ERDEM YÜCEL

Psikolog dostumuz Gülay Dayıcan’ın daveti üzerine; eşim Cemile ve Salih Güney ile birlikte 2001 yılında ilk defa Antakya’ya gitmiştik.  Bizleri karşılayan Cengiz Yarım, eşi Leyla ve diğer arkadaşlar günlerce bizleri Antakya,  Samandağ’ başta olmak üzere çevreyi gezdirmiş, bizleri bilgilendirmişlerdi.  Sonraki yıllarda birkaç defa bu uygarlıklar şehrine gitmiş, oradaki güzel insanlarla dostluklarımızı pekiştirmiştik. Hürriyet Gazetesinin dergilerinden Art Decor ve Turkish Daily News’de Antakya’yı içeren yazılar yazmıştım.  

Yüzlerce yıl öncesinden günümüze gelen bu tarihi ve hoşgörü şehri; ne acıdır ki, depremle yıkıldı, insanları perişan oldular. Telefonla konuştuğum oradaki dostlar ne yapacaklarını bilemeyişin çaresizliği içerisindeler. Söyleyecek söz, yazacak kelimeler bulmakta zorluk çekiyorum.

Bu yazımda tarihi eserleri ve doğasıyla yitirdiğimiz bu güzel şehrimizden söz etmek istiyorum.

Akdeniz’in doğu kıyılarında; Torosların uzantısı Amanos dağlarının önünde uzanan Amik Ovasını sulayan Asi Nehrinin içerisinden geçtiği Antakya ülkemizin en güzel şehirlerinden birisiydi.

Arkeoloji araştırmaları İ.Ö 10.000 -4.000 arasında Paleolotik ve onu izleyen dönemlere ait yerleşim izlerini ortaya çıkarmıştı. Büyük İskender buradan geçmiş, Helenistik, Roma, Bizans. Hıristiyanlık ve Osmanlı dönemleri birbirini izlemiştir. 

O zamanlardaki i ismiyle Antocheia olan Antakya’da Aziz Pierre ilk dini toplantısını ve vaftiz törenini Habib Neccar Dağı’nin (Haç Rağı)  eteklerinde yapmıştır. Aziz Pierre Mağara Kilisesi, Aziz Symmeon Stylites Manastırı, yörenin önemli yapılarıydı. Tel Açena kalıntılarını da onlara ekleyebiliriz.  Bugün bunlardan hangisi depreme direndi, hangisi yıkıldı tam olarak bilemiyoruz.

Hıristiyan dünyasında önemli yeri olan Antakya IV. yüzyılda metropolitlik, V.Yüzyılda patriklik merkezi olmuştur. Tarih boyunca zor günler geçirmiş,  Pers ve Arap istilaların uğramış; yangın ve depremleri yaşamıştır.  Yavuz Sultan Selim’in Merc-i dabık Savaşından ( 1516) sonra Osmanlı topraklarına katılmış, Halep vilayetine bağlı bir sancak olmuştur. Bu dönemde Antiochia olan ismi Antakya’ya çevrilmiştir.

 Osmanlı dönemindeki Vakıf kayıtlarından öğrenildiğine göre şehirde yirmi cami ve mescit yapılmıştır.  Ulu Cami, Habib-i Neccar Camisi ve Ağa Camisi deprem öncesine kadar günümüze ulaşan yapılardı.  Bunlardan 1400 yıllık Habib-i Neccar Camisinin olduğu yerdeki pağan mabedi önce kilise, sonra da cami olmuştu. Ne yazık ki; basından şehrin bu en eski camisinin depremde yıkıldığını öğreniyoruz.

Antakya camileri dışında; Erdebili, İbn  Sufi, Kubbeli, Yunus Fafih, Sarı Mahmud, Sonbik Debağa, Kostal, Meydan, Mukbil, Suğunluoğlu, Numan, Akça, Hamamcıoğlu, Şeyh Haliloğlu, Basaliye ve  İmaran mescitleri de vardı. Onların ne olduklarıyla ilgili henüz bir bilgiye ulaşamadım.

Tarihte Antakya kervan yolu üzerinde olduğundan çevresindeki han ve kervansaraylarıyla da dikkati çekiyordu. Kurşunlu Han, Tütün Hanı, Zincirli Han ve Sıddık Müftü Sabunhanesi bunların başında geliyordu. Osmanlı döneminde Saka, Meydan,  Cündi, Beyseri, ve Mehmet Paşa hamamları da yapılmıştı. Baharatçılar, Yemeniciler, Kuyumcular, Edikçiler Hırdavatçılar,  Hallaçlar, Künefeciler, Sökükçüler Antakya esnafının bir araya getiren çarşılardı. Ayrıca Asi nehri üzerinde Memluklar zamanından kalan değirmenler, Kahuağası Cafer Ağa Muallimhanesi, Farisiye Medresesi, Ömer bin Yakup Ahmet bin Mansur’un yaptırmış oldğu  Gaziliye  Berraniye Bak’ası, ve Mağribiye zaviyesi de şehrin diğer önemli tarihi yapılarıydı. Bunların deprem sonrası ne durumda oldukları, ayakta kalıp kalmadıkları da şimdilerde bilemiyoruz.  

Hoşgörü memleketi olan Antakya’da çeşitli dinlere ait yapılar bir aradadır, herkes birbirinin dinine son derece saygılı olmaları orada yaşayanların en büyük özelliğidir. Bu depremde Aziz Pavlos Kilisesi, Türk Katolik Kilisesi, Antakya’da dünyada ilk olduğu söylenen sinagog da yıkılanlar arasındadır.  

SOLOTÜRK Çanakkale semalarında gösteri uçuşu yaptı SOLOTÜRK Çanakkale semalarında gösteri uçuşu yaptı

Dini yapıların yanı sıra Antakya evlerinin de kendisine özgü ayrı özellikleri vardı. Silpius dağı eteklerinden şehre doğru alçalan yamaç ve teraslarda İ.S  I-VI. Yüzyıllarda yapılmış Roma dönemi villaları şehrin özgün tarihi  yapılarıydı. Mozaikleriyle ünlü Daphane’deki  (Harbiye)  evlerde mitoloji kahramanlarının bazıları resmedilmişti. Dünyanın sayılı mozaik müzelerinden Antakya Müzesinin bu depremi en az zararla atlattığını öğrenmemiz bizleri biraz olsun sevindirmiştir.

Roma villalarının yanı sıra Akdeniz iklimine göre yapılmış olan Antakya evlerinin sıralandığı sokaklar birbirlerini dik açılarla keserek farklı bir düzen oluşturmuştur. Büyük çoğunluğu 3-3,5 metre genişliğindeki sokakların iki yanına evler sıralanmış olmaları insanın aklına Pompei evlerini getirmektedir. Yüksek duvarlı avlular içerisinde yer alan evler bir veya iki katlı olup içe dönük bir mimariyi yansıtmaktadır. Dilerim ki; bu evlerden birkaç örnek depremden kurtulmuş olsun…

Antakya’da yıkılan yapılardan birisi de Hatay Cumhuriyeti meclis binasıdır.

I.Dünya Savaşından sonra Fransızlar bölgeye hâkim olmuş, 21 Ekim 1921 de yapılan Ankara Anlaşmasıyla kurulan Hatay Devleti muhtariyet kazanmış. 23 Haziran 1939 da aldıkları kararla Türkiye Cumhuriyetine katılmıştır.  

Hatay’ın ilçe ve yerleşim yerlerinden Samandağ, Belen, Dörtyol, Erzin, Altınözü, Hassa, İskenderun, Arsuz, Kırıkhan ve Reyhanlı’da çok sayıda eski eserler bulunmaktadır. Bunların başında Amanosların güneye inen kollarında yer alan Samandağ’daki doğal mağaralarda İ.Ö VIII Yüzyıla tarihlenen kalıntılarla karşılaşılmıştır. Ayrıca tek kemerli Roma köprüsü, Titüs Tüneli, Vakıflı da Meryem Ana Kilisesi, Hz. Hıdır makamı önemli yapılar arısındadır.  Ayrıca Altınözü’nde Koz Kalesi, Erzin’de Roma dönemi su kemerleri,  Kırıkhan’da Darbısak Kalesi, Beyazıt Bestami Türbesi, Reyhanlı’de Açana Harabeleri, Cüdeyde Höyüğü Hatay’ın önemli eserleri arasındadır Bunların deprem sonrası durumları hakkında bilgiler tam netlik kazanamamıştır.

Antakya merkezli yöre tarih boyunca 1615, 1822 ve 1872 yılındaki depremlerden de büyük zarar görmüş olmasına rağmen sözünü ettiğimiz yapılar son depreme kadar yıkılmadan gelebilmişlerdir.

İnsan elinde olmadan düşünüyor; hoşgörü şehri olarak tanınan ve son günlerinde Atatürk’ün bizlere kazandırdığı, daha doğrusu emaneti olan Hatay’ın 2200 yıllık tarihi sona mı erdi diye…