık hayır gelmez. Ne kendilerine ne de başkalarına yaranamazlar.
Dönüşü olmayan bir yola çıkılmıştır artık. Her vesile ile karşısına dikilir insanın. Olgunlaştıkça da acısını arttırarak devam eder problem, çözümsüzleşir.
Hatalar zamanla anlaşılır fakat artık kâr etmez. Anlamak bilmek yükünü daha da ağırlaştırır insanın.
Şu halde başında acele etmemek, ölçüp biçmek, kendinle hesaplaşmak ne istediğinin, niçin istediğinin hesabını doğru yapmak icap eder.
Gittikçe artan bu problem hepimizi ilgilendirmekte olup, getireceği sıkıntılar, üzüntüler özellikle geleceğimiz açısından dikkate alınması ve izalesi şarttır.
Aşk diye ardına düştükleri heveslerinin ortada bıraktığı meyvelerinin heba olmasına zemin hazırlamaktadır.
Beslendikleri kaynaklar yanlış, bilgi sıfır, ayıp günah endişeleri maalesef yok olmuş.
Bir telaş içinde çıktıkları yoldan, gözyaşları ve acılarla dönmek mecburiyeti kalışları herkesi üzmektedir.
Geçmişe doğru baktığımızda günümüzdeki gibi değil, her şeye rağmen kendini hissettiren sıcacık yuvalar, bütünlük içinde aile ortamı görüyoruz.
Maddemi öne çıktı, mânâ mı kayboldu, beslenilen kaynaklar mı bozuldu. Soru üstüne soru.
Keşke basit konularla ilgilendiğimiz kadar bu gibi konularla da ilgilenip çözüm arasak.
Keşke, çocuklarımızı özentilerden kurtarıp, onlara tefekkürü, sabrı, doğruyu seçmeyi öğretebilsek…
En güzeli de aşkı anlayıp anlatabilsek ne güzel olurdu. Aşkı anlamak için sabır gerek tabi ki, sebat gerek. Aklı o mânâda işletmek gerek.
Aşkı anladıktan sonra zaten mesele kalmaz.
Eski şiirler, şarkılar gündemimizden çekildikçe olacak olan budur. Çünkü yenilerde o derinlik maalesef yok.
O duygular, o şevk ve heyecan bittikçe meşkte aşkta bitiyormuş. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı ve daha niceleri aşk uğruna ne çilelere katlanmışlar. Ne acılar yaşamışlar. Belki onların gerçek hayatları hiç olmadı. Ama onları aktaranların kaleme alanların bilgisi, görgüsü vardı işin içinde…
Gerçek kahramanların adı yok belki ortada. Ama anlattıkları, anlatış tarzları, aşka dair hissettikleri, hissettirdikleri yalan bile olsa ne güzeldir…