11-16 MAYIS ENGELLİLER HAFTASI;  SAĞDUYU ENGELLİ OLMANIN ÖZRÜ YOK-
( Ve insan için birgün herşey tersine döndü…)
Sabah oldu, kalktım ve çok tuhaf bir dünyaya uyandım. 
Kalabalığınız arasında dehşet içinde yalnızdım. Birçoğunuz mutlu, hevesli, “normal” ve “engelsizdiniz”.  Ben, sanki yalnız ve terk edilmiş bir kıştım. Sizse paylaşmanın, muhabbetin, konuşmanın, anlaşmanın ikliminde sanki yazdınız.  Neden birbirinize el ve kollarınızla işaretler yaptınız? Sanki üç dakika içindeki asırlarda benden tonlarca şey sakladınız. Parmaklarınız, elleriniz ve işaretlerinizle birbirinize ne kadar da çok şey anlattınız. O kadar çok istiyordum ki… Dinlemek, konuşmak, anlatmak, paylaşmak.  Sizse parmaklarınızla kelimelerim arasına uçurumlar saçtınız. Sesler çıkardım. Kelimeler, cümleler, binlerce nağme. Fakat nafile…  Hiçbirini anlamadınız. Engelliydi, parmaklarım.  Ve derin bir hüzün ve imrenişler silsilesi vurdu beni. Ne güzeldi, konuşan parmaklarınız.  Benimse ne kadar da yetimdi anlamını bilemediğiniz seslerim ve kelimelerim. 
Ne oluyordu, nasıl bir tuhaflık ülkesinde adımı “tuhaf”  diye taktınız? Bir gazete aldım. Olan bitene telaş ile göz attım. Koca koca sayfalarda pütürlü pütürlü noktalarınız,  sembolleriniz ve kabartmalarınız. Bilmek, okumak, öğrenmek, haberdar olmak istedim. Sanki hep benden bir şeyler sakladınız. Dehşetle ve çaresizce görmek istedim.  Kitaplar aldım, defterlere göz attım, interneti taradım. Karşıydı, yabancıydı ve saklıydı bana bütün kabartmalarınız. Okumanın, bilmenin, görmenin güvenli koridorlarında ne güzel de dolandınız. Bense pütürlerinizden , kabartılı yazılarınızdan hiçbirşey anlamadım.  Kabartmalarınıza kör kaldım.  Dokundum, hissettim. Göremedim kelimelerinizi.  Nedendi her bilgiyi benden saklamanızın nedenleri ?
Dehşet içinde sokaklara kaçtım. Öyle ya halimden anlayan birinizi bulacaktım.  Sesimi duyuracaktım. Belki bir bilene varacaktım. Fakat yok mu o yokuş sokaklarınız…  Düzlüklerle bezenmiş  yollarınız.. Her yer iniş, çıkış, yokuş. Merdivenler dik ve düz.  Çekirdek çitlediğim çocukluğumun  kaldırımları, nereye neden benden düzleşerek kaçtınız?  Ve siz   kaldırımların yeni çocukları, tekerlekli arabalarınızla neden bana çarptınız? Çok hızlı ve çok kalabalıksınız. Ayaklarım, bacaklarım, kaslarım.. Yeterli değil koşmalarım. Tekerleklerinizle  birtürlü aşık atamadım. Adil değil bana çalım atışlarınız.
Bana yeni isimler mi taktınız? Neden öyle tuhafmışım gibi baktınız? Neden adımı aranızda özürlü çıkardınız? Doğru mu duydum. Birbirinize hakaret ederken körlüğüme, engellerime, engellenişlerime vurgular mı yaptınız? Neden görmediniz, duymadınız, anlamadınız?   Hiç adil değil bu yakarışlarınız.
Beni çepeçevre engellerle karşıladınız. Ben, duymazken, görmezken, yetişemezken… Görmediniz, duymadınız, anlamadınız… Siz engelsiz insanlar, ne kadardır bu engellerle kuşatıldınız? 
Sağduyu engelinden  ne zamandır muzdaripsiniz? 
Pardon, biriniz bana özürlü mü demiştiniz ?  
Özür derken…  Neyi kastetmiştiniz…
Yoksa özür mü dilemek istemiştiniz… ?
** Hepimiz, potansiyel olarak engelliyiz. Yaşadığımız dünya içinde bulunduğumuz düzen, homojen belli bir grubun özelliklerine göre değil “azınlık”, “öteki”, “engelli”  diye isim takıverdiğimiz grupları da içeren heterojen bir yapının ihtiyaçlarını karşılayacak ve eşit imkanlar tanıyacak şekilde olmalıdır. Faydalandığımız nimetler, basın, yayın, medya, eğitim ve öğrenim olanakları… Sanat, doğa ve spor aktiviteleri…  İnsan olarak bunların adaletli ve eşit olanaklarda yararlanılması adına en azından empati ve sağduyu oluşturmaktan sorumluyuz.  Biyolojik olarak engelli olmanın özre ihtiyacı yok ancak sağduyu engelli olmak düşündürücü.