Gazete haberlerine göre ABD'nin Müsteşar yardımcısı Matt Bryze Türkiye'de bulunduğu günlerde gazetecilerin sorularını cevaplarken, hükümetinin sayesinde 42 yıldır Rumlara bahşedilen "Meşru Kıbrıs Hükümeti" ünvanını zevk ve safayla kullanan Rum liderlerinin sonuncusu, Tasos Papadopullos,  "tavrını sürdürürse, zaman içinde, Kıbrıs'ta AYRI SİYASİ BİR VARLIĞIN GİDEREK KENDİNİ GöSTERDİĞİNİ ANLAYACAK  ve bu yanlış tavrını değiştirmek zorunda kalacakmış"!

 

            "İnsaf  dinin yarısıdır" derler. Demek ki hala ABD hükümeti Papadopullos'un "tavrını değiştirebilmesi için", önce ABD'nin 42 yıllık yanlış tavrını değiştirerek Papadopullos'a "sen Kıbrıs Türklerinin hükümeti değilsin; sen sahte bir ünvan altında 1960 Andlaşmalarını çiğneyerek AB üyesi olmanın verdiği cesaretle 42 yıllık gaspçı tavrını değiştirmez ve Ada'da insan haklarını, hukukun üstünlüğünü ayaklar altına alan eylemlerinden vazgeçerek Kıbrıs'ta iki eşit halkın varlığını kabul ederek 1963-1974 arasında Türk halkına yaptıklarının tazminatını vermeyi kabul ederek, eşit şartlarda, masaya oturmazsan biz ABD ve Garantör İngiltere olarak 6 ay içinde KKTC'ni resmen tanıyacağız" demedikçe ve bu yönde, Yunan lobisine rağmen, cesur adımlar atmadıkça, Papadopullos'un tavır değiştirme ihtiyacı doğmayacaktır. ABD bu kadar basit bir gerçeği görmekten aciz değildir. Garantör İngiltere hiç değildir. BM Genel Sekreteri kendisine verilmiş olan mandanın Kıbrıs Rumlarını rahatsız etmediğini ve bu manda devam ettiği sürece Kıbrıs meselesini halletmenin mümkün olmadığını benden daha iyi bilmektedir fakat, ayni zamanda, ABD, İngiltere ve Rusya tavır değiştirmedikçe elinin kolunun bağlı olduğunu da pek iyi bilmektedir. O halde kimse kimseyi aldatmasın! Ancak biz de KKTC olarak "Papadopullos tavır değiştirirse mesele halledilebilir; (ölmüş ve gömülmüş olması gereken) Annan planı çerçevesinde biz "barışçı, birleşmeden yana Kıbrıs Türkleri uzlaşmaya hazırız" safsatasından vazgeçerek UZLAŞMANIN KRİTERLERİNİ VE İLKELERİNİ MERTÇE ORTAYA KOYMALIYIZ. Bu kriterler ve ilkeler TC Cumhurbaşkanı Sayın Sezer tarafından dünyaya açıklanmıştır. Kıbrıs Türkleri bunun arkasında olduklarını dünyaya gösterecek eylemlerle harekete geçmeli, sesini yükseltmeli, hiçbir şart altında devletin vilayete , egemenliğini (1960'da olduğu gibi) Rumla hissedarlığa dönüştürmek ve Türkiye'nin Garantisinden, Türk-Yunan dengesinden vazgeçmek niyetinde olmadığını her gün, her saat haykırmağa başlamalıdır. ANKARA'DA DA BÜYÜK MİLLET MECLİSİ SAYIN SEZER'İN GERÇEKÇİ VE HAKTAN YANA FORMÜLÜNÜ DÜNYAYA DUYURACAK KARARLARI ALMALIDIR.               

 

Bunda gocunacak, korkacak birşey yoktur. Papadopullos'un tavrını değiştirmesini beklemek kargaların beyaz olmasını beklemek kadar abestir, hayaldir. ABD ve diğerlerinin Kıbrıs meselesine teşhis koymaksızın ürettikleri planlar ve BM Genel Sekreterinin elini kolunu bağlayan yetki belgeleri var oldukça Rum tarafının "Kıbrıs'a sahip çıkma" siyaseti ve eylemi devam edecektir. Mesele Papadolullos'un veya ondan evvelkilerin tavrından kaynaklanmamaktadır. Onların tavrı "milli bir siyasete" dayanmaktadır. Kıbrıs'a sahip çıkmak için silahlandılar ve Akritas planı çerçevesinde hazırlandılar. 1963'den bu yana attıkları her adım bu "milli davalarını" zaferle sonuçlandırmak içindir. 42 yıllık yanlıştan dönmesi gereken taraf varsa o da ABD ve yandaşları ile Güvenlik Konseyidir. 42 yıldır Kıbrıs'ın Milosoviçlerini destekleyenler, teröre, kanunsuzluğa prim verenler, ambargolar altında Kıbrıs Türklerinin çökmesini bekleyenler, çökmedik ve haklarımıza sahip çıkıyoruz diye bizi uzlaşmazlıkla suçlayanlar, Rum'u barışçı melek, bizi bölücü şeytan görenler onlardır. Rumun suç ortağıdırlar. Şehidimizin köylerini, mal ve mülklerini kaybedenlerin, malul gazilerin, hakları yenmiş olanların ahı bunların yakasını bırakmıyacaktır. Kıbrıs'ta gerçekten kalıcı bir uzlaşma istiyorlarsa yapmaları geeken tek şey uzlaşmadan yana olmayan tarafı dize getirecek formülü uygulamaktır. Bu formül de Sayın Sezer tarafından açıklanmıştır. Kalıcı çözüm, kalıcı zemin ister. Kâğıt anlaşması kalıcı olmamıştır ve yine olmayacaktır. Ortada elle tutulur gerçekler vardır. Türk halkı Rum'un azınlığı, kulu veya kölesi değildir. Ayrılık barış getirmiştir. Gelecek bu zemini muhafaza etmekle garanti altına alınabilecektir. Çek ve Slovak misali Kıbrıs'ın birleşmesi, ileride, Türk Yunan dengesi korunarak, AB bünyesinde mümkündür. Bu basit ve gerçekçi yol varken, iki tarafı, akıl almaz karmaşık bir idarenin içinde yoğurmağa kalkışmak daha büyük, daha kanlı bir kavgayı geleceğe havaleden başka bir işe yaramıyacaktır. Rum'un, Yunan'ın Kıbrıs üzerindeki 125 yıllık hayalini ve beklentisini bilenler ve bu hayal için Türklere yapılmış olanları insaflıca değerlendirebilenler Annan Planı'nın barış planı değil, yeni kavgalara gebe bir plan olduğunu teslim  etmektedirler. Hala bu plandan bahsederek kendimizi ve başkalarını kandırmayalım. AB'nin tuzağına düşmeyelim, oyununa gelmeyelim. AB, kırıntılarla bir kuşu kafese sokmaya çalışan bir kişi misali, kırıntılarla bizi Rum yönetimine bağlamak istemektedir. Böylelikle kendi yanlışını, kendi ayıbını ve günahını bize ödettirecektir. Kırıntılarla oyalanmayalım. Prensipler üzerinde duralım. KKTC'ni sonuna kadar savunalım. Egemenlikten taviz verilemiyeceğini anlatalım. Kalıcı bir anlaşma için uğraştığımızı görebilecekleri esneklik içinde fakat  KKTC  olgusundan asla vazgeçilmeyeceğini vurgulayarak çalışalım.  

 

Sayın Soyer'in öngördüğü "meydanlara inmek" konusu, ümit ederim, parti mitingi halinde değil, tüm partilerin KKTC'ne sahip çıkma şölenine dönüşür. Sayın Sezer'in formülüne ses vermek imkanı doğmuş olur. Türkiye'de Madam Fogg kalemlerinin yaymağa çalıştığı "Kıbrıs Türk'ü Rumla birleşmek istiyor, bırakalım gidip birleşsinler" telkinlerinin  geçersiz olduğunu herkes görmüş ve anlamış olur.

 

Bu toplantılarda ABD ile Garantör İngiltere'yi, Rusya'yı insafa davet etmek hepimizin boynunun borcu olmalıdır. 42 yıldır çektiklerimiz bunların yanlış, bencil siyasetleri yüzündendir. Artık insaf !