1980'Lİ YILLAR:

Yine o dönemde, görevli olduğum yerde çok sayıda fabrika vardı. Bir gün, bu bölgedeki birkaç fabrikada toplumsal direnişi tetikleyen olaylar olduğu haberi gelmişti! Derhal arabama binerek o fabrikalara gittiğimde; imalat tezgâhlarının başında olması gereken işçiler, işi topluca bırakmışlar; fabrika çalışanlarını orada bir araya toplayan kışkırtıcılar / elebaşılar, verdikleri çeşitli komutlarla o kadar kalabalık insan topluluğunu olumsuz etkileyerek, onların iş başı yapmalarını engelliyorlardı! Yani tam bir toplum psikolojisiyle etkilenen bir insan topluluğu vardı karşımda!

Fabrikada, öncelikle bu eylemi gerçekleştiren işçilerin sendika temsilcileriyle görüştüm. Yapmış olduğum bu görüşme; oldukça samimi bir ortamda geçmiş ve işçi arkadaşların iş başı yapmaları için onları ikna etmiştim.

12 Eylül 1980 askeri müdahalesi öncesi ve sonrasında yukarıda anlattığım hususları içeren o kadar çok olayla karşı, karşıya kalmıştım ki! Ama genelde, karşılaştığım her olayda; mevcut olumsuzlukları kolaylaştıran önerilerim ve uygulamalarımla, insanlara zarar gelmeden bu olayları önleme çabası içinde olmuş ve önlemiştim de. Bu noktada vurgulanması gereken en önemli husus; askeri personelin bu sokak çatışmalarını ve toplumsal olayları önlemeye ne kadar hazır olduğu konusuydu!

Yıllar öncesi yaşadığım bu süreçte, silahlı kuvvetlerin içerisinde görev yapan bir kişi olarak, hemen şunu ifade etmeliyim ki, sokak çatışmaları, toplumsal olaylara müdahale, bizim görevimiz değildi, işimizde olamazdı. Çünkü silahlı kuvvetler personeli, ülkemizi dış tehditlere karşı savunmak için ve bu maksada uygun olarak eğitiliyordu. Yurt içinde gelişen olayların, sokak çatışmalarının durdurulması için alınacak tedbirlerin birinci derecede sorumlusu, emniyet teşkilatımız ve jandarma genel komutanlığıydı, böyle olmalıydı.

Ancak polis teşkilatının yapısının Pol-Der ve Pol – Bir olarak ikiye ayrılmış olması; araç ve teçhizat yönünden yetersizliği,  Jandarmanın da genelde kırsal kesimde oluşan olayları yatıştırmak adına teşkilatlanmış, bu yönde eğitilmiş olması; ülke genelinin neredeyse yangın yerine döndüğü /döndürüldüğü bu kritik süreci önlemek adına, mevcut hükümetin almış olduğu sıkıyönetim kararı gereğince silahlı kuvvetler kışlasından dışına çıkarak, sokaklarda görev almıştı. Bu çok önemli gerçeğin altının kalın çizgilerle çizilmesi gerektiğine inanıyorum…

Aslında bu görevlendirmenin başarılmasında güvendiğimiz iki önemli hususu belirtmemin çok önemli olduğuna inanıyorum;

1.      Sokakta görev yapacak dahi olsa; Mehmetçiğin üstün disiplini ve görevine olan sadakatiydi,

2.      Bir diğeri de; askerin milletimizin göz bebeği oluşuydu.

Bu iki önemli husus; 12 Eylül 1980 öncesinde ve sonrasında uygulanan özellikle sıkıyönetim döneminde sokaklarda görev yaparken, en çok güvendiğimiz hususlar oldu.

Yine o dönemde gün geçmiyordu ki, gencecik evlatlarımız biri, birlerine kurşun sıkmasın; o ana kuzuları sadece fikir ayrılıkları nedeniyle birbirlerinin hayatlarına kıymasındı…

 Ama bu çocuklarımızı fikren kandıranlar, onları böylesine bir tercihe sürükleyenlerdeydi en büyük suç; yıllar önce o çocuklarımızı böylesine bir kargaşanın içine sürükleyenlerin vicdanları en azından bugün o yaşananları nasıl değerlendiriyorlardır acaba?

Hiç unutmam! Bir hafta sonu cumartesi günü bir arkadaşım ile gittiğim büyük bir köşkün geniş bahçesinde tenis oynayan arkadaşları seyrettiğim o gün; bu spor tesisleri, sol görüşlü öğrenciler tarafından basılmıştı. Bu şartlar altında tesislere baskın düzenleyenlere şöyle bir baktığımda; daha bıyıkları henüz terlemeye başlayan gencecik çocuklar olduğunun fark etmiştim. Ama ne yazık ki, her birinin ellerine tutuşturulan silahlar; leblebi değil mermi atıyordu! Bu baskın anında yapılacak en önemli tercihin, üzerimde bulunan askeri kimliğimi kaptırmamam ve kimliğimi öğrenmemeleri olduğunu düşünerek, kimlik kartımı ani bir hareketle, onların göremeyeceği bir yere sakladığımı dün gibi hatırlarım.