Türkiye’de çok partili hayata geçiş süreci hiç kuşkusuz kısa sürede ve sancısız olmadı.1925 ve 1930 yıllarında başarısızlıkla sonuçlanan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimlerinden sonra II. Dünya Savaşı’nın da etkisiyle 1945 yılına kadar ülkede tek partili yönetim tüm ağırlığıyla varlığını hissettirdi. Savaş sonrasında tek partili otoriter yönetimler yıkılıp yerine demokrasi, özgürlük gibi kavramların Avrupa’da yükselişe geçmesi Türkiye’de parti içindeki muhalefeti cesaretlendirdi. Nihai olarak7 Haziran 1945 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinden Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan imzalı “Dörtlü Takrir”Türkiye’nin çok partili hayata geçiş adımını başlatmıştır. Celal Bayar’ın “Başvekilim Adnan Menderes” isimli kitabında yer verdiğine göre takrir CHP içinde “fırtınalar koparmıştı”. Aslında Dörtlü Takrire imza atan milletvekillerinin yeni bir parti kurma düşüncesi bulunmamaktaydı. CHP içerisinde anti demokratik olarak gördükleri uygulamaların kalkması ve değişen dünya düzenine partinin uyum sağlamasını istiyorlardı. 12 Haziran’da takririn CHP Meclis Grubu’nda reddedilmesinden sonra önerge sahiplerinin taleplerini basında bildirmeleri partiden ihraçlara neden oldu. İhraçlar sonrası yeni bir partinin kurulma sürecine girildi ve Türkiye 7 Ocak 1946 tarihinde aynı kadro tarafından kurulan Demokrat Parti ile çok partili hayata geçiş yaptı.

12 Temmuz Beyannamesi Öncesi İktidar-Muhalefet İlişkileri

DP kurulduktan yaklaşık altı ay sonra Türkiye, 22 Temmuz 1946 tarihinde “açık oy gizli sayım” gibi demokratikliği tartışmalı bir yöntemle seçimlere gitti. Seçimin yapılış tarzına ve sürece yönelik muhalefet kanadından yoğun eleştiriler yapıldı. Seçim sonuçlarına göre DP 62 milletvekili çıkardı ve Meclis’te muhalefet partisi olarak yerini aldı. CHP yeniden iktidar koltuğundaydı ama bu tarihten itibaren Meclis’te iki partili bir ilişki başlamıştı.Recep Peker yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen isimdi. CHP içerisinde önemli kimliklerden birisi olan Peker, partinin ilk genel sekreteri olup aynı zamanda Milli Savunma ve İçişleri Bakanlığı görevlerini de yürütmüştü. Mizaç olarak sert ve otoriter bir yapıya sahip birisiydi. Recep Peker’in başbakanlığa tayinininpek çok çevre tarafından iktidarın muhalefete karşı bilinçli bir hareketi olarak yorumlandı.

Peker Hükümeti 5 Ağustos 1946 yılında Meclis’ten güvenoyu aldı ve göreve başladı. İktidar-muhalefet ilişkilerinin oldukça hassas ve kırılgan olduğu bu dönemde Recep Peker’in başbakanlığı ikili ilişkileri derinden etkilediğini söyleyebiliriz.İktidar ile muhalefet arasındaki ilk tartışma 14 Ağustos’ta hükümet programının görüşülmesi sırasında yaşandı. DP’liler hükümet programını her şekilde değerlendirebilmek adına iki gün süre istedi fakat bu istek iktidar tarafından reddedildi. Peker Hükümetinin “7 Eylül Kararları” olarak adlandırılan ekonomik tedbir paketi de muhalefet tarafından sert bir dille eleştirildi. Dönemin Başbakanı’nın da muhalefete aynı sertlikte cevap vermesi sonrasında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü “muhalefetin de bir gün iktidar olabileceğini” hatırlattı böylelikle tansiyonu düşürmeye çalıştı. İktidarın altı ilde sıkı yönetimi uzatması, bazı gazete ve dergilerin çeşitli nedenlerle kapatılması iki parti arasındaki tartışma konularını oluştursa da şüphesiz 18 Aralık 1946 tarihinde başlayan 1947 yılı bütçe görüşmeleri iktidar-muhalefet arasında en büyük krize sebep oldu. Başbakan Recep Peker’in konuşmasının ardından söz alan DP Milletvekili Adnan Menderes konuşmasında hükümetin tasarruf önlemlerinin gerçeği yansıtmadığını, köklü önlemler alınması gerektiğini ve kırsal kesime destek verilmesini istemiştir. Menderes’in konuşmasından sonra tekrar Meclis kürsüsüne gelen Peker, Menderes’e yönelik olarak “…Adnan Menderes’in sesinde karamsar ve psikopat bir ruhun… akislerini dinledik” şeklindeki sözleri iktidar ile muhalefet arasındaki ipleri koparmıştır. Tarihe “psikopat tartışması” olarak yansıyan bu olay DP Grubunun Meclis’i terk etmesiyle ilişkileri kör düğüm haline getirdi. İnönü bir kez daha partileri uyardı ve siyasal sistemin işlemesini istedi.

Bütçe görüşmelerinin akabinde DP I. Büyük Kongresini toplamış ve süreçte çok tartışılan “Hürriyet Misakı” kabul edilmiştir. Hürriyet Misakına göre anayasaya aykırı kanunların kaldırılması, Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığının tek bir kişide toplanmaması, seçim kanunun değiştirilmesi gibi konular yer almaktaydı. Muhalefet hükümetin bu taleplere olumlu cevap vermemesi halinde topluca Meclis’ten çekileceklerini ifade ediliyordu, yani “sine-i millete döneceklerini” söylüyorlardı.

Süreçte iktidarın muhalefete henüz alışamadığını, taleplerini göz ardı etmeye çalıştığı ve otoriter bir yaklaşım içinde olduğu görülmektedir. Muhalefetteki durum da çok farklı değildir, özellikle sine-i millet tehdidi ülkede oldukça sert bir muhalefetin olduğunu göstermektedir. Elbette ki bu çıkarımı yaparken Türkiye’nin demokrasi deneyiminin azlığı ve siyasetçilerin Kurtuluş Savaşı yıllarında bizzat görev alan isimler olduğu için otoriter yapılarının ağır bastığını söylemeliyiz.

12 Temmuz Beyannamesi

İktidar ile muhalefet arasındaki çıkmazın çözümü için ilk uzlaşma girişimi eski Meclis başkanlarından Halil Menteşe’den geldi. Menteşe, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazdığı açık mektupta iki partiyi yakınlaştırmaya çalıştı. İkinci girişim 10 Mayıs 1947 tarihinde CHP’li ve DP’li milletvekillerinin Londra ziyareti esnasında Nihat Erim ile Fuat Köprülü arasındaki görüşmedir. Milletvekilleri iki parti arasındaki dostluğun nasıl gelişebileceği üzerine fikir alışverişinde bulunmuşlardır. Üçüncü temas ise Vehbi Koç ve Üzeyir Avunduk gibi Türk iş adamlarının çabalarıdır.

Netice itibariyle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Recep Peker ve DP lideri Celal Bayar’ı 7 Haziran’da Çankaya Köşkü’ne çağırdı. Ardından 10 Temmuz’a kadar bir dizi görüşme gerçekleşti. Peker süreçte görüşmeleri devam ettirmeme taraftarı olduğunu bildirdi.Görüşmelerin ilk kısımlarında her iki parti liderleri karşılıklı birbirlerini suçladılar. 26 Haziran’daki görüşmede İnönü görüşmelerle ilgili olarak bildiri yayınlanmasını talep etmiştir. Beyanname 11 Temmuz’da radyodan okunmuş, 12 Temmuz’da dönemin gazetelerinde yayınlanmıştır.

Sonraları “12 Temmuz Beyannamesi” olarak adlandırılan bildiride öncelikle İsmet İnönü’nün iki parti lideriyle yaptığı görüşmeler ve ikiliyi uzlaştırma çabaları yer almıştır. Ardından daha önce çok partili hayata geçemeyişimize değinerek iki parti arasında “güven tesisinin” sağlanacağı, muhalefetin “kanunlar çerçevesinde hareket edeceği”, iktidarın “muhalefetin varlığına ve çalışmalarına saygı göstereceği” önemle altı çizilmiştir. Tüm bunların yanında İnönü’nün “partiler üstü konumda” olduğu vurgulanarak her “iki partiye de eşit davranacağı” yer almıştır. İnönü beyannamede “…benim bu dinlediğim karşılıklı şikayetler içinde mübalağa payı olursa olsun, hakikat payı da vardır” diyerek iktidarın muhalefete karşı olan tavrının farkında olduğunu belirtmiştir. Devamında“… ihtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazım”diyerek eşitlik vurgusunu açıkça yapmıştır. İnönü son olarak iktidar ve muhalefet liderlerinin “samimi yardımlarını” beklediğini belirterek iki tarafında yapıcı olması gerektiğini vurgulamıştır.Cumhurbaşkanı’nın bu sağduyulu tavrı Türk siyasal hayatında demokratik düzen ve çok partili hayatın ülkemizde tesisi için oldukça önem taşımıştır.

Beyanname sonrasında her iki parti iç yapısında değişimler meydana geldi. Başbakan Peker’in 26 Ağustos 1947’de yapılan CHP Grup toplantısındaki güven oylamasında 35’e karşı 303 oyla güven oyu aldı. Bu olay tarihe “35’ler Olayı”olarak geçti.Peker güven oyu sonrasında hükümette bazı değişiklikler yaptı (İçişleri, Ticaret, Milli savunma ve Tarım Bakanlıklarında değişiklikler yapmıştır.) Akabinde Peker, CHP Divanı’nda parti genel başkan vekilliği ile başbakanlığın bir arada olması gerektiğini savunmuş fakat kabul edilmedi. Bu olaydan bir gün sonra Peker’in sağlık sorunlarını bahane ederek istifa etmesi manidardır. İstifanın ardından Cumhurbaşkanı İnönü aralarında DP milletvekillerinin bulunduğu bir heyet ile yurt gezisine çıktı ve her gittiği yerde DP başkanlıklarını da ziyaret etmekten geri durmadı.

DP açısından 12 Temmuz Beyannamesinin sonuçlarına bakarsak parti içindeki muhalif grubu gün yüzüne çıkarmıştır. Beyannameyi iktidarla anlaşma yapmak olarak değerlendiren bu grup Hürriyet Misakını hatırlatarak DP’nin meclisten çekilmesi gerektiğini vurguladılar. Kısa süre sonra Osman Nuri Köni, Sadık Aldoğan, Necati Erdem, Kemal Silivrili, Mithat Sakaroğlu, yaptığı açıklamalarla partiyi zayıflattıkları gerekçesiyle ihraç edildiler. Bu ihraçlara tepki olarak DP Genel İdare Kurulu’ndan altı isim de istifa etti. Yusuf kemal Tengirşek, Enis Akaygen, Emin Sazak, Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer ve Ahmet Oğuz istifa eden isimlerdir. Bu kişilerin bir bölümü “Müstakil Demokratlar Grubunu”kurmuş bir kısmı da Hikmet Bayur önderliğinde “Millet Partisini”kurmuşlardır.

12 Temmuz Beyannamesi Türk siyasetinin geleceğini etkileyen bir bildirgedir. Siyasette uzlaşma dilinin ne derece önemli olduğunu tarihi süreçte bu beyanname ile gözler önüne serilmiştir. Türkiye’de çok partili hayatın kalıcı olacağının göstergesidir. Bu beyanname ile muhalefet kurumsal bir kimlik kazanmıştır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün takındığı tavır, Celal Bayar’ın sağduyulu tutumu ile birleşince demokratik düzenin tesisi için atılan önemli bir adım olarak tarihteki yerini almıştır.

Kaynaklar

  1. Fehmi Akın, “12 Temmuz Beyannamesi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”.
  2. Hüseyin Çavuşoğlu, “12 Temmuz Beyannamesi ve Beyannamenin Türk Siyasal Hayatına Etkisi Üzerine Bir Değerlendirme”, Bartın Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 12, S. 23, ss. 142-154.
  3. Hüseyin Şeyhanlıoğlu, “12 Temmuz Beyannamesinin Siyasal Etkileri ve Önemi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 16, ss. 77-100.
  4. https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/12-temmuz-beyannamesi/
  5. Işıl Tuna, Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri, Libra Kitap.
  6. https://www.abdulvahapkara.com/tuerk-demokrasisinin-manifestosu-doertlue-takrir-70-ylnda/