Çocukluk yıllarımda, her 29 Ekim günü, erkenden uyanırdık. 
O gün babam işe gitmez kahvaltı sonrası, en yeni ve temiz giysilerimizi giymemizi ister, sonrasında sabahın erken saatlerinde hep birlikte Varyant’a giderdik. 
İzmir’e gelip Varyant’ı bilmeyen yoktur. Kıvrıla kıvrıla ilerleyen yokuş yolda, bir tarafında denize nazır konaklar, köşkler, evler yerini alırken, diğer tarafta İzmir Körfezinin nefis manzarası gezmeğe gidenlere eşlik ederdi. 
29 Ekim günü, sabahın erken saatlerinde neredeyse bütün İzmir, Varyant’a akın eder, resmigeçit törenini büyük bir coşku ve sevgi seli içinde izlemeye koyulurdu. 
En çok da sipahi atların mağrur duruşları ve her adımda aynı anda çınlayan nal sesleri hala kulaklarımda yankılanır. Biz çocuk aklımızla ‘baba hepsi aynı anda, aynı bacağını basıyor’ der şaşkınlığımızı gizleyemezdik. 
Öylesine bir kalabalık olurdu ki; babam sadece bizim töreni izleyebilmemiz için, o coşku ve sevgi selini yaşayabilmemiz için, bizleri sıra ile omzuna alır, bir elimizle bayrağı dalgalandırırken, diğer elimizle de dengemizi korumak için babamın başına dayanırdık. 
Askeri araçların çiçeklerle süslenmiş halini ilk o zamanlar görmüştüm. Çeşitli çiçeklerle süslenmiş araçların içinden askerler, bizlere çiçekler ve jelâtine sarılmış şekerler atarak konvoyun ilerlemesini izlemek ayrı bir güzeldi o günlerde.  
29 Ekim resmigeçit töreninin coşkusunu adeta damarlarımızda hisseder, bizlerde büyükler gibi geçit törenine katılan asker ve diğer kişileri büyük bir sevgi gösterisi ile ellerimiz acıyana kadar, var gücümüzle alkışlardık. 
Akşam olduğunda ise avucumuzun içi şişer ve acımaya başlardı.
Akşam karanlık çöktüğünde ise ayrı bir coşku ile Fener alayını izlemeye giderdik. 
Törene katılan süslenmiş araçları, ellerindeki meşaleler ile yürüyüş konvoyuna katılanları, Asker araçlarının içinden atılan şekerleri, en arkalardan gelen bando sesi eşliğinde izlemek ayrı bir zevkti bizim için. 
Böylesine özel ve böylesine güzel bir günde, adeta İzmir tek bir yürekte atar gibi bütünleşir, tek bir vücut gibi hareket ederdik. Herkes o gece sokaklarda, parklarda, caddelerle coşku içinde kutlamalara katılır, gecenin ilerleyen saatlerine kadar sokakta olurduk.
Çoğu zaman ben ya da kardeşlerimden biri babamın kucağında uyumuş olarak eve dönerdik.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere hediye ettiği bu günü en güzel ve en anlamlı şekilde kutlamayı bizler küçük yaşlarımızda öğrenmiştik. Bizden sonra gelecek olan nesillere öğretmek adına büyüklerimizden devraldığımız bayrağı, bizlere öğretildiği şekilde devam edeceğimize söz verdik. 
Cumhuriyetimizin 90. yılını kutladığımız bu güzel ve özel güne gelene dek olan süreci bir kez daha hatırlayalım.
Yurdumuz 1.Dünya Savaşı’ndan sonra düşmanlar tarafından işgal edilmiş, Mustafa Kemal Atatürk, ulusumuza önderlik etmiş ve Kurtuluş Savaşımızı başlatmıştı. Dört yıl süren zorlu bir mücadele sonunda, Kurtuluş Savaşımızı kazanmış ve düşmanları yurdumuzdan çıkartmıştık.
Mustafa Kemal Paşa, 23 Nisan 1920′de Türkiye Büyük Millet Meclisini açarken ülke yönetiminin ulusal egemenliğe dayanması gerektiğini, Türk Ulusunun kendi kendisini yönetmesini düşünüyordu. Bu yönetimin adı da Cumhuriyet olmalıydı.
28 Ekim 1923 günü akşamı, Atatürk, İsmet Paşa ile bir yasa tasarısı hazırladı. Bu yasa tasarısı “Türkiye Devleti’nin yönetim biçimi cumhuriyettir.” şeklindeydi. 
Bu yasa tasarısı, Anayasa’mızın ilk maddesi olarak “Türkiye Devleti’nin yönetim biçimi cumhuriyettir.” cümlesiyle yerini almıştı.
Atatürk’ün hazırladığı yasa tasarısı, 29 Ekim 1923 günü Meclis’te okundu ve oylandı. Yasa tasarısı, Meclis’teki milletvekilleri tarafından “Yaşasın cumhuriyet!” sesleriyle kabul edilmişti.
Cumhuriyetimizin 90. yılını kutladığımız bu duygu, coşku ve düşüncelerle, milletimizin Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyor, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, silah arkadaşlarını ve bütün şehitlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.
Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
Sevgi ile kalın.