Nimetin büyüklüğü kaybının da dehşetli oluşuna delildir. Hani derler ya:
     Yarım doktor candan, yarım din adamı dinden eder.
     Öyleyse çare nedir dersek; çare doğruyu; doğru şekilde öğrenmektir.
     Çare; doğru ve gerçek İslâmiyeti öğrenme yolunda Hz. Ali’nin öğütlediği şu hususları dikkate almakla mümkündür:
     “Hakikati; söyleyenlerine bakarak öğrenme. Hakikati, bizzat kaynağından öğren. Böylece söyleyenlerin de ne olduğunu öğrenmiş olursun.”
     Gerçi her müslümanın her vasfı ve hareketi İslâma uygun olması gerekir. Fakat her zaman bunu karşısındakine gösteremez.
     Tıpkı her inançsızın her vasfı ve hareketi inançsızlığından ileri gelmediği gibi. Bazen inançsız birinde İslâmiyete lâyık, tavır ve davranış görebiliriz.
     Yine, her günahkârın her vasfı, ille de günah olması lâzım gelmez. Onlar da bazen çok güzel nitelikler sergileyebilir.
     Evet, yazık ki çok zaman, müslümanların bazı hareketleri İslâma uygun düşmüyor!
     Müslüman olmayanların yaptıkları cinsten olabiliyor!
     O hâlde bir müslümandan beklenmeyen bir davranışı, onun İslâmiyetine vermemek lâzım.
     Bunun gibi, her inançsızın güzel bir huyunu da, onun inançsızlığından bilmemek gerek.
     İşte burada evrensel bir hüküm, bize en sağlıklı yolu gösteriyor:
     “Huz mâ safâ. Da’ mâ keder.” Yani “Güzel ve huzur vereni al. Çirkin ve keder vereni bırak.”
     Çünkü akıllı olan, bu kuralı yerine getirir. Böylece kalb selâmeti ile yaşar.
     Şimdi bazı kimseler müslüman diye, yaptıkları insanlık dışı hareketleri İslâma vermek doğru mudur?
     İslâmdan bilmek yakışık alır mı?
     İslâmdan saymak mantık işi mi?
     Bu, olsa olsa, hırsızlık yapan öğretmenin, bu hareketini öğretmenliğe mâletmek gibi bir şey olur!
     Zimmetine para geçiren hukukçunun bu hareketi hukuka mal edilebilir mi?
     Aynen bunun gibi, müslümanın İslâma yakışmayan eylemini de İslâmdan bilmek, o kadar yanlıştır.
     Evet, her müslümanın her yaptığı İslâma uygun  olması gerekirken, yazık ki, kimi zaman uygun düşmüyor!
     Nitekim, kimi hristiyanlar da, bazen İslâmın güzel vasıflarını kişisel olarak uyguluyorlar.
     Ama ne  müslümanın İslâm dışı eylemi, onu İslâmdan çıkarır. Ne de hristiyanın o güzel davranışı, onu İslâm eder.
     Çünkü doğru veya yanlış, her inanç bir bağlanıştır.
     Hatalar bağlılığı bozmaz. Sadece yapanı bundan sorumlu tutar o kadar.
     Demek ki müslümanda görülen İslâm dışı vasıfları, asla İslâma vermemek gerekir.
     Fakat öyle bir zamandayız ki, zulüm adalet külâhını başına geçirmiş!
     Adaletin başına da, ne acıdır ki, zulüm külâhı konulmuş!
     Hâlâ da konulmak isteniyor!
     Unutmayalım ki aziz okur! İslâm başka, müslüman başka.
     Hatayı müslüman yapar, İslâm değil.
     Uygulanmayan kanundan, kanun sorumlu tutulabilir mi?
     Öğrenilmeyen ilimden; ilim mes’ûl olabilir mi?
     Trafik kazalarından araçlar sorumludur denilebilir mi?
     Madem ki denilemez.
     Peki öyleyse, müslümanın hatasından, yanlışından ve bilgisizliğinden dolayı, İslâmiyeti suçlamak doğru mudur?
     İnsaf yâhû...