“Yıldız Sarayı’nda Vahdettin ile baş başa.”
     (Şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha öemli.) (Mustafa Kemal’in anılarından alınmıştır.)
     Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin ile adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk.
     Sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap bulunmaktadır. Salonun Boğaziçi’ne açılan penceresinden gördüğümüz manzara ise şöyleydi:
     “Birbirlerine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları...Bordalarındaki bütün toplar, sanki Yıdız Sarayı’na doğrultulmuş...”
     Manzarayı görmek için, oturduğumuz yerlerden, başlarımızı sağa, sola çevirmek yeterli idi.
     Vahdettin hiç unutamayacağım bir şekilde şu sözlerle konuşmaya başladı.
     “Paşa...Paşa...Şimdiye kadar Devlet’e çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Yani tarihe geçmiştir. Artık bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir. Paşa...Paşa...Devleti kurtarabilirsin.”
     Bu sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, yabancı hükümetlerin en üst derecedeki aracıları ile temas arayarak, Devleti’ni ve Saltanatı’nı kurtarmaya çalışıyordu.
     Bütün bu yaptıklarından pişman mıydı? Aldatıldığını mı anlamıştı; fakat böyle bir tahminde bulunarak, başka konulara girişmeyi tehlikeli saydım. Kendisine basit cevaplar verdim:
     “Hakkımda göstermiş olduğunuz yakınlığa ve güvene teşekkürlerimi sunarım. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.”...
     Dedim ki:
     “Merak buyurmayınız, efendimiz. Yüksek bakış açınızı anladım. Yüce kararınız olursa, hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an olsun unutmayacağım.”
     “Başarılı ol...” şeklindeki cevabından sonra, huzurundan çıktım.
     Naci Paşa, Padişah’ın yaveri, fakat aynı zamanda benim hocam, benimle buluştu.
     Elinde ufak bir muhafaza içinde bir şey tutuyordu:
     “Padişahın küçük bir hatırası” dedi. Kapağının üzerine “Vahdettin” adının ilk harfleri olan bir saatti.
     “Peki, teşekkür ederim.” dedim...
     Görülen oydu ki, Padişah Vahdettin, büyük bir ikilem içinde bulunmaktadır. Bir taraftan memleketin işgal altında olmasının ezikliği, diğer taraftan İtilaf Güçleri donanmasının toplarının Saray’a dönük bir şekilde durmaları ve özellikle İtilaf Güçleri’nin kendisinden Anadolu’da görülen bazı hareketlilikleri mutlaka susturması gerektiği baskıları, son umut olarak, tüm tereddütlerine rağmen Mustafa Kemal Paşa’ya sarılmak gereğini duymuştur.
     Artık kader ağlarını örmüş. Yeni bir Türkiye’nin kuruluş aşamasına gelinmiştir. Mustafa kemal Paşa da, ister şartların zorlamaları ile, ister imkânsızlıkların ortaya sürdüğü umutsuzluklarla olsun, İstanbul Yönetimi’ni, hem O’ndan kurtulma, hem de O’ndan bir medet umma noktasına getirmiştir...
     “İhtiyar Kaptan İle Pusulasız Seyahat”
     (Vapurun Karadeniz’de batırılacağı haberi...)
     (Mustafa Kemal’in anılarından)
     Artık Şişli’deki evi bırakmak üzereyiz. “Bandırma vapuru”, Galata rıhtımında hazır. Tüm bildiklerimiz bu...
     Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum “Aldığı habere göre, benim ya hareketime izin verilmeyeceğini, yahut vapurun karadenizde batırılacağını” söyledi...
     Karadeniz (İstanbul) Boğazı’ndan çıkarken kaptana tehlikeli olasılıkları anlattım...Mümkün olduğu kadar kıyıları izlemesini önerdim. Çünkü bundan sonra “Benim tek istediğim, Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaretti.”...
     19 Mayıs 1919 pazartesi günü sabah saat 06.00 da Samsun limanına vardık...Gemi ahşap bir iskelenin açığına demirledi. Sahilden gönderilen kayıklara binerek askerî bando eşliğinde halkın coşkuları ile karaya çıktık.
     Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, kent adına Belediye Meclisi üyelerinden Hacı Molla karşılayıp “Hoş geldiniz Paşam” dedi...
     Diğer taraftan, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişinin altındaki düşünceyi anlayan İngilizler, kendisi daha Samsun’a varmadan, bir taraftan hükümete şiddetle çıkışarak ve baskı kurarak, Mustafa Kemal’i yoldan çevirmek istemişlerdir.
     Başta İngilizler olmak üzere tüm Müttefik Devletleri Mustafa Kemal’in ve onunla beraber birtakım subay ve görevlilerin Samsun’a gönderilmiş olmasından tedirgindir...
     İngilizler, “Bandırma Vapuru”nun yoldan çevrilmesi ve hatta batırılması için her türlü girişimde bulunma görevini de üstlenmişlerdir.
     Ancak, artık ok yaydan çıkmış, kader Türk Milleti’ne lâyık ve hak olarak gördüğü özgürlüğünü ve kurtuluşunu elde edebilmesi için her türlü plân ve programını yürütmeye başlamıştır bile...
     (19 MAYIS; yazan, derleyen ve fotoğraflayan HANRİ BENAZUS, (1982 - 2016 tarihleri arasında yayınlanan) Nokta Dergisi’nin Tarih Eki’nden)
x
     Zamanın “Bugün” gazetesinde çıkan bir yazım dolayısiyle benimle tanışmak isteyen; üslûbumdan beni emekli bir tarih öğretmeni sanan ve müdiresi bulunduğu Özel Erenköy Güneş Koleji’nde Tarih öğretmenliği yapmayı teklif etmek üzere, benimle tanışmak için gazeteyi arayan; Sn. Nezahat Nureddin Ege Hanımefendi ile tanıştığımda, özellikle Türkçe’miz hakkındaki görüşlerimi çok beğendiği için, hemen Nihad Sami Banarlı hocamızı aramış; benimle muhakkak görüşmesini O’ndan talep etmişti.
     İşte bu vesileyle, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 2 büyük cilt hâlinde neşredilen, sahasında çok büyük bir değeri olan TÜRK EDEBİYATI TARİHİ yazarı; şair ve edebiyatçı merhum Nihad Sâmi Banarlı (1907 – 1974) ile görüşmemi kabul ettiği, İstanbul’un Bebek sırtlarındaki Boğaz’a nazır köşkünde sohbet ediyorduk. Söz döndü dolaştı yakın tarihimiz üzerinde yoğunlaştı ve hocamız, beni de hayretler içinde bırakan şöyle bir yorumda bulundu:   
     “Evlâdım dedi. Milletçe kazanılan bir zaferi tek bir kişiye vermek doğru değildir.  Eğer Türk İstiklâl Harbi’nin zaferle sonuçlanmasını, ille de tek bir kişiye vermek zorundaysak; o kişi Mustafa Kemal Paşa değil, son Padişahımız Vahdettin olmalıdır. Çünkü O’nu Anadolu için görevlendiren ve O’nu oraya yollayan bizzat Vahdettin’dir. Elbette Mustafa Kemal Paşa, siyasî bir dehadır. İstiklâl Savaşını; tüm yokluk ve zorluklara rağmen Türk Milleti’yle omuz omuza vererek, liderleri bulunduğu diğer kumandan paşalarla beraber liyakatle yürütmüş ve onlarla birlikte, Millî Mücadele’yi zaferle sonuçlandırmışdır. Hepsine şükran borçluyuz. Ruhları şâd olsun.”