Suç,  nedir? Aklımıza somut, kasıtlı, görünür olan bir dolu eylem gelebilir böyle sorunca.  Çünkü suç denildiğinde genelde aktif, yönlendirilmiş, niyetli davranışlar hayal ediyoruz. Oysaki sessiz kalmak, en sık ağına düştüğümüz, en sinsi ilerleyen, bu yüzden de 4. evrede bile zor fark edilerek insanlığımızı kanser eden, en karanlık noktadaki suçlarımız olarak faili meçhul dosyalarımıza kaldırılıyor. Sessizlik suçu,  şeffaf bir boya ile bocalanıyor insanlığımızın üzerine ve iz bırakmadan ortak oluyor karanlığa. İz bırakmıyor, bu yüzden utançtan da suçluluktan da cezadan da koruyor bizleri. Keşke bu kadar korunmasak,  keşke biraz iz bıraksa…
Siyah- beyaz spektrumunda değil de dereceli bir ölçekte düşünürsek, “masum” undan, “zalim”ine,  bir dolu sessizlik suçu işliyoruz yaşamımız içerisinde. Bir anne, istismar ediyor çocuğunu, azarlıyor, rencide ediyor. Hani biz de aynı suça  maruz kalmıştık daha önce halbuki. Biliyoruz da oysaki incinmişliği ve korunmaya muhtaçlığı.  Yine de görüyor, duyuyor  ve susuyoruz.  İş yerinde arkadaşımız  mobbinge uğruyor, içten içe biliyoruz, haklıyı, haksızı, zarar göreni, zarar vereni, haksızlık yapanı. Hani bizim başımıza da gelmişti belki. Sosyal medyadan da saydırmıştık hak hukuk meselelerinde daha önceleri. Fakat yine de susuyoruz.  Bir kadın tecavüze uğruyor, ah vah ediyoruz, suçluya verip veriştiriyoruz, insanlığın, adaletin, erdemin “hakkını veriyoruz” sanal mecralarda. Fakat yaşam içerisinde bir şey oluyor, birilerine denk geliyoruz, tecavüze uğrayan bir kadın ile evlenmek istemeyen bir yakınımız ile karşılaşıyoruz ya da   tecavüze uğradığını bildiğimiz biri ile bazı insanların nasıl arkadaşlık etmek istemediğine şahit oluyoruz.. Susuyoruz..
Hani çokça bahsetmiştik, kalp kırmamaktan, insanları incitmemekten, bir gönülü kıranın kabeyi yıkacak oluşlarından… Çokça savunmuştuk hani bütün bunları. Yine de susmuştuk, cinsel eğilimi ya da tercihlerinden dolayı biri ile alay edildiğinde, biri dışlandığında, yaşam hakkı tanınmadığında, küfürlerde hakaretlerde materyal olarak kullanıldıklarında, susmuştuk. Siyasi terciler ile alay edildiğinde de çok iyi papazlanmıştık oysaki. Çok iyi savunmuştuk kendi çevremiz tarafından onaylanan bir şey ile maytap geçildiğinde. Çok delikanlıydık o zamanlarda.
Psikolojik sorunları olan ve psikolojik tedavi gören insanlara destek olduk, herkesin başına gelebilir dedik, üzüldük,  “empati” kurduk. Hakaretlerinde psikolojiyi alet edenlere neden birşey demedik peki?  Neden tanı koyma yetkisi kendisine verilen doktor arkadaşımız o tanılar ile birilerini aşağılarken ses çıkarmadık? Neden işe alımda, eş seçiminde, arkadaşlık anlamında bu gizli etiketler ifşa olunduğunda sustuk ? Neden intihar etmiş birine çok üzüldük ama o konuyu hiç açmadık, günahkar olarak ilan edildiğinde,  bir şey demedik?
Gazetelerde genel evlere istemeden düşmüş kadınların hayatlarını okuduk, acıdık, bunu yapanlara lanet okuduk, haklarını savunduk peki neden yanı başımızda hiçbirini hiçbir zaman bulundurmadık ?  Adalet, demokrasi, bilmem ne deyip de neden daha lisedeyken başörtülerinden dolayı aramıza alınmayan kız arkadaşlarımız için hiçbirşey söylemedik? Neden, ahlak güzelliği, din, iman vs. derken diğer yandan alkol alanlara burun büken, verip veriştirenlere senin bu yaptığın biraz çelişkili değil mi diye ses çıkarmadık?  En ama en basitinden,  gelip bize bir diğerinin kusurlarını anlatıp diğer yandan da bize çok “güvenilir” olduğunu iddia eden arkadaşımıza göz göre göre diğerine karşı işlediği suç karşısında neden sustuk? Başkasının sırrını emanet almış bir adam, bu sırrı insanlara ifşa eder iken ne oldu da sessiz kaldık?
Elbette ki gerekçelerimiz var.  Belki kendi çelişkilerimizin farkında değiliz henüz. Belki fatura ödemeksizin erdemlerimize bağlı kalmak istiyoruz. Bedelsiz dürüstlükler, bedelsiz adalet fantezilerine kapılıp gidiyoruz. En tehlikelisi gerekçelerimiz ve mantıksal kılıflarımız ile suçluluk bile duymadan suçlarımızı, çelişkilerimizi öteliyoruz. Zihnimiz tutarlı bahaneler üretme ustası ne de olsa.. Evet yaptım,  ama bir sor neden ? Hemen bir mantıksal çerçeve ile iç tutarsızlıklarımızı susturuyoruz.  Kendimize bile sessiz kalıyoruz yani, kendimize karşı bile suç işliyoruz.
Zarara susmanın ona ortak olmaktan çok az farkı var, bence tabi.  Suçun, sofistike ve estetize edilmiş  halleri. Bir şey yapmadım ki ! Diyerek kendimizi savunurken, Evet, hiç bir şey yapmadım ! ile aslında ifşa ediyoruz kendimizi.
Samimi olalım, farkında olmadan nerede susup nerede konuşacağımızı  belirliyor kültürel kodlamalar. “Veba”  gibi elimize bulaşsın istemiyoruz bazı dışlanmalar. Kahraman ilan edileceğimiz, destekleneceğimiz, “puan” kazanacağımız bir dolu mağduriyette daha delikanlı,  “ötekileşeceğimiz” mecralarda ise pek tabi  sessiz kalıveriyoruz.
Fırından ekmek çalan çocuğa sesimizi çok iyi çıkartırken, dürüstlük, hakkaniyet, çalmama, gibi soylemler savururken etrafa, patronumuzun haksız kazancına, herhangi bir otorite figürünün adaletsizliğine, milyonlarca kat daha fazla olsa bile adaletsizlik orada.. Susuyoruz...  Fırındaki çocuk üzerinde adalet uygulamak, bedelsizce bir dürüstlük bahşediyor bize, erdemlerimizi tatmin ediyoruz.. Fakat otorite figürüne ses çıkarıldığında ödenecek bedeller, dürüstlükten daha pahalı hale geliyor bizler için bazen.
Dürüstlük, adalet, hakkaniyet, eşitlik, demokrasi vs. gibi etiketlerimize çok da fazla güvenmeyelim bence. Ne kadar sınandık ki daha? Kaç defa o çok arzuladığımız şey ile çakıştı erdemlerimiz? Kaç defa o çok korktuğumuz şey ile imtihan edildi değerlerimiz?  Menfaat, komfor, faydacılık, gibi putlarımız devreye girdiğinde bu değerlerin hepsinde çuvallayabiliyoruz. Eşiklerimiz belki daha zorlanmadı sadece.
Nietzsche, “Erdemlerinizi Öldürün” derken… Erdemlerden olma putlarımızdan bahsetmişti zannımca. Çünkü puta dönüşen herşey, kendi savundukları da dahil her şeyi öğütmeye ve imha etmeye muktedir oluyor.  Bakın çevrenize;  Dürüst olunduğunu gösterebilmek için yapılan sahtekarlıklar, güven kazanmak için çevrilen dolaplar, temize çıkmak için kirlenmiş  eller ile dolu..
Şunu iyi ayırmamız gerekiyor.  Savunduğumuz şey koşulsuz şartsız adalet, hakkaniyet, vs. mi?  Yoksa A ya karşı B bağlamında yapılması beklenen ama C bağlamında ve D kişisine yapıldığında ise çok da önemini korumayacak olan koşula bağlı değerler mi ? Bilmemiz gereken şu ki, eğer erdemlerimiz koşula, menfaatlerimize, kişilere göre değişiyor ise,  koşullara bağlı olarak daha toleranslı, daha “affedici” ya da daha delikanlı hale gelebiliyorsak..  O halde erdemlerin tepesinde onları yöneten başka putlarımız var demektir.
Toplumsal  bilinçaltımızın  maalesef  vebalı ilan ettiği bazı profiller var. Zihinsel olarak  “evet ne yazık” larımız, bilinç dışı kanallardan vebadan uzak tutmak istercesine sessiz bırakıyor bizleri. Kendimizle yüzleşmeme isteği, güzel vitrinlerde gözükme çabası ve  balçığa elini daldırmak istemeyen birinin titizliği ile sessiz kalıyoruz. Bir aşılanabilsek “kötü” olmaya, bir aşılanabilsek “öteki” olmaya, bir aşılanabilsek “ahlaksız” olmaya..  Belki o zaman daha iyi,  daha ahlaklı olabileceğiz. Nietzsche’nin dediği anlamda erdemlerimizi öldürüp,  erdemlerimize daha sıkı  kavuşabileceğiz.
Toplumsal olarak kimi zaman gürültülü ve histerik bir şefkatimiz ve çok sessiz bir acımasızlığımız var. Susunca iz bırakmıyoruz. Kurşunu doğrultup vuran kişi olmadıkça da, ortak sayılmıyoruz suçlara…