TÜRKİYE’DE DARBELER TARİHİ, DARBELERİN DAYANAĞI VE MANTIĞI ÇERÇEVESİNDE 1960 DARBESİ

20. yüzyılın başından itibaren Türkiye’de ilk darbeler; 1908 Darbesi ve Abdülhamid’in tahtan indirilmesi ile başladı, 1913 Bab-ı Ali Baskını ile devam etti. Mustafa Kemal’in Osmanlı yönetimini tasfiyesi ile bitti. Cumhuriyet Döneminde birçok darbe ve darbe teşebbüsü gerçekleştirilmiştir. Bunlar sırasıyla; 27 Mayıs Darbesi, 12 Eylül Darbesi; Muhtıralar, 12 Mart 1971, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 E muhtıra; Darbe girişimleri ve ayaklanmalar, 22 Şubat 1962, 20 Mayıs 1963, 20 Mayıs 1969, 9 Mart 1971, 15 Temmuz 2016. 

1977‟de Orgeneral Namık Kemal Ersun tarafından planlandığı iddia edilen darbe hazırlığı, 2003-2004 yıllarında hazırlandığı iddia edilen Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven, Balyoz, Sakal, Oraj gibi darbe planlarının olduğu ve yargı sürecinden geçtiği bilinmektedir. Gezi olayları ve hukuk darbe planları; halkı ayaklanmaya, kurulu düzeni yıkmaya yönelik değişik yöntemle yapılan darbe planlarıdır.

1957-1958'de bir grup subayın hükümete komplo hazırlamak suçundan tutuklanarak yargılanmaları olarak hatırlanan Dokuz Subay Olayı 1960 ihtilaline ön hazırlık mahiyetinde idi. Davanın sulandırılması ve üzerinde ciddiyetle durulmaması sebebiyle 1960 darbesine yol açan cesaret verici sürece sebep olmuştur. Nitekim Necip Fazıl “ Behçet Kemal Harp Akademisi’ne gidiyor ve orada resmen ve alenen orduyu tahrik nutukları çekiyor… Biz haber veriyoruz. Farkında olan yok…” Bazı Generaller Büyük Doğu’ya gelip kendilerini Başvekille görüştürmemizi, orduda büyük bir kaynaşma başlamış bulunduğunu ve mutlaka tedbir alınması gerektiğini söylüyorlar…“ Vaziyeti telefonla bildirdiğimiz devlet recülü, bize: Aman, böyle şeyleri muhatap olmayınız! Bu en nazik mevzu!...Hiçbir temasta bulunmayınız!...Cevabını veriyor.

Bu olaylar karşısında Menderes’in tavrı şu: “Ben orduyu herkesten iyi bilir ve tanırım 7 sene askerlik ettim.”

1959 yılının son ayında ve hadiselerin en civcivli zamanında Muhafız Kıtasının başına getirilen Kurmay Albaya donuk boş gözler, daha o günden ”ihtilale ne lüzum var! Doğrudan doğruya masalarımıza geçip oturun!” dercesine bir gaflet içindedir. Dünya çapında bir siyasi şahsiyetin sözü: “Muhafız kıtası kumandanı, devlet reisinin başvekilinden ve bakanlarından daha ziyade itimat ettiği bir adam olmalı ve böyleyken herhangi bir harekette ilk şüphe ve tedbir onun üzerinde toplanmalıdır.” Bu sözü söyleyen “Makyavel”dir. Ondan ve bu hikmetten haberi olmayan da Celal Bayar… Ona Kayseri dönüşü sordum: Beyefendi, nasıl oldu da, komitacılık iddia eden siz, muhafızınız üzerinde dikkat ve tetkik sahibi olmak inceliğine değer vermediniz? Ne cevap verse iyi: Benim orduya hürmetim vardı; şüphe etmeyi bu hürmete yediremedim.

27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ilk askerî darbedir. 37 küçük rütbeli subay tarafından planlanıp icra edilen darbe, emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır. Dönemin Genelkurmay Başkanı da dâhil 200'den fazla General, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Başbakan Adnan Menderes yönetime el koyan askeri grup tarafından tutuklanmıştır. “Kemalizm’i korumak maksadıyla/bahanesiyle yapılan darbeden sonra 1961'de kabul edilen anayasa değişikliği ile Türkiye’nin 1924 tarihli Kemalist Anayasası yürürlükten kaldırılmıştır.”

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbe ve müdahalelerdeki kanuni dayanağı TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinde yer alan " Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır." hükmü olmuştur. Bu madde bütün müdahalelerin zahiri sebebi olarak kullanılmış, darbe sonucunda yapılanlar Kemalist prensiplerle, Türkiye’nin bağımsızlığı ve demokratik değerlerle bağdaşmayan sonuçlar yaratmıştır. “Darbeler ve darbe girişimleri sonuçları itibariyle Türkiye’nin batıya bağımlılığını perçinleyerek artırmış, ulusal çıkar ve tam bağımsızlık fikrini zedelemiştir.” Nitekim Fatin Rüştü Zorlu’nun şu ifadesi Türkiye’de yapılmış, teşebbüse geçilmiş, planlanmış ve planlanan bütün darbelerin perde gerisindeki failini ve gerekçesini deşifre etmektedir:

“Bizim en büyük hatamız kayıtsız şartsız Amerika’ya tabi olmamız. Böyle bir politika sonsuza kadar devam edemez. Türkiye sırtını Amerika’ya dayamakla hiçbir sonuca varamaz. Aksine kendimizden çok şey veririz yine de onları memnun edemeyiz. Türkiye NATO ve Amerika’nın yanı sıra Üçüncü Dünya ülkeleri ve Sovyetler ile belli ölçüde ve Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda yeni bir politika izlemek zorundadır. Bir yıldan beri Adnan Bey’e bunu telkin ediyorum. Adnan Bey bu ısrarlarım karşısında Sovyetlerle ekonomik alanda işbirliği yapılmasını ve Üçüncü Dünya ülkelerinin lideri durumunda bulunan Hindistan ile ilişki kurulmasını kabul etti. Ben de Başbakan Adnan Menderes’in Moskova’ya resmen ziyaret etmesi için teşebbüste bulundum. Bu çabaların özellikle Amerika’yı rahatsız ettiğini biliyorum”

Türkiye’de Sovyetler Birliği’nin iktisadi ve teknik yardımıyla pek çok büyük sanayi tesisi yapımı (Aliağa petrol rafinerisi, Seydişehir Alüminyum Tesisleri) ve Sovyetler ile soğuk savaş ortamında yapılan iyi ilişkilerin ABD tarafından hoş karşılanmaması, ABD ile yaşanan haşhaş sorunu, Filistin sorununda ABD’de ile farklı tutum geliştirme, ABD’nin Kıbrıs meselesindeki aleyhte tutumunun Türk tarafında yarattığı güvensizlik… U-2 casus uçaklarının SSCB üzerinde yaptıkları uçuşların yasaklanmasının ABD tarafından olumlu karşılanmaması gibi başlıklar gerekçe olarak ifade edilebilir.

Adnan Menderes'in darağacı altında son sözü: "Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime saadetler dilerim" oldu.

Türkiye gibi önemli bir NATO üyesi müttefikin Moskova ile diyalog kurmaya çalışması NATO içinde ve ABD nezdinde uygun karşılanmadığı anlaşılıyordu. Önceden haber almış olmalarına rağmen ABD’li yetkililer Menderes’e darbeyi ihbar etmemiş, dolayısıyla Türk hükümetinin darbe ile devrilmesine yeşil ışık yakmıştır.

27 Mayıs darbesinden sonra “Türkiye’nin Batı’ya olan bağımlılığı teyit edilmiştir.”

DP’nin Türkiye’nin her yerinde yapmış olduğu örgütlenme ile halkın teveccühünü kazanmakta etkili olduğunu düşünen cunta, yeni dönemde kurulacak olan partilerin halk ile aynı şekilde bağlantı kurmalarını engellemek için, partilerin ilçe kademesinin altında oluşturdukları “ocak-bucak” örgütlenmesini yasakladılar . Genel oya (halka) ve bu oy sonucu ortaya çıkan organlara karşı cuntada büyük bir güvensizlik söz konusu olduğu için yürütmenin gücünü zayıflatma ve ikinci planda tutma yoluna gidilmiştir. 1961 Anayasası’nda iktidar gücü mümkün olduğu kadar bölünmüş ve paylaştırılmıştır. Yasama ve yargıdan bahsedilirken “yetki” kelimesi, yürütmeden bahsedilirken ise “görev” kelimesi kullanılmıştır. Buradaki mantık ise şöyle kurgulanmıştır. Eğer yürütmeye belli yetkiler verilirse, bu yetkiler kötüye kullanılabilir . Dolayısıyla yürütmeye sadece “görev” verilebilir.

Asker bu şartlar altında iktidarı seçilmişlere devretmek istemiyordu. 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanının da bulunduğu on general ile 28 albay ‘21 Ekim Protokolü’nü imzaladılar. Protokolde seçimleri iptal etmekten, siyasi partileri yasaklamaya ve MBK’ni lağvetmeye kadar çeşitli tehditler de bulunuyorlardı. Bu müdahale kararının meclisin açılmasından önce yürürlüğe konulması düşünülüyordu . 

Bu gelişmeden sonra Cemal Gürsel partilerin temsilcilerini Çankaya’ya davet etti ve onları “Çankaya Protokolü’nü” imzalamaya mecbur bıraktı. Bu protokole göre MBK’nin emekliye ayırdığı subaylar yeniden görevlendirilmeyecekler, Yassıada’da mahkûm edilenlere af getirilmeyecek, Gürsel Cumhurbaşkanı seçilecek ve İnönü’de Başbakan olacaktı. MBK kendi hazırladığı Anayasayı ihlal ediyor ve siyasi partileri baskı altına almış oluyordu. Siyasetin ne şekilde işleyeceğini ordu belirlemek istiyordu. Bu durum seçimleri anlamsızlaştırıyordu.

SONUÇ: 1960 darbesi örneğinde görüldüğü üzere Türk hükümetlerinin milli menfaatleri korumak refleksi ile hareket etmesi hoş karşılanmamış, askerler üzerinden “Atatürkçülüğü, inkılapları koruma maskesi altında İç Hizmet Kanununun ilgili maddelerini kötüye kullanarak müdahale etmişlerdir.” Bir defa büyü bozulduğunda kanunsuz eylemler meşru, devlete kafa tutmak suyolu olur.