Hay Allah! Ne yazacaktım ben? 

Bir dakika, şimdi hatırlayacağım. 

Neydi yahu. Neydi, neydi, neydi. Hah buldum. 

Offf yine unuttum. 

Düşünüyorum, düşünüyorum cıkss. Aklım karman çorman. 

Neyse. 

Yazıyı boşverin. Beni tanıyanınız var mı içinizde?

Kimim ben? adım neydi benim unuttum.  

Peki ama siz kimsiniz? neden sizlerle konuşuyorum. 

Uzak durun benden. Korkuyorum. Bana zarar vereceksiniz. 

Evime götürün beni. Evim nerede bilmiyorum. 

Unuttum. Kahretsin her şeyi unuttum. 

Merhaba sevgili okurlarım!

Sizleri bir an endişelendirip, korkuttuysam çok özür diliyorum. Ancak bugünkü yazımın konusu olan Alzheimer hastalığının nasıl bir illet olduğunu,  Alzheimer  hastalığına yakalanmış, bu tarz unutkanlıkların bin beteriyle baş başa çaresiz kalan  insanlarIn yaşadığı dramı düşünün istedim. 

Uzun zamandır İnstegram hesabımdan ünlü moda tasarımcısı Tanju Babacan'ı takip ediyorum. 

En başta söyleyeyim. Takip amacım  öyle düşündüğünüz gibi modayı takip etmek falan değil.  Çok ama çok özel  bir durum söz konusu. 

Tanju Babacanı tanıyan, bilen zaten bu özel durumdan haberdardır. Ancak bilmeyenler için kısa bir özet geçmek istiyorum.

Tanju Babacan,  uzun bir süredir modacı kimliğinin dışında  alzheimer hastalığından muzdarip olan ve bir kaç ay evvel hayatını kaybeden Annesinin  son anına kadar ilgisini, şefkatini üzerinden eksik etmemiş evlat gibi bir evlattır.

Tanju Babacan ( TEREDDÜT) İsimli kitabında "alzheimer"ı ve Annesi ile birlikte yaşadığı sıkıntıları şu sözlerle dile getiriyor.

Herkes bu hastalıkla ilgili bir şey anlatıyor. Oysa herkes parmak izi gibi şahsına münhasır yaşıyor bu hastalığı. 

Alzheimer hastası bir anneyle yaşamak her gün yeni  sürprizlere açık olmayı gerektirir.

Açıklaması zor bir hastalık. Sevdiğiniz insan bir gün geliyor çocuğunuz oluyor. O yine yanınızda ama daha minik hareketlerle. Daha bebek gibiler. Daha nazlılar. Daha tatlılar. Annemi takipteyim sürekli. Eğer bu hastalıkla yaşıyorsanız aksi düşünülemez zaten, buna mecbursunuz. 

Gözünüz her an hastanızın üzerinde olmalı. O yaşıyla, görüntüsüyle sizin anneniz, babanız olabilir ama dediğim gibi aynı zamanda küçük bir çocuk kadar saf ve tecrübesiz. Hiç bir şey bilmiyor, hatırlamıyor. Her şeyden önce bunu kabullenmek gerekiyor. 

Hayat çok garip değil mi?

En kötü sonun  ölüm olduğunu düşünürüz çoğu zaman.  Oysa bazen öyle  şeyler yaşanır ki bu hayatta, ölüm bile hoş görünür gözümüze.  

Bu yazımı yazarken bir an Annem'in hayali belirdi karşımda. 

Her geçen gün biraz daha yaşlandığını fark ettim. Yarın biraz daha yaşlanacak. Ondan sonraki günde.

Peki ya bir gün o da bu hastalığa yakalanırsa diye geçirdim akılmdan. 

Dertleştiğim beni yüreğiyle dinleyen o kadın, beni anlamayacak belki de. Anlasada kısa bir süre sonra konuştuklarımızın tamamını unutacak. 

Sadece konuştuklarımızı değil, tüm geçmişimiz, onunla yaşadığımız acı tatlı anılarımızda kaybolacak. 

En acısıda gün gelecek canından çok sevdiği evlatlarını hatırlamayacak. 

Bundan büyük acı olur mu sizce? 

Lütfen bugün hepiniz sadece bir dakika, bu konu üzerinde düşünün. 

Anneniz  veya babanız. Siz de olabilirsiniz. 

Bir sabah uyandığında  ayakkabilarını  nasıl bağlayacağını  unutmuş.   Bağcıkları ardından sürünerek giderken, bir vitrin camında gördüğü kendi yüzünü anımsayamadan: sanki bu kişiyi tanıyorum: çıkaracağım. Adı neydi? diye kendi kendine konuşuyor. Gecenin bir yarısı kalkıp öylece şehrin sokaklarında yürüyüp kayboluyor! Üç yaşında bir çocuk kadar masum, savunmasız ve bir o kadar garip. 

Düşünün ki en sevdiğiniz yanınızdadır ama o bir yabancıdır artık.

İçiniz sızladı değil mi?

Kim bilir?  belki de vicdan azabıdır içinizi sızlatan. 

Hani şu bir türlü kalbinizden kopan sevginizi her defasında ertelerken onları aslında ne çok sevdiğinizi  duyuramamanın acısını hissetiniz.

Peki ya yarın geç olursa. Ağzınızdan yüzlerce sevgi sözcükleri çıkarken bu defa o sizinle ilgilenmezse. Hatta ne anlattığınızı anlamadan öylece soğuk bir ifadeyle yüzünüze bakarsa?

Demem o ki. Sevginizi, ilginizi ertelemeyin.