ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kriby de, ABD Ankara Büyükelçisi Bass de : “Türkiye’de yaşananlar rahatsız edici bir trend” olduğunu” söyleyerek 1123 imzalı “akademik” bildiriye sahip çıkarlarken, söz konusu bildirinin gerçekleri çarpıtan ifadelerinden, devletin orada terörle mücadele etmekte olduğundan hiç söz etmiyorlardı.

AB Komisyonu’nun açıklamasında da, “Türkiye’nin  yasalarını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihadında belirlenen Avrupa standartlarına uygun bir şekilde uygulanması” isteniyor. Peki,ama Türkiye’den bunu isteyen AB Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin(AİHM) birkaç gün önce, konuyla ilişkin bir başvuruyu reddettiğini neden görmezden geliyor? 

Önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’in sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’nin, şimdi de AB Komisyonu’nun, akademik kaliteden yoksun, tek taraflı, terörle mücadele eden devleti  “kıyım” ve “katliam” yapmakla suçlayan “akademik” bildiriye, bu derece sahip çıkmaları, “Türkiye’ye karşı organize bir saldırı mı? sorusunu gündeme getiriyor.

Önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’in sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’nin, şimdi de AB Komisyonu’nun, akademik kaliteden yoksun, tek taraflı, terörle mücadele eden devleti  “kıyım” ve “katliam” yapmakla suçlayan “akademik” bildiriye, bu derece sahip çıkmaları, “Türkiye’ye karşı organize bir saldırı mı? sorusunu gündeme getiriyor. 

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kriby de, Büyükelçi Bass de söz konusu bildirinin gerçekleri çarpıtan ifadelerinden, devletin orada terörle mücadele etmekte olduğundan hiç söz etmiyorlardı. Akademik kalite kaygısı taşımayan tek yanlı bildirinin tarafsızlıktan yoksun olduğundan, terörün sivil insanları da, çocukları da hedef aldığı gibi maddi gerçekleri görmezden geldiğinden de söz etmiyorlardı. Vurguladıkları şuydu: “Türkiye’de yaşananlar rahatsız edici bir trend.” 

Evet, rahatsız edeci bir trend, ama tarafsızlıktan, maddi gerçeklerden yoksun bir bildiri yayınlayan akademisyenlerin ifade özgürlüğü açısından değil, bir terör örgütünün, bir ülkeyi kaosa sürükleyerek parçalama çabası açısından rahatsız edici bir trend!

AB KOMİSYONU’NUN ÇELİŞKİLERİ

“Türk akademisyenlere karşı aşırı derece endişe verici “ diyerek, Türkiye’yi, “ifade özgürlüğü konusunda Kopenhag siyasi kriterlerine uygun olarak davranmaya” çağıran AB Komisyonunun açıklaması da çelişkilerle doluydu. AB Komisyonu’nun açıklamasında, “Türkiye’nin  yasalarını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihadında belirlenen Avrupa standartlarına uygun bir şekilde uygulanması” isteniyor. Peki,ama Türkiye’den bunu isteyen AB Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin(AİHM) birkaç gün önce, Suruç ve Cizre’deki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve güvenlik operasyonlarının durdurulması istemiyle yapılan şikayeti, terör örgütü saydığı PKK ile ilişkilendirerek geri çevirdiğini neden görmezden geliyor? Neden kendisiyle çelişen açıklamalar imza atıyor? 

Son yazılarımızda PKK’nın ve ona destek veren siyasi kadroların, akademisyenlerin hedeflerinin ortak olduğunu belirtmiştik.  Bu koroya ABD ve AB gibi müttefiklerimizin de en üst düzeyde destek vermeleri çok düşündürücü bir gelişmedir. Türkiye belli bir amaç doğrultusunda organize bir saldırıyla karşı karşıyadır. Niyetler giderek netleşiyor. Hedefin, önceki yazılarımızda ısrarla vurguladığımız gibi, devletin terörle mücadelesini “katliam” ve “kıyım” olarak tanımlayarak uluslararası platformlara taşımak, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak olduğu giderek netleşiyor. 1926’da olduğu gibi, BM Güvenlik Konseyi’nde yeni bir Musul faciası yaşamak istemiyorsak, milletçe bu oyunu gördüğümüzü ve bu oyunun karşısında olduğumuzu haykırmamız gerekiyor. 

Çünkü bu gelişme, 1926’da Musul faciası yaşamış olan Türkiye açısından tehlikeli bir gelişmedir. Çünkü, 1121 sayılı bildiride özenle vurgulanan “katliam” ve “kıyım” tanımlamalarıyla Türkiye’nin güneydoğusundaki terörle mücadele operasyonları Birleşmiş Milletler’in (BM) insanlık suçu saydığı “soykırım” arasında ilişki kurulmak isteniyor. Bu varsayımla konu BM Güvenlik Konseyi’ne taşınacak ve bir sonraki aşamada Barış Gücü gündeme gelecektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), Suruç ve Cizre’deki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve güvenlik operasyonlarının durdurulması istemiyle yapılan şikayeti, adı geçmese de, terör örgütü saydığı PKK ile ilişkilendirerek geri çevirmesinden umutlanmıştık. Batı’nın terörle mücadele konusunda yanımızda olacağını düşünmüştük. Dünkü yazımıza “BM’Yİ KANDIRAMAZSINIZ” başlığını atarken de aynı umutları taşıyorduk. 

Sevincimiz yazımızın başlığı ile sınırlı kaldı; ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ve ABD Ankara Büyükelçisinin 1121 imzalı akademisyen bildirisi hakkındaki değerlendirmelerini okuyunca,  yazımızın devamında dile getirdiğimiz kaygılar somut bir gerçek olarak dikildi karşımıza. “BM’Yİ KANDIRAMAZSINIZ” başlığımız iyi niyetli bir umut çığlığı olarak kalıverdi. Yazımızın devamındaki, “Türkiye’ye yeni bir Musul faciası yaşatmak istiyorlar” şeklindeki değerlendirmemiz de gerçeklerin ifadesi oldu. 

“ TÜRKİYE’NİN DOSTU OLARAK…”

ABD Ankara Büyükelçisi John Bass, akademisyenlerin gözaltına alınmasına ilişkin değerlendirmesinde, “Şiddetle ilgili endişelerin ifade edilmesi, teröre destek vermekle eşdeğer değildir. Hükümet eleştirisi ihanetle eşdeğer değildir” diyordu. Bu değerlendirme Okyanus ötesinde de yankılandı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kriby, Büyükelçi Bass’in değerlendirmesini savunurken, “Türkiye’nin dostu olarak, Türk yetkililerden eylemlerin, ifade özgürlüğü dahil, anayasalarında güvence altına alınan evrensel demokratik değerlerle uyumlu olmasını sağlamalarını diliyoruz” diyor ve ekliyor: “Yüksek sesle konuşma sorumluluğumuz olduğuna inanıyoruz ve böyle yapmaya devam edeceğiz.” 

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kriby’nin de, Büyükelçi Bass’in de “akademik bildiri” konusunda yaptıkları değerlendirmelerde haklılık payı vardır, diyelim. “Yüksek sesle konuşma sorumluluğumuz olduğuna inanıyoruz ve böyle yapmaya devam edeceğiz”  haşlamasını da sineye çekelim. Peki bu değerlendirmelerde, kazdıkları hendeklerle, tünellerle, ördükleri duvarlarla, tuzakladıkları bombalarla ilçeleri yaşanmaz duruma getirenlerden, silahlı örgütlenmeyle özerklik ilan edenlerden neden hiç söz edilmiyor? 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Suruç ve Cizre’deki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve güvenlik operasyonlarının durdurulması istemiyle yapılan şikayeti, adı geçmese de, terör örgütü saydığı PKK ile ilişkilendirerek geri çevirirken, ABD’li yetkililerin hiçbir akademik kalite kaygısı taşımayan bir akademisyenler bildirisini böylesine sahiplenmesinin nedeni nedir? ABD PKK’yı terör örgütü listesinden çıkardı da, bizim mi haberimiz yok?  Bildiride savunulduğu gibi, “Devletin, başta Kürt halkı olmak üzere, bölge halklarına karşı katliam ve kıyım yaptığı” kabul mü ediliyor? 

Kaygılıyız ve sormak istiyoruz: Türkiye’ye Irak’ın, Libya’nın ve Suriye’nin yaşadığı gibi bir “deneyim” mi yaşatılmak isteniyor? Türkiye, güneydoğusunda yaşanmakta olan terör olayları üzerinden bir tuzağa mı çekilmek isteniyor?

“Dostlarımız”, 30. Kürt isyanının arkasından yine dişlerini gösterdiler: “Yüksek sesle konuşma sorumluluğumuz olduğuna inanıyoruz ve böyle yapmaya devam edeceğiz.” 

Bu açıklamalar, bağımsız bir devletin terörle mücadelesini “kıyım” ve “katliam” olarak niteleyerek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşımak isteyen PKK’nın arkasındaki dinamikleri ortaya koyması açısından düşündürücüdür, üzücüdür.. 

“BM’Yİ KANDIRAMAZSINIZ” DEMİŞTİK, AMA BM KANDIRILMAYA DÜNDEN RAZIYMIŞ

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kriby de, Büyükelçi Bass de söz konusu bildirinin gerçekleri çarpıtan ifadelerinden, devletin orada terörle mücadele etmekte olduğundan hiç söz etmiyor. Akademik kalite kaygısı taşımayan tek yanlı bildirinin tarafsızlıktan yoksun olduğundan, terörün sivil insanları da, çocukları da hedef aldığı gibi maddi gerçekleri görmezden geldiğinden de söz etmiyorlar. Vurguladıkları şu: “Türkiye’de yaşananlar rahatsız edici bir trend.” Evet, rahatsız edeci bir trend, ama tarafsızlıktan, maddi gerçeklerden yoksun bir bildiri yayınlayan akademisyenlerin ifade özgürlüğü açısından değil, bir terör örgütünün, bir ülkeyi kaosa sürükleyerek parçalama çabası açısından rahatsız edici bir trend!

Dünkü yazımıza, bütün iyi niyetimiz toplayarak, “BM’Yİ KANDIRAMAZSINIZ” başlığı atmıştık. Fakat gördük ki, BM kandırılmaya dünden razıymış.. 

Bu aşamada bizim, akademik kaliteden yoksun, amacı ve hedefi bildirilere gözü kapalı imza atan akademisyenlere değil, uluslararası hukuku çokiyi bilen, ülkesini seven bilim adamlarına ihtiyacımız var. ABD Ankara Büyükelçisinin, söz konusu bildiriyi, “Şiddetle ilgili endişelerin ifade edilmesi, teröre destek vermekle eşdeğer değildir” şeklinde değerlendirmesi, Türkiye’nin terörle mücadele konusunda ne kadar yalnız kaldığının ifadesidir. 

Allah yardımcımız olsun..