Sahada yaşanan bölgesel ve küresel güç mücadelesini, ittifakları, terör örgütlerini, devletlerin kırmızı çizgilerini, dengelerin neye kime göre değiştiğini anlamak adına bu uzun soluklu röportajda sizler için BİLGESAM Ortadoğu Uzmanı Ali Semin ile Ortadoğu'ya dair oldukça kapsamlı bir değerlendirme yapmaya çalıştık.. (Suriye genelinde Türkiye ve Rusya'nın vardığı ateşkes mutabakatı röportajdan çok sonra gerçekleştiği için yazıda yer veremediğimizi üzülerek belirtmek isterim)

Arap baharı sonrası Ortadoğu'da dengeler nasıl değişti?

Ortadoğu'da aslında Arap baharı değil Arap isyanlarıyla başlayan bir süreç var. Bu, diktatörlere karşı halkın bir başkaldırısıydı. Ancak Ortadoğu'yu ikiye böldü bölgesel yönetimler açısından, cumhuriyetçiler, monarşiler. Yani dikkat ederseniz cumhuriyetçiler bu süreçten daha çok etkilenen taraf oldu. Suudi Arabistan'daki ve diğer körfez ülkelerindeki monarşiler de herhangi bir değişim olmadı. Bunun nedenlerinden bir tanesi, aslında Arap dünyasındaki cumhuriyetçilerin daha demokrat olması gerektiği yerde halklarına gaddarca davrandılar. Monarşiler ise reform yaparak süreci dengelemeye çalıştılar. Mesela Ürdün bazı reformlar yaptı, Suudi Arabistan şuana kadar 130 milyar dolar sadece Arap baharından sonra reformlara harcadı. Yani bu açıdan bölgenin iki şekle böldüğünü görüyoruz. Diğer yandan Arap baharına bölgesel anlamda baktığımızda Ortadoğu’da bloklaşmaya doğru bir süreç başlattı. Bloklaşmanın başında bildiğiniz gibi bir Şii ve Sünni bloğu var. Şii bloğu İran, Irak, Lübnan, Suriye'yi kapsadığını görüyoruz. Diğer tarafta ise körfez ülkeleri Katar, Suudi Arabistan Arap ülkeleri, Ürdün ve Türkiye karşımıza çıkıyor. Ancak burada Türkiye'nin en önemli özelliği bu iki bloğun arasında dengeleyici aktör olmasıdır. Yani ben şuna inanıyorum eğer Türkiye bölgesel anlamda bir eksen kayması olarak bu bloklardan herhangi birinin yanında yer alırsa Ortadoğu'da işte o zaman Şii-Sünni kırılmasından söz edebiliriz.

 

Peki 15 Temmuz Ortadoğu için ne ifade ediyor? Bu kanlı darbe(işgal) girişimi ve halkın zaferi bir anlamda dünyanın da eksenini kaydırdı diyebilir miyiz?

15 Temmuz ciddi bir örnek oldu. Çünkü Arap ülkeleri bugüne kadar hep darbeye maruz kaldı ve halk darbeye karşı direnmedi. Bu durum Türkiye’de, Türk siyasi tarihi için de geçerli bir şey. Bu anlamda 15 Temmuz hem Türk siyasal hayatında bir dönüm noktası oldu hem de Ortadoğu'da bir örnek teşkil etti. Belki de önümüzdeki dönemlerde veya  yıllarda herhangi bir darbe ya da kalkışmanın karşısında bir halk direnişini görebiliriz. Ancak Ortadoğu'daki değişimlerin en önemli noktası az önce bloklaşmadan bahsettiğimiz gibi küresel ölçekte bakmamız gerekirse, dikkat edin bir tarafta Rusya var bir tarafta Amerika. Yani Ortadoğu üzerinde aslında soğuk savaş döneminin bir yansıması karşımıza çıkıyor. İkinci dünya Savaşı'ndan sonraki sürece baktığımızda bölgede bölgesel ve küresel anlamda iki güç vardı. Bunlardan biri Sovyetler Birliği'ydi, diğeri Amerika'ydı ve Ortadoğu'daki rekabet noktaları da İran'dı. Şimdi tam tersi bir soğuk savaş dönemi var. Buradaki rekabet sahası İran değildir. Bugün Ortadoğu'daki küresel rekabetin merkezi, Suriye ve Irak’tır. Özellikle Suriye Arap baharından sonra bölgesel ve küresel anlamda ciddi bir kırılmaya neden oldu, bölgede güç dengelerini değiştirdi ve hatta karıştırdı. Soğuk savaş döneminde ittifaklar paktlar ortaya çıkıyordu bugün bakıyoruz bölgede paktan ziyade vekâlet savaşları var. Yani Ortadoğu'daki kırılmaların başlıca nedeni olarak Arap isyanını görüyoruz ama bu Arap isyanını ne bölgesel ne de küresel güçler doğru bir şekilde yürütemedi. Aslında sorun da buradan başlıyor. Herkes birbiriyle diplomatik ilişkileri kesti, vekâlet savaşına odaklanmaya başladı.

 

Siyasete, diplomasiye alan bırakılmayınca uluslararası ilişkilerde güç mücadelesi farklı bir boyut kazanıyor haliyle?

Evet tam anlamıyla alan bırakılmadı, sadece vekalet savaşı verildi. Biliyorsunuz Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan çok kutuplu dünya sisteminden uluslararası sistem iki kutuplu dünya sistemine dönüştüğü zaman bu sefer vekâlet savaşı yöntemiyle dönüşüyor. Bu çok tehlikelidir, çünkü bunun daha çok sivil katliamına neden olduğunu görüyoruz, tabi bu rekabetin sonucu da iç savaşlara kadar gidiyor. Mezhep savaşları, etnik savaşlar gibi. Ayrıca soğuk savaşta ideolojik savaş vardı, komünizm vardı, bir tarafta sağ sol vardı bu iş böyle yürüyordu oysa şimdi dini anlamda mezhepsel, etnik ve ideolojik savaşlar var. Her üçü bir arada ve bunun yanında en tehlikelisi de vekalet savaşları.. Bugün Suriye'de yaşadığımız da kesinlikle bu vekâlet savaşlarının ve Esed rejimin direnmesinin neticesidir.

 

'FIRAT KALKANI ABD'NİN DAEŞ'LE MÜCADELESİNDEKİ ARGÜMANINI ÇÜRÜTTÜ'

Sınır hattında güvenliğimizi tehdit eden terör ve kaosa karşı somut bir adım atılması gerekiyordu ve nihayetinde operasyon başlatıldı. 24 Ağustos'tan bu yana Fırat Kalkanı Harekatı'nda gelinen noktada kritik eşik aşıldı diyebilir miyiz? Jeopolitik ve stratejik önemi haiz bir bölge olan El Bab'ta ilerleyiş sürüyor, peki terörden arındırılmış güvenli bölgenin korunması ve tekrar DAEŞ'in kontrolüne geçmemesi nasıl sağlanacak?

Türkiye Fırat Kalkanı’nı durup dururken başlatmadı, bu bir ihtiyaçtı. Az önce Ortadoğu'da belirttiğim dengelerin değişimi Türkiye gibi ülkelere artık şunu gösterdi, içeriden sadece sınır güvenliğini koruyamıyorsunuz, dışardan da sınır güvenliğinizi korumanız gerekiyor. Türkiye gibi önemli bir ülkenin sınır komşularında iç karışıklık ve iç savaş var. Bu sadece Suriye için geçerli değildir, Iraktan da tehdit algılanmaktadır. Haliyle Türkiye’nin iç güvenliğini ve sınır güvenliğini koruması gerekmektedir. Bu aynı zamanda az önce vekâlet savaşından bahsetmiştik ya küresel ve bölgesel güçlerin o bölgedeki güç ve nüfuz mücadelesidir. Ve burada Türkiye'nin karşısında sadece DAEŞ yok sadece YPG PYD ya da PKK terör örgütü yok , bir yanda da tabi ki Rusya'sı da var, rejim güçleri de var, İran da var, İran'ın desteklediği şii milisler var ve Hizbullah vardır. Bu nedenle buradaki en önemli noktalardan bir tanesi Türkiye'nin burayı nasıl muhafaza edeceğidir. Bu sınır ötesi operasyonunun ne zamana kadar süreceği çok önemli. Yani operasyonun hem zamanlaması hem de kendine çizdiği hedef. Ve bu hedefe ulaştıktan sonra en önemli nokta da şudur, siz burada ne kadar kalıcı olabilirsiniz? sorusudur. Yani başarının devamlılığı sürekliliği de önemlidir. Sadece anlık bir operasyon değil bu. Şimdi burada ilk strateji kendi güvenliğinizi sağlayacak şekilde tehdit olarak algıladığınız tüm terör örgütlerini kendi sınırınızdan uzaklaştırmak için bir operasyon başlatmaktır. Operasyonun sonuna gelindiği zaman burada yeni stratejilerin ve planların devre sokulması gerekir. Bölgesel ve küresel anlamda ciddi bir ittifak kurmak gerekir. Türkiye tek bir terör örgütü ile savaşmıyor operasyonun sonunda sahadaki diğer aktörlerle karşı karşıya gelebilir. Şimdi burada nasıl bir denklem sağlanacak. Tabi bu Halep için dikkat ettiyseniz geçtiğimiz 20 Aralık'taki toplantı çok kritikti. Bu ittifak masadaki antlaşmalar aslında Fırat Kalkanı’nın kalıcılığı için önemli bir etken olarak kaşımıza çıkıyor. İttifak nedir nasıl değişebilir, şöyle bu operasyon tamamlandıktan sonra Rusya'yla İran'la görüşülecek. Çünkü Suriye’de her aktörün bir kırmızıçizgisi var. Türkiye'nin de kırmızıçizgisi vardır. Suriye’deki yerel rejimin kırmızıçizgisi var. Bu aktörleri bir arada toplayarak bir yol haritası izlenebilir. Çünkü Türkiye ister istemez Fırat Kalkanı’nı başarmak zorundadır.

 

Şuan bölgede ABD etkinliğini bir nebze yitirmiş durumda, özellikle üçlü zirve sonrası denklemin dışında kaldı gibi. Türkiye şimdilik bölgede Rusya'yla birlikte hareket ediyor ama DAEŞ kontrol edilebilir bir noktaya geldikten, bölge terör örgütlerinden arındırıldıktan sonra Rusya, Suriye'nin toprak bütünlüğü kapsamında 'hadi herkes evine' der mi?

Şimdi bu anlaşmanıza bağlı. Yani en kritik nokta şu, Suriye'nin toprak bütünlüğü. Kim ne kadar koruyacak ya da kim nereye kadar koruyacak? Sorusu kafaları karıştırmış vaziyette . Rusya ve İran için Suriye'nin toprak bütünlüğü demek rejimin değişmemesi demektir. Eğer siz tamam rejim değişmesin ama Fırat Kalkanı’yla bu kadarlık bölgeye güvenli bölge diyelim derseniz BM bunu tanımalı, bunu Türkiye tek başına yapması zor gözüküyor. Bunun için bir BMGK kararı gerekiyor. Ve bu karar için en önemli aktörlerden bir tanesi de tabi ki Rusya. Hadi Rusya tamam dedi peki Amerika nasıl ikna olacaktır. Siz burada Türkiye olarak PYD'ye karşısınız ama diğer taraftan bakıyorsunuz ABD,  PYD’ye silah desteği ve eğitim veriyor. Ee şimdi bu tür çelişkiler çok fazla. Şuanda üçlü bir mekanizma kurulmuş durumda, Türkiye, Rusya ve İran arasında.  Bir de bunun içine en önemli noktalardan bir tanesi Irak'ın da alınması gerekiyor. Irak da buraya katılırsa muhtemelen Şam rejimiyle dörtlü bir kanal aranacak, yani siyasi geçiş devri. Siyasi geçişte de Türkiye elde ettiği kazanımlarını ne kadar koruyabilir ciddi tartışma konusudur. Çünkü Suriye DAEŞ’ten ibaret değil, orada bir sürü silahlı grup ve milis gücü var. Bunların tabi ki hepsini kontrol etmek kolay değil ve ben Amerika'nın da Rusya'nın da bu konuda Türkiye'nin yanında olduğunu düşünmüyorum. Sadece konjonktürledir bir geçiş süreci var burada.

 

Bir dönem yoğun bir şekilde Türkiye DAEŞ'e yardım ediyor propagandası işlendi malumunuz, baktığınızda sahada DAEŞ'le mücadele eden sadece biziz. ABD liderliğinde sözde DAEŞ’le mücadele adı altında kurulan uluslararası koalisyon güçleri nerede Allah aşkına, yoklar piyasada? Zaten öncesinde de DAEŞ’le gerçek anlamda bir mücadeleleri yoktu, bölgede bulunmak için meşruiyet kaynağı olmaktan öteye geçmedi DAEŞ onlar için ama, Fırat Kalkanı bu ikiyüzlülüğü de deşifre etmiş oldu galiba..

Fırat Kalkanı aslında ABD'nin DAEŞ’le mücadelesindeki argümanını çürüttü. ABD ne diyordu terörle, yani DAEŞ’le mücadelede yerel bütün güçlere bizim desteğimiz tam olacak, yani Obama'nın 4 stratejisinden bir tanesi buydu. Hiç isimlendirmeden hiç bir örgütün ismini vermeden kim savaşırsa biz ona destek veririz diyordu. Peki şimdi Türkiye mücadele ediyor ABD ne kadar destek verdi bu operasyona. Rusya sadece sessiz kaldı, operasyona destek vermedi. Şimdi şunu da görmek lazım Rusya'yla ittifak var ama sahada ne kadar destek veriyor, ne kadar istihbarat paylaşımı var, askeri anlamda birbirleriyle iletişim içindeler ona bakmak gerekiyor. Maalesef Türkiye Fırat Kalkanı’nda yalnız görünüyor. Bu yalnızlık da oradaki güç mücadelesinden dolayı sürecektir. Konjonktürledir Rusya'nın az önce belirttiğim yanaşması, İran'ın masada olması. İran'ın da Rusya'nın da iki amacı var. Birincisi Halep'in tamamının rejime dönmesini sağlamak. Bu ateşkes evet neredeyse 44 bin insan kurtardı sivil katliamını durdurdu ama bir taraftan da bakıyorsunuz muhalif güçler de geri çekildi.

Eğer muhalif güçler geri çekilmeden ateşkes planı gerçekleşmiş olsaydı bu daha başarılı ve daha somut bir örnek olabilirdi. Ancak dikkat edin siviller de silahlı güçler de geri çekildiler ve Halep'i Suriye rejimine geri verdiler. Tamamı Esed rejiminin kontrolünde. Rusya'nın zaten ateşkese yanaşmasının bir sebebi şu, ben daha önce de söylemiştim burada da tekrarlamak da fayda var. Ateşkesten bir hafta on gün önce BMGK'da yedi günlük ateşkes tasarısı geldi ve onu Çin'le Rusya veto ettiler. Ne zaman ki Halep'in %99'u rejime geçti Rusya o zaman kabul etti, %1 indeki siviller kurtarıldı o %1'in de tamamı rejimin kontrolüne geçti. Şuanda dikkat edin Halep Suriye'nin kaderini belirleyecektir. Eğer Halep  rejimin kontrolünden çıkarsa rejim zor durumda kalır çünkü Halep ekonomik, ticari bir metropoldür. Suriye açısından baktığımız zaman rejimin ekonomisi buradan yönetiliyor. Fırat Kalkanı bağlamında düşündüğümüz zaman El Bab’da başarıya ulaşırsa orda Rusya İran evet siz bunu başardınız gelin beraber burada hareket edelim dedikleri anda zaten bu işin kalıcılığı daha çok tartışılır hale gelecek. Ancak burada şunu görüyorum az önce belirttiğim gibi ciddi bir mücadele yok DAEŞ'le. Yani Musul operasyonu şuanda durdurulmuş durumda Rakka operasyonu başlamadı. Ama El Bab operasyonu başlatıldı bunda bir iyi niyet aramamak gerekiyor, iyi niyetlik olsaydı ABD'nin gerçek anlamda DAEŞ’le bir mücadelesi söz konusu olsaydı sadece ABD değil uluslararası koalisyon dahil bugün Rakka Musul El Bab operasyonları hepsi aynı anda olurdu. Birisini Türkiye başlatacaktı şimdi başlamış durumdadır devam ediyor, diğerini de Rusya yapardı Rakka olarak, Musul'u da ABD yapardı ama bunu maalesef göremedik.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen üçlü zirveden çıkan metne İran ne kadar sadık kalır peki, İdlip’in de Halep gibi olacağı endişesi var malum?

İran'ın stratejisi Ortadoğu'da bellidir. Yani yayılmacı politikasından ziyade kendi rejimini koruma stratejisi var. Yani iki kırılma noktası var İran için, iki kale var Ortadoğu'da biri Irak diğeri de Suriye'dir. Suriye ta İran-Irak savaşında bile İran'ın yanında yer alan bir ülke. Onun için Irak'ta Saddam'ın devrilmesi Suriye'de iç savaşın artması tabi bunların ister istemez İran'ın işine geldiğini görüyoruz. Tabi vekalet savaşıdır bu. İran yarın bir gün masada evet tabi ki askeri anlamda bir şeyi yok orda üssü falan ama vekalet savaşı olarak Şii milis güçleri var Hizbullah var. Afganistan'ın Şiileri mesela Fatimiyyun dediğimiz milis gücü var Haşdi Şabi'nin bir grubu var Fadıl Abbas gibi Suriye'de mücadele  ediyor rejimin yanında. Şimdi sonuçta İran diyecek ki ben masada aynıyım bu örgütlerden desteğimi çekmiş durumdayım ama bunlar kendileri mücadele ediyor kutsal topraklar için diyebilir. Kutsal toprak nedir işte Hz. Zeynep'in türbesini koruma gibi, zaten amaç bunlarla başlıyor böyle bir taktik strateji izleniyor daha sonrasında bunun nüfuz alanının genişlemesine yayılmacı politikalara dönüştüğünü görüyoruz. İran'ın ne kadar sadık kalacağı sahadaki gelişmelere bağlı. İran'ın belli çizgileri var.
 

Neredeyse nüfusunun yarısından fazlası Fars kökenli değil, bünyesinde Azeri, Türkmen, Kürt, Arap barındıran ve etnik kırılganlığı bölge ülkelerinden daha hassas olan İran neden beka sorunu yaşamıyor, bu hassasiyet kullanılamıyor mu?

İran'da bir devlet geleneği var yani İran onlara sen Farssın sen Kürtsün sen Azeri Türküsün demiyor.

 

Herkeste bu ortak devlet bilinci mi var yani?

Hem devlet bilinci var hem de Şii faktörü söz konusu. Bir de İran derin devletinin isyanlar çıkmadan önce bastırma kabiliyeti var. İşte bu çok önemli önleyici bir savaş taktiği olarak karşımıza çıkıyor bu durum. Tıpkı  ABD'nin Irak savaşı gibi. Bir de en önemli nokta İran'ın dışa açık olmaması içe kapanık bir ülke olması, mesela bir gazeteci çok rahat gidip İran'da haber yapamaz, bu çok etkili.

 

Yani karıştıramazsınız?

Evet. Bu bölgede güvenlik odaklı çalışan iki ülke vardır, biri İsrail diğeri İran. Bu iki ülke kendilerinin güvenliğine bakarlar hiç insan odaklı bakmazlar. İran'ın da İsrail'in de düşündüğü tek şey güvenliğidir. O yüzden iç güvenliğe de dış güvenliğe de çok önem verirler. Bugüne kadar yurtdışına gönderdiği yani İran dışına gönderdiği devrim muhafızları Kudüs ordusu komutanı olsun diğerleri olsun hepsi biz rejim savaşı veriyoruz diyorlar. Ve bunu halka bu şekilde anlatıyorlar. Toplum da her ne kadar içerde bir rahatsızlık duysa da çok fazla da büyütmüyor. Ve İran bunu baskılamaya çalışıyor. Mesela bugün size şunu söyleyeyim Suriye'nin bu hale gelmesi bir çok ülkenin işine geldi aslında, Arap baharı eğer Suriye'de başarılı olsaydı bugün monarşi ülkeleri dediğimiz Suudi Arabistan ve diğerlerinin hepsinde halk isyanı başlayabilirdi. Ancak buradaki isyanı gördükçe herkes diktatörlere sarılmaya başladı.

 

'YENİ SOĞUK SAVAŞ, ORTADOĞU'DA YERİNİ VEKALET SAVAŞINA MI BIRAKTI?'

Yerine göre ABD yerine göre Rusya'yla iş tutuyordu, Trump sonrası dengeler değişecek gibi.. Göreve geldikten sonra Trump bölgeye dair ne tür adımlar atar dersiniz?

Aslına bakarsak ABD Ortadoğu'da geri çekilmedi, sadece pasif bir sürece girdi. Yani bugün Irak'ta 5500'e yakın askeri var, çekilmesine rağmen. Diğer tarafta bakıyoruz Suriye'de askeri var. Bu İran'la nükleer anlaşması yapıldı tabi bunun ne kadar sürdürüleceği net değil yani Trump tarafından her ne kadar karşı çıkılsa da muhtemelen belli noktalarda devam edecek yaptırımlar zaten devam ediyor. Son yaptırımları onayladılar biliyorsunuz. Onun için ben Trump'la Suriye'de çok bir şey değişeceğini düşünmüyorum. Obama'nın izinden gideceğini düşünüyorum.

 

Şimdilik bizim ne işimiz var Suriye'de gibi bir tablo çiziyor ama bakalım zaman ne gösterecek?

Obama diktatörlerin ne yanında oldu ne karşısında oldu. Şimdi Trump muhtemelen diktatörlerin yanında olacak gibi geliyor. Geçen bir yerde de söylemiştim Obama geldiği zaman bir umut oldu işte Filistin İsrail barış süreci başlatıldı Ortadoğu'daki gelişmelere müdahil oldu Irakta asker çekti, umutlandık. Şimdi Trump'ta da çok umutsuzuz belki tam tersi olacaktır. Yani şimdi ekibini oluşturma sürecinde bu ekip nasıl çalışacak Trump nasıl bir yöntem izleyecek bilmem ama ben tüccar kafalı olduğunu düşünüyorum açıkçası. İşadamı olduğu için muhtemelen bir koyduğunda üç almak gibi bir stratejisi olacak ki bunu da yapacak. Yani Ortadoğu'da çok fazla girip de asker göndermeyecek yarın bir gün kimse beklemesin, işgal edecek operasyon başlatacak öyle bir şey beklemiyorum. Aynı Obama'nın kurduğu sistem. Trump'tan asıl çekindiğim bir konu var belki bunu ilk defa dile getiriyorum ama, ABD başkanları hep bir terör örgütüyle çalışmış bugüne kadar bu bölgede bölgesel ve küresel anlamda, mesela Clinton arkasında Taliban'ı bıraktı Bush yönetimi El Kaide'yi bıraktı Obama DAEŞ'i bırakıyor şimdi bakalım bununki Trumpiş mi olacak nedir bilmiyorum ama gerçekten çok değişik bir örgüt olabilir yani Daiş'in hala şuan bir işi var diye düşünüyorum ama Trump için fonksiyonunu yitirdikten sonra 2 sene sonra yeni bir örgüt ortaya çıkabilir.

 

Musul'u, Telafer'i, Sincar'ı konuşalım istiyorum biraz da.. 

Musul operasyonu 17 Ekim 2016 tarihinde başladı. Şimdi sorun şu başlaması bir kere erken oldu. Çünkü daha tam olarak hazırlık aşamasına geçilmedi. Askeri anlamda bir uzlaşı sağlandı ama siyasi anlamda bir uzlaşı yok. Musul, Lozan'da 1926'daki Ankara anlaşmasıyla nasıl Irak sınırını tamamen belirlediyse bugün de ırak sınırını Irak’ın toprak bütünlüğünü belirleyecek bir kent. Onun için önemlidir stratejik olarak. Şunu söylemek istiyorum Bağdat yönetimiyle Erbil yönetimi arasında Barzani İbadi arasında bir askeri anlaşma vardı, anlaşmanın en önemli noktası neydi. İlk defa Irak ordusu Bağdat yönetimine bağlı askerleri Kuzey Irak topraklarını kullanarak Musul operasyonunu başlattı, yani Kuzey Irak topraklarına ayak bastı. Bu yaklaşık 25 senedir olmayan bir şeydi. Onun için bu önemli bir adım, aslında biraz Musul operasyonunu başlatan da bu oldu. Birinci nokta bu, ikincisi askeri anlamda bir anlaşma oldu en kritik nokta ne kadar sürede temizleneceğiydi, tabi kendiler 1 hafta dediler 3 hafta dediler. Ama şuana kadar yaklaşık 2 aydan fazladır Musul operasyonunda herhangi bir sonuç elde edilmedi. Şuanda durdurulmuş durumda operasyonlar sadece sivillerin tahliyesi devam ediyor. Şimdi neden bu duruma geldiğimize bakalım 1 milyon 200 bin sivil sadece bu bölgede yaşıyor ve siz onların tahliyesini sağlamadan bu işe girişseydiniz bugünkü doğu Halep gibi olacaktı Musul . Onun için çok fazla hareket edemiyorlar. Mesela Irak hükümeti ve güvenlik güçleri peşmerge güçleri ve diğer yerel güçler aynı Esed gibi bombalayarak yıkarak girmediler Musul'a, eğer öyle yapsalardı bugünkü Halep'in aynısı Musul'da yaşanacaktı, onun için siviller büyük bir engel. Belli bölgelerde geri çekildiler mi evet bazen DAEŞ taktiksel olarak stratejik olarak geri çekiliyor farklı yerlerde konuşlanıp daha güçlü bir şekilde karşılık veriyorlar direniş gösteriyorlar onun için çok bir başarı elde edemedik. Tabi şuana kadar belli yerleri 100e yakın bölge kurtarılmış yani köy kasaba gibi. Ancak bu yeterli değil. Çünkü orda da ciddi direniş gösteriyor zaman zaman kurtarılan bölgelerde bombalar patlamaya başladı, intihar bombaları patlamaya başladı

Eğer Musul kurtarılırsa, askeri anlamdaki mücadeleden daha ziyade siyasi mücadeleyle karşı karşıya kalacak, kim buraya hükmedecek, kim yönetecek? Yerel güçler mi diğer güçler mi, burası Kuzey Irak'a mı bağlanacak bazı bölgeler tabi Bağdat'a mı bağlı kalacak Sünniler ne durumda olacak. Hatta başlama aşamasında da özellikle medyada çok çıktı işte Şii Sünni çatışması başlayacak diye. Bence Şii-Sünni çatışmasından önce Sünniler kendi içlerinde çatışacaklar. Nasıl olacak bu, DAEŞ'e destek veren Sünni aşiretlerle DAEŞ karşıtı olan Sünni aşiretler arasında bir çatışma olacak. Bu birinci ikincisi, aslında Musul'da mezhep savaşı Telafer'de başlayacak oradaki Şii Sünni Türkmenler karşı karşıya getirilerek bir mezhep savaşı başlatılacak bu mezhep savaşının daha çok Türkiye ve Türkmenler açısından kritik önem taşıdığını söyleyebiliriz.

 

O halde Telafer'e geçelim mi?

Evet Telafer önemli, Musul'un merkezinden yaklaşık 70 km uzaklıkta. Ve aynı zamanda Musul'un batısında Suriye sınırında yaklaşık 100 km uzaklıkta olduğu ve Türkiye sınırına da aynı zamanda yakın olduğu için kritik öneme sahip.

Musul operasyonu başladığında Telafer'e doğru bir koridor olarak DAEŞ'in Rakka bölgesine Suriye'ye kaçışını sağladılar. Ama baktılar ki DAEŞ direniyor ve Musul'da ciddi bir DAEŞ ya da diğer grupların direnişi var (hükümet karşıtı olan işte Bağdat yönetimi karşıtı olan bazı Sünni aşiretlerin kurduğu gruplar bunlar direniyor) o zaman dediler ki madem bunlar direniyor o zaman biz bunların mühimmatlarını keselim, nasıl kesilecek Telafer operasyonu başlatalım. Telafer operasyonu o yüzden başladı. Sadece orda yani DAEŞ'in kaçışından ziyade DAEŞ'e gelen mühimmatı askeri militan takviyesini önlemek için başlattılar, onda da başarılı olamadılar. Şuanda sadece Telafer'deki havaalanı  kontrol altında. Tamamen merkeze girilemedi Musul'da baktığımız zaman Musul'un bazı bölgeleri bazı semtleri kontrol edildi. Yani düşünün siz burada oturuyorsunuz karşı semtte DAEŞ var. Bu da tabi sivillerin içerisinde bir tedirginlik oluşturuyor her an saldırılabilir endişesiyle. Zaman zaman oraya bomba atılıyor havan mermileri düşüyor. Şuanda maalesef Musul operasyonu tam anlamıyla bir başarı kaydetmiş görünmüyor muhtemelen önümüzdeki Mart'a kadar da Musul'un kurtarılacağını düşünmüyorum.

 

Sincar'ın önemi?

Sincar dağında şuanda biliyorsunuz PKK terör örgütünün Ezidiler dediğimiz gruplarla orda mücadele ettiklerini ve bölgeyi kontrol ettiklerini biliyoruz. Burada peşmerge gücü de mevcut ancak peşmerge gücü Sincar bölgesine giremiyor şuanda nedeni PKK terör örgütü. Sincar dağı niye önemli, 1400 metrelik yükseklikte. Aynı zamanda stratejik bir bölge, Saddam 1991'de oradan İsrail'i bombaladı, füze gönderdi. Eğer orası PKK terör örgütünün elinde kalırsa ikinci Kandil olarak Türkiye'nin karşısına çıkmakta ve ulusal güvenliği ciddi tehdit etmektedir.

 

Barzani'nin Şengal'den çıkın açıklaması vardı geçtiğimiz günlerde, hatta Veysi Kaynak da Barzani başaramazsa TSK gereğini yapar demişti.

Şimdi şöyle Sincar bölgesinde aslında Barzani'nin bu açıklaması Türkiye açısından da önemli çünkü Kürtler çok rahatsızlar bu terör örgütünden ve eğer PKK terör örgütü devam ettiği müddetçe bizim topraklarımız bombalanacak diyorlar. Bunu hiç bir ülke hiç bir yönetim istemez. Onun için PKK ile aslında peşmerge gücünün karşı karşıya gelme ihtimali çok yüksek ancak Barzani'nin özellikle hem bölgesel anlamda hem kendi Kürt kamuoyuna yönelik hiçbir zaman kardeşin kardeşle ikinci bir kez Kürt'ün Kürt'le çatışmasını görmeyeceksiniz diye bir sözü var. Şimdi PKK'nın bunu kullandığını görüyoruz. Yani Barzani'nin bu zaafını kullanıyor. Normalde Barzani'nin burada mücadele etmesi gerekiyor PKK terör örgütüyle. Şuanda sadece tehditlerle, çıkın diye talimatlarla, demeçlerle çıktıklarını görüyoruz. Şimdi Türkiye nasıl bir şey başlatacak burada, Başika kampının ne kadar hayati bir kamp olduğu ortaya çıkıyor.

 

Bu arada İbadi'nin Başika'nın boşaltılacağına dair söz aldık açıklaması ne anlama geliyor?

Şimdi söz aldık şudur, geçtiğimiz haftalarda Başbakan Binali Yıldırım İbadi'yi aradı o sırada İbadi Başika kampını gündeme getirdi, gündeme getirdiği zaman biz DAEŞ’i buradan temizledikten sonra geri çekileceğiz dendi. Dediğini açıkladılar yani, Irak hükümeti tarafından. Türkiye buradan çekilecek mi çekilmeyecek mi bence çekilmeyecek çünkü bir kere Bağdat yönetiminin orda egemenliği yok. Bu birincisi, Barzani de dikkat edin Türk askerinin orda kalmasından yana çünkü hem PKK terör örgütünün tehdidi altında kendini koruma altında görüyor hissediyor hem de Bağdat yönetiminin orda çok fazla etkin olmasını istemiyor. Ama Bağdat yönetimi bu kadar sıkışmışken bu tür sorunlarla uğraşması düşündürücü, yani İbadi'nin o gücü var mı kim konuşturuyor. Burada bir İran faktörü var. İkincisi de Amerika'dır. İran'dan ziyade Amerika'nın etkin olduğunu, Başika kampına yönelik baskısı var diye düşünüyorum dolaylı yoldan. Nedeni de şu, Amerika uzun bir süredir Kuzey Irak'ta bir üs kurmak istiyor ve muhtemelen Başika kampını istiyor gibi geliyor bana. En azından uluslararası koalisyonun üssü olsun diye istiyor orayı. Şimdi bunu düşündüğümüz zaman Türkiye'nin buradan geri adım atmaması direnmesi gerekiyor. Çünkü bu bölgede Bağdat yönetimi istemeyebilir ama oradaki yerel güçler istiyorlar. Şimdi Irak'ta sadece Irak'ta 10 bine yakın yabancı asker var, bunun hepsi tabi ki Bağdat’ın onayıyla geldi Amerika'nın uyguladığı bir taktik bir strateji var o da şu; işte ben geliyorum sen beni çağır, böyle bir diplomasi onay olamaz. Bu şekilde olduğu için işte Amerika diyor ki beni de zaten Bağdat çağırdı onun için geliyorum siz de onay isteyin. Tabi burada Türkiye açısından baktığımız zaman tüm bu kritik noktalara rağmen anlaşmazlıklara diyalog yolu gerekiyor, yani bazen Bağdat yönetimini de kızdıracak bir adım atmamak gerekiyor.

 

Kukla da olsa bir muhatap nihayetinde?

Elbette ki muhatap olacaksınız bugün olmasanız yarın olacaksınız, hala BM'ye başvuru yapma hakkı var bu devletin, yönetimin. Dikkat edilmesi gereken diyalogdan yana olunması, Davutoğlu'nun Irak ziyareti sırasında bizzat dinledim basın toplantısında savunma bakanı Yılmaz Bağdat'ı ziyaretinde eğer Musul operasyonu başlatılırsa biz Irak'ın yanındayız diyor. Yani o zaman zaten Türkiye bu operasyonda ben varım dedi.

 

Erdoğan da bir açıklamasında demişti ya bizi siz çağırmadınız mı diye?

Başika kampı ne zaman kuruldu mart 2015 de, Kasım 2015 de sorun haline getirildi. yani o sürede Bağdat yönetimiyle de dirsek temasında olunması gerekiyordu. Belki muhtemelen tepki çekmesinin nedenlerinden biri de budur.

Sincar için şunu da söylemek lazım, Türkiye bu ikinci kandil dediğimiz sincar dağını sincar bölgesini boşaltmalı. Türkiye gerekirse biz oraya gireriz diyor muhtemelen kara operasyonu değil hava operasyonu başlatmayı planlıyor. Bugün Türkiye niçin bu kadar şehit veriyor, terör örgütünün özellikle DAEŞ'in ve PKK terör örgütünün bitirilmesi için.

PKK terör örgütüne dair Bağdat'ın elinde şu gerekçe var. Biz burada PKK'ya değil Ezidilerden oluşan güce destek veriyoruz diyor fakat bu gücü de PKK terör örgütü kendisi oluşturmuş vaziyette. Suriye'de nasıl PYD'nin YPG'nin yüzde 70'ini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçlerini(SDG) kurdularsa ve silah yardımı yapıldıysa bugün Sincar'da da Yezidilerin kurduğu güce aynı şekilde yardım ediliyor. Türkiye zaten bunun farkında, onun için gerekirse biz oraya TSK olarak müdahale ederiz diyor. Bugün Kuzey Irak rahatsız muhtemelen az önce belirttiğim gibi Mesut Barzani kendini bölgesel Kürt lideri kabul ettiği için Kürtleri Kürtlerle çatıştırmak istemiyor istemeyecek ve muhtemelen Türkiye'nin buraya müdahale etmesine göz yumacak en azından talep etmese de göz yumacak gibi geliyor.

 

Bölgede katliamlardan DAEŞ'ten Haşdi Şabi'den PYD'den söz ediyoruz ama peşmergenin nasıl bir strateji izlediğinden kimse bahsetmiyor. Daha önce bir sohbetimizde, diğerleri sivil katlediyor evet ama peşmerge de sınırları katlediyor demiştiniz biraz açar mısınız?

Şimdi bunu şu şekilde belirteyim peşmerge gücü DAEŞ'le mücadele adı altında aslında Irak anayasasındaki 140. maddeyi hayata geçiriyor. Yani 2005'ten 2014 yılına kadar DAEŞ Musul'u kontrol edene kadar Bağdat'la sorun yaşadığı bölgeleri kontrol etti. Bugün yani Kürt devletinin sınırını çizmeye çalışıyor ve burada demografik yapılar değişiyor. Bölgede vekalet savaşları yürütüldüğü için sivil katliamlar da var evet bir de demografik katliamlar var, bir bölgenin demografik yapısını değiştirirseniz siz burayı zaten katletmiş oluyorsunuz, insanları evinden sürüp bu bölge tamamen şunundur bunundur derseniz de aynı şekilde. Şimdi peşmerge gücü ciddi bir mücadele veriyor DAEŞ'e karşı özellikle Kerkük, Tuzhurmatu, Diyala bunları inkar etmek doğru değil ama şu da var buraların demografik yapıları da değişiyor. Bu bölgede sınırlar da değişiyor Irak'ta. Yani ben size şunu söyleyeyim Musul'un kontrol edilmesi DAEŞ'ten geri alınması demek Irak'ın aslında yeni bir siyasi ve askeri aşamaya geçmesi demektir. Irak eski haline dönmeyecek yani, bugün Irak'taki tüm DAEŞ'çiler tamamen temizlense 2014'teki Haziran ayındaki Irak'ı göremezsiniz. Çünkü burada güç mücadelesinden doğan boşlukta yerel güçler arasındaki nüfuz mücadelesi ister istemez değişime sebep oldu. Yani size şunu söyleyeyim Kerkük, Musul, Diyala, Selahaddin bölgesinde ciddi bir demografik değişim olabilir. Ve bugün Kürtler kontrol ettiği bir çok bölgede hendek kazarak sınırlarını çiziyor. Şuana kadar 1050 km'lik bölgeyi DAEŞ'ten geri alındı adı altında kontrol ediyor ki bazı bölgelerde DAEŞ bile yok mesela Tuzhurmatu , Kerkük. Bu güç mücadelesinin sonucunda da maalesef Irak tahmin ediyorum ki daha çok iç savaşa sürüklenecek. Ve Musul bu iç savaşın kritik noktasıdır. Şuna dikkat çekmek de fayda var ben o yüzden Musul'dan çok tedirginim. Musul'a havadan karadan Halep gibi rastgele operasyonlar yapılmıyor belki ama Musul'un asıl kurtarıldıktan sonra Halep gibi olma riski var. Yani bu yıkımın kritik noktalardan bir tanesi de Musul barajıdır. Eğer Musul barajı açılırsa sadece Musul bölgesi 4 saat içinde 21 metrelik su altında kalabilir, o yüzden çok hayati bir meseledir orası. Sadece Musul değil Bağdat'a kadar bu risk söz konusu. O yüzden bu barajın DAEŞ'in kontrolüne geçmesinden korkuluyordu açılırsa bir çok kent su altında kalır diye. Burada hem petrol kuyuları var su barajları var. Bir de Musul etnik yapısı itibariyle Ortadoğu'nun en hassas kentidir. Hem Irak'ın ikinci büyük kenti olarak karşımıza çıkıyor hem de çok etnikli oluşuyla. Bugün Musul'da Hristiyanlar, Şebekler, Ezidiler, Yahudiler, Ermeniler, Türkmenler, Araplar, Kürtler hepsi bir arada. Bir kültür, tarih kentidir aslında Musul ama maalesef binlerce yıllık eserleri DAEŞ yıktı. Sizce DAEŞ Sünnileri mi koruyor yoksa bir gücün odağı noktasında ona göre mi hareket ediyor. Size şunu söyleyeyim DAEŞ'ten en çok zarar gören bugün Irak'ta Türkmenler ve Sünni Araplardır. Ve bunlar kendi bölgelerinden oldular, hem izleri siliniyor hem geri dönemiyorlar. Irak'ın işgalinden sonra 2003'ten 2011 yılın kadar ABD askerleri Irak'taydı. 8 senede Sünni bölgeden göç edenlerin sayısı 2 milyon 200 bindir, ama DAEŞ'in kontrol ettiği Sünni bölgelerde bir sene içinde 4 milyon 500 bin kişi kendi evinden yurdundan oldu. Irak'taki bütün bölgeden bahsediyorum Anbar'dan Ramadi'den Musul'dan Telafer'den Sincar'dan Diyala bölgelerinden. O yüzen en büyük zarar Türkmen Sünni ve Araplara verildi.

 

Astana zirvesinden nasıl bir sonuç çıkmasını bekliyorsunuz?

Astana zirvesi Moskova'daki toplantının bir devamı olarak karşımıza çıkıyor. Artık konjoktürel olarak taraflar kırmızı çizgilerinden biraz feragat etmiş durumdalar yani mesela Türkiye Esed'siz bir süreç bekliyordu ama artık Esed'li bir süreç de kabul ediliyor. Rusya şuan ki kazanımlarını kontrol ettiği bölgedeki stratejilerini korumak istiyor, İran aynı şekilde. Burada konjoktürel olarak bir değişim söz konusu Suriye iç savaşında. Ancak bunun sürekliliği önemli bence. Bunu kim delecek ona bakmak gerekiyor.

 

Ve kim denetleyecek aynı zamanda?

Evet kim denetleyecek ve kim delecek iki boyutu var. Şimdi BMGK'den gerçekten ciddi bir karar alınması gerekiyor orda BM'nin bir barış gücü olması gerekiyor. Muhtemelen bu Türkiye Rusya İran'dan oluşabilir. Uluslararası bir barış gücü olabilir BM denetiminde, aynen Lübnan'da olduğu gibi. Bu şekilde bir çözüm olabilir diye düşünüyorum kalıcılığı açısından. Ama diğer tarafta da denetlemeyi kim delebilir kim kırmızı çizgilerine geri dönerse o delebilir, yani artık burası benim çizgimi aştı ben bu oyunda yokum dediği zaman kalktığı zaman masadan aynısı devam edecek tek denge vekalet savaşına geri dönüş ve iç savaşın devamlılığı, onun için bu riskler hala karşımızda var.

 

Suriye'de bu üç ülkenin garantör olması bölgedeki diğer aktörleri nasıl etkileyecek, masada ABD yok mesela?

Çok aktörlü olduğu için herkesle görüşülmesi herkesin masada olması lazım ben burda sadece Türkiye'nin Rusya'nın İran'ın olmasından ziyade bugün Almanya'nın da Fransa'nın da yani aslında Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi ve onun dışında bölgesel anlamda Suudi Arabistan Katar Ürdün Mısır Irak dahil bu masada olmalı diye düşünüyorum. Bu artık işbirliğiyle olur bir konsensusa ihtiyaç var bölgesel anlamda. İşbirliği de değil aslında bir uzlaşı. Ateşkes geçici bir uzlaşı da bölgedeki sivil katliamı için bir kardır. 6 yıldır kan dökülüyor. Kimse kendine bir sınır koymuyor mesela bugün ÖSO ya da muhalif güçler nereye kadar devam edecek 6 senedir mücadele ettiler rejimi deviremediler. Rusya ne zamana kadar bombalayacak nereye kadar bombalayacak İran nereye kadar bu vekalet savaşını verecek. Hiç mi diplomasi, uluslararası ilişkiler diye bir şey kavram kalmadı diye sormak lazım yani bütün diyalog kanallarının tekrar açılması lazım Suriye'deki kanın durması için. Yoksa bir kapıyı açıp bir kapıyı kapattıktan sonra çok bir anlamı yok. Dikkat edin Halep ateşkesi ilk başta nasıl  başladı Türkiye Rusya arasında başladı. Ama bir baktılar burada bir eksik var kimdir, İran. Zaten size eksiği hissettiriyorlar, eğer Halep tahliyesi sırasında Şii milis güçleri bir saldırı yapmasaydı o zaman kimse hissetmezdi onu derlerdi ki evet biz çözdük işi. Artık kimse güçlü değil bu bölgede, süper güç kavramı kalktı aslında, çok blokluluktan iki kutuplu bir dünyaya doğru gerçekten gidiyoruz ve bu iki kutuplu dünyada ABD artık süper gücüm demiyor kendi gücünü çok fazla geri de çekmiyor. Şimdi dengeler kurulmalı. Maalesef ne bölgesel ne küresel anlamda buna izin vermediği zaman sizin karşınızda diplomatik ilişkiler kalıyor işte şimdi vekalet savaşını bitiren şey işbirliği ve diyalog kanallarıdır. Bunu Türkiye başlattı umarım devam eder ama burada bir barış gücü gerekiyor BM Suriye'ye sessiz kalmamalı.

 

2016’yı geride bırakırken yeni yıl için genel bir Ortadoğu değerlendirmesi istesem nasıl bir tablo çizersiniz?

Yeni Ortadoğu da aslında Amerika'nın Rusya'nın pozisyonuyla belli olacak. Bölgesel anlamda da Türkiye İran Suudi Arabistan ya da diğer körfez ülkeleri arasındaki bazı gelişmeler olabilir. Suriye'de bu gördüğümüz üçlü mekanizmanın işlemesi beklenebilir ve muhtemelen siyasi bir geçiş süreci olabilir. Siyasi geçiş sürecinden kastım şu, artık Esed'li Esed'siz değil muhaliflerle muhtemelen rejim arasında tekrar bir görüşme. Yani Cenevre görüşmelerinin tekrarı olarak karşımıza çıkabilir. Bir de tabi ki burada DAEŞ'le mücadele gene gündemde olacak. 2017 yılında DAEŞ'siz bir Ortadoğu açıkçası düşünmüyorum çünkü doğru bir strateji yok DAEŞ'le mücadelede. Herkes kendi çıkarı doğrultusunda mücadele ediyor oysa işbirliğiyle mücadele edilmesi gerekiyor. Yani bugün DAEŞ tek başına bir örgüt değil sıra dışı bir örgüt o yüzden atılan adımlar ortaklaşa olması lazım, mesela bugün DAEŞ herkes için bölgesel anlamda ciddi bir tehdit ama bölgesel anlamda işbirliği yok DAEŞ'le mücadele etmek için. Üç ülke bir arada bölgesel anlamda söylüyorum İran Suudi Arabistan Türkiye aynı anda DAEŞ'le mücadele edebiliyorlar mı ortaklaşa, bir operasyon yapabiliyorlar mı yapmıyorlar. Onun için bunun sağlanması gerekiyor. Ben hep şuna inanırım eğer gerçek anlamda bu DAEŞ terör örgütü ya da diğer terör örgütleri bizim bölgemizden doğduysa bunu ancak biz kendimiz yok edebiliriz. Amerika'ya batıya güvenerek değil. Uluslararası koalisyon sadece bomba atıyor nereye attığını bile bilmiyor. Bakın ben bunu hep örnek veriyorum Afganistan'da 75 günde Taliban bitirildi yani savaşı devirdiler. Irak'ta 35 senelik Saddam rejimini 24 günde Amerika Irak'ı işgalinde devirdi ancak 2,5 yıldır nedense DAEŞ'le mücadele bitmiyor. Bu soruyu sormak gerekiyor diye düşünüyorum. Ciddi bir mücadele olduğuna ben inanmıyorum ne yerel ne küresel anlamda. Ben kendi alanımı temizleyeyim gerisine karışmayım diyerek örgütler bitmez, terör örgütüyle sonuna kadar mücadele edilmesi gerekiyor. Artık bölgesel ortak bir hava kara operasyonu başlatılması şart diye düşünüyorum.