GEÇMİŞTEN, GÜNÜMÜZE ON’ARLI YILLARIN İZLERİYLE TÜRKİYE... Unutturmamak için yazdım, unutulmasın o yıllar..! 1950’li yıllar...

... dünden devam

Birbirlerine çok yakın olan bu iki semttin çocukları arasında da çok tatlı bir rekabet yaşanır, özellikle mahallerin ağabeyleri, türlü konularda karşı, karşıya gelip kavgalara girişirler, sonrada barışıp, birbirlerine meşhur turşucu Şükrü'den turşu suyu ısmarlarlardı.

Langa semti sahil yolundan gidildiğine, yarım saat – kırk beş dakikalık mesafedeydi. Oraya daha çok ilkokul 4'ncü sınıftan itibaren gitmeye başlamıştık. Başlamıştık diyorum çünkü o dönemde benim yaşadığım semtlere öyle herkes elini kolunu sallayarak giremezdi. (hele, hele bu semtlerde oturan kızlara bakmak, onlara laf atmak; çocuklar, gençler arasında mahalleler arası kavga sebebiydi…)

Her semtin bir raconu, bir semt büyüğü vardı. Biz çocuklar arasında da uygulanan bu adet, Langa ilkokulunda ki arkadaşlarımızın, 'Kadırga Parkına' ilk gelişleri ile başlamış ve devam etmişti.

Nasıl ki, Yedikule'nin göbekli marulu meşhursa… Langa'nın da hıyarı (salatalığı) çok meşhurdu, tıpkı Kumkapı'nın o nefis simiti gibi…

Langa, Kumkapı, Çatladıkapı, Yenikapı (Çatladıkapı'ya daha çok yüzmeye giderdik, çünkü oranın denizi çok güzeldi…) bu semtler; genelde Rum, Ermeni ve Yahudi kökenli yurttaşlarımızın yanı sıra; Balkanlardan göç ederek buralara yerleşen, ya da Anadolu'dan gelip İstanbul'un taşı, toprağı altındır diyerek buralarda oturan insanlarımızın yaşadığı yerlerdi…

Bu semtlerde yaşayan ailelerin, komşulukları, dostluk ve arkadaşlıkları, insani ilişkileri öylesine temiz ve öylesine güzeldi ki, hiçbir kimse, diğerine kem gözle bakmaz, günümüzde olduğu gibi muhtaç bir insan gördüğünde başını öte yana çevirmezdi.

Hiç unutmam, 'Langa'nın ünlü bakkalı', Panayot amca vefat ettiğinde, sadece Langa değil, Kumkapı'dan, Yedikule'ye herkes üzülmüş, herkes ağlamıştı.

Çünkü çoğu orta halli olan bu insanlarımızın zenginliği; maddiyatta değil, insani ilişkilerinin güzelliğinde, birbirlerine olan sevgilerinde, saygılarında ve yardımlaşma içgüdülerinin zenginliğinde saklıydı…"(Sayın İbrahim Derbeder'in anılar yumağından alınmıştır.)

(Kitabımın bu bölümünde, Derin Yayın Evinin Sahibi Değerli Dostum, İbrahim Derbeder Bey'in de Langa'da yaşayıp, orada büyüdüğünün altını çizerek; o dönemi anlatan; yukarıda tırnak içine aldığım kendi anılarını da benimle paylaştığı için kendisine minnettarım.)

'Cinci Meydanı'; aynı zamanda benim çocukluğumda yaşadığımız bayram günlerimizin de en renkli anılarına hayat veren yer olmuştur! Zira her bayram geldiğinde, büyüklerimizin ellerini öptükten sonra bize verilen bayram harçlıklarımızı hep bu meydanda kurulan bayram yeri eğlencelerinde harcardık.

Bu bayram yerleri, panayır eğlenceleri ile dolar, taşardı… Atlıkarıncalar, dönme dolaplar, ipte yürüyen cambazlar, palyaçolar; balonlar, çeşit, çeşit yiyecekler, renk, renk tat, tat macunlar…

Aslında çocukluk hayallerimizde yaşattığımız o rengârenk güzelliklerin, bizi, biz yapan anıların hepsinin yaşandığı yerlerdi o mekânlar…

Ne de güzeldi o yıllarda milletçe yaşadığımız bayramlar… Hele o bayram sabahlarının heyecanını anlatmam ne mümkün! Bir gün öncesinden alınan bayram giysilerimizi o sabah erkenden kalkan anneciğim bizlere giydirir, sabahın o erken saatinde bayram namazından dönen babacığımın ellini öpmek için hazır beklerdik…

Ailece bayramlaşmamızın ardından bayram sofrasına geçer ve anneciğimin kendi elleriyle hazırladığı bayram yemeklerinin, bayram tatlılarının hep birlikte tadına bakar ve şükür duası ederdik.

İlk bayram namazına da babacığımla birlikte gitmiştik. Kadırga Parkının hemen dibinde, Kadırga Spor Kulübünün binasının yanında ki camii…

İlk bayram namazını orada kılmış ve ilk bayram namazı hutbesini de o camiinin hocasından dinlemiştim. O zaman henüz 7 yaşındaydım.

devam edecek ...