Yıllar ne kadar çabuk,  ne kadar da acımasızca geçiyor. Geçmişe bakıyorum;  bizim kuşaklar pek çok olaya şahit olmuş, bayramlar, ramazanlar yaşamışız. Adeta canlı tarih olmuşuz. Şimdi onların hepsi geçmişin anılar zincirini oluşturmuş...

Basında köşe yazmaya başladığım yıllarda; ramazan ve bayramlar yaklaştığında ustalarımız bizlere öğütler verirdi:

“Ah nerede o eski bayramlar veya ramazanlar”  diye yazınıza başlayın, sonrada havadan sudan konulara girin, toplumun inançlarının zedelememeye dikkat edin,  bir fıkrayla da yazınızı sonlandırın  “derlerdi. Yıllarca; kulağıma küpe olan  onların öğütlerini tutmaya çalıştım.  Sanat Tarihi ağırlıklı ramazan sayfaları hazırladığımı hatırlıyorum.  Bu ramazanda da yıllar öncesi verdiğim sözü tutarak; gerçekten yerleri dolmayan üstatlarımın yolundan ayrılmayacağım.

Geçmişin ramazanları, dini bayramları günümüzdekilerden çok farklıydı. İnsanlar sevgi doluydu, birbirlerine saygılıydı. Oruç tutana saygı gösterilir, yanında bir şey yenilip içilmezdi.  Oruçlu olanlarda aynı saygıyı tutmayana gösterirdi. Oruç tutmayana kötü söz söylemek, hatta dayak atmak kimsenin aklından geçmezdi.

 Ramazan nedeniyle kapalıyız diyen dükkânların olduğunu da pek hatırlamıyorum.  

Çocukluğumuzda ramazanın, dini ve milli bayramların gelmesini beklerdik. Bugün nerde o eski ramazanlar derken:; günümüze bakıyorum yakınmakta ne kadar haklı olduklarını görüyorum.

Çocukluğumun ve gençliğimin ramazanlarına yıllar öncesinin gelenekleri yerleşmişti. Bizden önceki kuşaklardan Direklerarası eğlencelerini, tuluat tiyatrolarını, meddahları, kahvehaneleri, cambazları, dönemin çapkınlarını ve minarelere yazılan mahyaları pek kez dinlemiş, yazdıklarını okumuştum. Son tuluat ustalarından İsmail Dümbüllü’yü Gülhane Parkı’nda defalarca izlediğimden kendimi şanslı sayarım. Söylediği ince nükteleri, bazılarına tokat gibi gönderdiklerini bugünmüş gibi hatırlarım.

Anadolu’nun pek çok şehrinde, o zamanlar televizyon olmadığından iftar saati atılan toplarla topluma  duyurulur, sabaha karşı da davullar çalınırdı. Yıllar öncesi ramazan topunu Manisa’da yaşamıştım. Manisa  Tarzanı Spil dağına çıkarak  ramazan topunu ateşlerdi. Ardından da camilerde kandiller yanardı.  

Yıllar geçince hemen her şey gibi ramazan da değişti; daha doğrusu tadı kaçtı demek çok daha doğru olacak. O zamanlar insanlar manevi yönden de zengindi. sevgi, hoşgörü ve saygı vardı. Teknolojinin ilerlemesi, yeni buluşlar,  siyasetin her şeye hâkim olmasıyla onlar da yok oldu. Her şeyden önce insanların zevkleri, beklentileri, ekonomisi  de değişti. Özellikle ramazanın sonlarına doğru bayram yaklaşınca kırtasiyeci dükkânlarında çeşit çeşit bayram kartları satılırdı. Şimdi onların da devri kapandı: artık insanlar telefonla veya mesajla bayramlaşıp, parası varsa tatile gidiyor. Büyüklere veya dostlara ziyaretleri, iftar davetlerini hayat pahalılığı ortadan kaldırdı. İnsanların çoğu karnını ancak doyurabiliyor. Nerede kaldı ki; eşi dostu davet edecek…

Televizyon reklamlarına bakarsınız bu ramazanda da her şey güllük gülistanlık; ekranlarda kurulan iftar sofralarında yok yok… Bazı otellerle ve isim yapmış restoranlar iftar programlarını açıklıyorlar.. Ailecek iftarın bedeli neredeyse asgari ücretten de yüksek... Ancak unutmayalım ki; bizim birde mutlu azınlığımız var; onlar için sorun olmamalı diye düşünüyorum.   

Şimdilerde var mı bilmiyorum; bazı şehirlerde halka açık propaganda ağırlıklı iftar çadırları kurulurdu. Sanatçı geçinenler oralarda boy gösterirdi; oruçlu olsun, olmasın halkımız hem karnını doyurur ve onları alkışlardı.

Ramazanın sonuna yaklaştığımız günlerde televizyon reklamları hemen herkesi bayram tatiline çağırıyor. Erken rezervasyon yaptırmaya davet ediliyor, tatil budur deniyor. Kuşkusuz maddi gücü yerinde olanlar şimdiden tatil hesapları yapıyordur. Bayram tatili de dokuz güne çıkarıldığına göre; gel keyfim gel… Belki çoğu insan tatil bize haram, bize geçim lazım diyecek…

Bir zamanlar öğütlerini dinlediğim ustalarımın yolundan ayrılmayayım; yazımı bir ramazan fıkrasıyla sonlandırayım:

Bektaşi babalarından birisi mahalle imamına başvurmuş;

-Hocam ben dalgınım, unuturum, Ramazanın ne zaman başlayacağını bir kâğıda yaz da ver.

İmam Efendi de ramazan şu gün başlayacak diye bir kâğıda yazıp vermiş. Bektaşi babası da kağıdı bükerek tacının yanına sokmuş.

Her sabah tacının kenarına koyduğu kâğıdı çıkarıp okurmuş:

Böylece aradan otuz gün geçmiş, bir akşam toplar atılmış, davullar çalmaya başlamış Bunu duyan baba erenler merakla sormuş;

-Nedir bu toplar, davullar?

-Bayram oldu.

Baba Erenler o zaman ellerini dizine vurup:

-Hey mübarek Ramazan hey… Ne zaman geldin, ne zaman gittin, haberimiz bile olmadı…

Kıssadan hisse…