2. Dünya Savaşı’nın ardından yükselen Sovyetler Birliği'ni durdurabilmek üzere harekete geçen güçler Amerika ile İngiltere’yi, Almanya ve Fransa’yla işbirliğine sokup tüm Avrupa’yı siyasal ve ekonomik bütünlüğe taşımayı planladı, savaşta tarumar olan ülkelerin -imar yoluyla hegomanya altına alınabilmesi- için harekete geçti. ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, 5 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesi’nde Avrupa’ya yardım planını anlatıp, Avrupa devletlerine yardımlarını esirgemeyeceklerini söyledi. "Marshall Planı" adını alan bu proje 27 Haziran 1947’de Paris’te Sovyetler Birliği'nin de katıldığı toplantıda görüşüldü. Ancak Sovyetler toplantıyı 2 Temmuz’da terk etti.
12 Temmuz 1947 tarihinde de Fransa Dışişleri Bakanlığı'nda toplanan İngiltere, Fransa, Hollanda, Türkiye,  Avusturya, Danimarka, Belçika, Yunanistan, İzlanda, İsviçre, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, İsveç, Norveç, Portekiz temsilcileri, Amerika'nın istediği Ekonomik İsbirliği Konferansı örgütünü kurdu. Milli Şef yönetimindeki Türkiye, hemen bir ekonomik kalkınma programı hazırlayıp ABD’den 615 Milyon Dolar yardım istedi. Fakat Amerika bu ilk talebi Marshall Planı’na uygun bulmayıp geri çevirdi. Bunun üzerine Türkiye, doğrudan ABD Hükumetine başvurarak kendisinin de Marshall Planına dahil edilmesini istedi. Ankara’daki ABD Büyükelçiliği'de Washington’a rapor göndererek Türkiye’nin yardım verilecek ülkeler listesine alınmasını tavsiye etti. Bu istek üzerine Amerika, henüz Avrupa İktisadi işbirliği Antlaşması imzalanmadan Türkiye’yi Marshall Planı'na dahil etti ve 4 Temmuz 1948 tarihinde Amerika ile Ekonomik işbirliği Anlaşması imzalandı, 1951’e kadar hibe olarak toplam 62 milyon 376 bin dolar yardım Türkiye'ye aktarıldı. Aynı yıllarda Amerika’dan 72 milyon dolar civarında da yardım alındı. Anlaşmaya göre borçların ödenmesine 1952 Temmuz’unda başlanacak, 1956 yılına kadar sadece faiz tutarları ödenecek, bu tarihten itibaren de 35 yıllık sürede, yüzde 2.5 faizli ana para ve faizler eşit taksitlerle ödenemeye devam edilecekti. Türkiye'nin köksüz ülke Amerika tarafından ekonomik kıskaca alınma süreci böylece Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Hasan Saka döneminde başlatılmış oldu. Talihe bakın ki, İnönü devrinin eseri Marshall anlaşması daha sonra Menderes ve hükümetine mal edilecekti.
**
Adnan Menderes, Amerikan yanlısı bir siyasetçi olarak bilinse de yüzyılın baş belası olan bu ülkeyle diplomasi ve güncel dünya ihtiyaçları gereği bir arada olmak zorundaydı. Bu dönemde Amerika ve İngiltere ile bunların güdümündeki Almanya Türkiye'nin sanayileşmesine engel olmaya çalıştı, bu alanda kullanmak üzere talep ettiği kredilere olumsuz cevap verdi.
Alman Ekonomi Bakanı Ludwig Erhard Menderes'e, "Siz niçin ağır sanayii de bu kadar ısrar ediyorsunuz ekselans?" diye sormuş, Menderes ise "Sizin pişmiş toprağınızı çimento olarak almamızı mı istiyorsunuz? Türkiye bunu aşmıştır" diyerek cevap vermişti.
Erhard'ın, "Size biz kredi açmayalım. Size avans para verelim, Türkiye'de tarımı geliştirin. Entansif tarım yapın, Avrupa'nın hububat, meyve, sebze ambarı olun. Eksperlerimizi, makinelerimizi gönderelim. Üretecekleriniz için de kredi değil, peşin para ödeyelim" önerisi karşısında öfkelenen Menderes, "Biz sizin hiçbir şeyinizi istemiyoruz" diyerek yanından ayrılır.
Menderes olaya tanık olan gazeteci Mithat Perin'e, "Hep kafalarında bizi geri bıraktırmak var. Bunun için ellerinden geleni yapıyorlar" der. Abdullah Muradoğlu'nun yıllar önce Milliyet'te yayınlanan Çetin Yetkin'in yazı dizisinden naklettiği detaylar ne kadar da önemlidir.
ABD'nin Menderes'ten yatırımları durduracak kararlar almasını, sanayileşmeden vazgeçmesini istediği tarihe kaydedilmiş bir gerçektir. İngiliz Büyükelçisi James Bowker 8 Haziran 1955 tarihli raporunda Dönemin Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu için, "Zorlu'nun görevden alınıp, daha az fikr-i sabitleri olan ve Amerikalılarla anlaşabilecek birinin ekonomik işlerin başına getirilmesi herkes için iyi olacak" diyordu.
1950'lerin sonlarında Menderes Sovyetler Birliği'ne yöneldi. Zira Amerika ve yandaşı batılılar Türkiye'nin sanayileşmesine şiddetle karşı çıkıyor, buna karşılık Moskova, Menderes'in konuya ilişkin isteklerine olumlu yaklaşıyordu. 27 Mayıs kanlı darbesi olmasaydı Menderes bir dizi anlaşma için Moskova'ya gidecekti. Darbe sonrasında idama mahkum edilen 15 Demokrat Partiliden sadece Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın cezaları infaz edildi. Çünkü Dünya düzeninin tekesine çomak sokan bu üçlüydü!
Darbeciler, IMF'de çalışan Kemal Kurdaş'ı Maliye Bakanlığına, Amerikan yanlısı diplomatlardan Selim Sarper'i Dışişleri Bakanlığına, General Fahri Özdilek'i de Milli Savunma Bakanlığına atamışlardı. Benzer görevlendirmeleri, diğer darbe süreçlerinde de görmek mümkündür! 28 Şubat darbesinin ardından başlayan siyasal süreç ve getirileri bunun taze örneklerindendir.
**
2002’de başlayan yeni Türkiye süreci aslında ilk günlerden itibaren hakim dünya güçlerinin ve onların maşası ülkeleri rahatsız etti. 200’lerin ortasında İslam ekonomik Kalkınma Forumu’nda Cezayir Devlet Bakanının, “Coğrafyamızda yaşanan sorunların temelinde Osmanlı’nın aramızdan ayrılması yatıyor. Türkiye yeniden Osmanlı’nın rollerini üstlensin; ülkem adına Türkiye’ye tabi olmaya söz veriyorum” şeklindeki sözlerinin dakikalarca ayakta alkışlanması ve akabinde aynı taahhüdün başka ülkeler tarafından da verilmesi İngiltere ve maşası Amerika’nın kabul edeceği bir durum değildi. İslam ülkelerinin ekonomik işbirliğine gidiyor olması dünyanın dengelerini bozardı. Bu sebeple derhal Arap yarımadasında bahar rüzgarı estirmeye başladılar. Türkiye’de ise planlarının kolay yürümeyeceğini görüp; zayıflayan PKK’nın yanında DAEŞ’i de bölgede yapılandırarak silahlı güçlerini artırmaya çalıştılar. Suriye’de başlattıkları iç savaşı Türkiye topraklarına taşımak için kurdukları bütün planlar bir bir boşa çıkarıldı. Gezi kalkışması, bombalı eylemler ıskartaya çıkarıldıkça daha da azgınlaşıp yeni cepheler oluşturdular. 15 Temmuz’da FETÖ adlı yapıya “darbe görünümlü bir kalkışma” yaptırarak, NATO güçlerinin ülke idaresini ele almasını planladılar. Türk halkı binlerce yıllık devlet geleneği ve İslami şuurla hareket edip ayaklanmacıları kendi ateşlerinde boğarak planlarını bir kez daha alt üst etti.
**
2006 yılında Pentagon’a sunulan bir raporda küresel ısınmanın etkisiyle birlikte İngiltere ve civar ülkelerde 20 yıl içinde yaşam şartlarının kaybolacağı, dünyanın buna uygun olarak yeniden şekillendirilmesi gerektiği belirtiliyordu. Durumu tahlil edip Suriye ve Türkiye’nin bu soğuk ırk tarafından işgal edilmeye çalışılacağı öngörümüzü kaleme aldık. Türkiye bu ihtimale karşı uyanık olmaya gayret etti, tedbir alınca Financial Times 2009’da bir makalesinde, “Müslüman dünyasında liderlik rolü üstlenmeye yönelik arayış, Türkiye açısından kapasitesini zorlayıp boyunu aşma riskini de beraberinde getiriyor” diyordu. Türkiye’ye apaçık, “Boyunu aşma” tehdidinde bulunuyorlardı.
PKK ve eşdaşı örgütlerle bağlantısı Türkiye tarafından ifşa edilen Amerika, Suriye’nin Türkiye sınırına yolladığı binlerce ağır silah ve mühimmatla gözdağı verip diz çöktürmeye çalışırken Türkiye 21. Yüzyılın savaşına hazır olduğunu ortaya koyunca işin rengi değişti. Ekonomik gücü olan İslam ülkelerini Türkiye’nin yanından uzaklaştırıp yalnızlaştırmaya, desteksiz bırakmaya çalışan Tramp Amerika’sı bu planında henüz arzuladığı sonuca varamadı. Türkiye’ye silahlı saldırıya geçmek için cesaret bulamayan Amerika dünya genelinde yaygın olan gizli fonları devreye sokarak ekonomik taarruza başladı. Yakın zamanda, Türkiye’nin NATO ile diğer Avrupa teşkilatlarından çıkarılması için başlatacağı çalışmaya da hazırlıklı olmak gerek!
İnsanımız yaşadığımız çağda savaşların psikolojik aşamadan başladığını, ekonomik saldırıların da ciddi bir savaş biçimi olduğunu anlamış durumdadır. Her devirde olduğu gibi cartlak sesler çıksa da Türkiye, İngiliz ve Amerikan yapımı ekonomi savaşını kazanacak ve yeni dünya düzenini kurmaya muvaffak olacaktır.