“Bizim dünya nazarında en büyük kuvvet ve kudretimiz, yeni şekil ve mahiyetimizdir.- 1922 - (a. g. e., s. 47) Yâni “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir.” Hükmünden sonra: “Büyük Millet Meclisi’nin terbiye edici ve kahredici eli.” (a. g. e., s. 51) diyerek Meclis’in sâdece karar mercii değil, aynı zamanda tatbik ettirici, yâni icra yönünün bulunduğunu da belirtir.
M. Kemâl, Birlik ve Beraberliğin kalkınma boyutuna da dikkati çeker: 
“Baylar, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor, ilim ve mârifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür düşünce istiyor. Şeref, namus, istiklâl, hakikî varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve hızla yerine getirmek için esaslı ve ciddî bir suretle çalışmayı emreder.” (a. g. e., s. 23)
Ve böyle derken -zımnen / dolayısıyla- bütün bunlar ancak birlikte olur demek istemiştir. Çünkü birbirimize emniyet ve güvenin olmadığı yerde iş görülemez, bir şey yapılamaz.
Nitekim yeni hedeflerinin plânlandığı platforma da, yine O’nun deyişiyle: “Milletimiz tek bir vücut gibi gösterdiği sarsılmaz Birlik ve gayret sayesinde başarıya ulaşmıştır. -Ekim 1922- “ (a. g. e., s. 23)
“Büyük millî disiplin okulu olan ordunun.” (a. g. e., s. 37) derken de disiplinin Birlik demek olduğunu vurgular. Çünkü disiplinli olmak, büyük ve güçlü bir Birlik hâsıl eder. Bu bakımdan disipline Birlik olmanın organize şekli diyebiliriz.
“Unutulmamalıdır ki, milletin hâkimiyetini bir şahısta veyahut mahdut eşhasın (şahısların) elinde bulundurmakta menfaat bekliyen câhil ve gâfil insanlar vardır. -Ocak 1923- “ (a. g. e., s. 47)
Bu sözüyle M. Kemal, idarede Birlik, yâni memleketi birlikte yönetmek vardır. Demek istiyor ki, işte Cumhuriyet ve Demokrasi, bir bakıma ülkeyi birlikte idare etmenin de adıdır. 
 “Bütün bunların üstünde her şeyin olması sayesinde hüsnüniyetin inkişaf edeceğini ve hayatî mes’eleler üzerinde hüsnüniyet sahibi insanların daima ekseriyet teşkil edeceklerini kabul etmek muvafık olur. Çünkü, ‘Her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman dünyanın hepsini aldatmak mümkündür. Fakat, bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir.’ ” (a. g. e., s. 54)
Demek ki, Birlik olunca aldatılmaz ve aldanmayız. Yâni tek başına hareket eden aldanabilir ama birlikte hareket eden, birbirleriyle meşveret ve danışmada bulunanlar şahs-ı mânevî oluştururlar ki, şahs-ı mânevî aldatılamaz. Çünkü: 
“Çıkar a’sâr-ı rahmet, ihtilâf-ı re’y-i ümmetten.” Rahmet eserleri / doğru görüş ve doğru yol; halkın görüşlerinin karşı karşıya gelerek, fikir alış verişi neticesinde, düşüncelerin tenkit süzgecinden geçerek ayıklanması sonucunda ortaya çıkar.
M. Kemal, başımıza gelenlerin temelinde, her zaman Birliğe gitmek isteğimizin bulunduğunu söyler: 
“Büyük ve hayâli şeyleri yapmadan, yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini, bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz panislâmizm (İslâm Birliği) yapmadık. Belki, ‘Yapmıyoruz, yapacağız’ dedik. Düşmanlar da ‘Yaptırmamak için bir an evvel öldürelim’ dediler. Panturanizm (Türk Birliği) yapmadık, ‘yaparız, yapıyoruz’ dedik. ‘Yapacağız’ dedik ve yine ‘öldürelim’ dediler. Bütün dâvâ bundan ibarettir.” (a. g. e., s. 60)
Bugün de, Adriyatik’den Çin seddine akın değil, fetih değil, taarruz hiç değil, kalb ve gönüllerde, Birlik-Beraberlik içinde olalım, kültürel yakınlığımızdan istifade edelim, birbirimizden yararlanalım dedik. Yâni henüz yapmadık, yapacağız dedik. Hemen Ermeni’yi harekete geçirdiler. Rusya başta olmak üzere, bütün komşularımız, içte ve dışta, âdeta hayatı bize zehir etmeye başladılar.
Burada bir hatıraya yer vermeden edemiyeceğim: Almanya’da resmen görevli bir arkadaş, bir yolculuk esnasında, bir Alman görevlisiyle yanyana düşer. Alman, ondan Türkiye’nin durumunu sorar. Bizimki soruyu geçiştirmek ister ve hattâ menfi bir cevap verir. Avrupa için, Türkiye’den endişelenecek bir husus olmadığını, Türkiye’de maddeten ve mânen fazla bir ilerleme olmadığını söyler. Alman, “Yooo. Hayır!” der ve çantasını açarak, bir yığın raporu çıkarır ve Türkiye’de ne var ne yok, ne yapılıyor, ne kadar İmam -Hatip Lisesi, ne kadar İlahiyat Fakültesi, ne kadar Kur’an Kursları olduğunu, Türkiye’de ne kadar cemaat olduğunu, bunların faaliyetlerini, neler okuyup, neler yaptıklarını vs. birer birer sayar döker. Bizimki bu durum karşısında, biraz da kızgınlıkla sorar: 
“Peki ama der, size ne bundan?”
Alman, gayet sâkin cevap verir: 
“Bize ne mi? Der, bizler asırlarca Osmanlı’nın nefesini ensemizde hissettik, onun için Türk gençliğinin attığı adımları yakından takip ediyoruz ki, zamanı gelince, gereken tedbirleri alabilelim!”
Görülüyor ki, dün de bugün de hangi konuda birlik ve beraberliğe gitmek istemişsek, içte ve dışta Batı’nın engelleriyle karşılaşıyoruz. Demek Birlik ve Beraberlik, öyle hayatî bir iksir ki, yapamıyalım diye neler yaptılar. Hep beraber yaşıyoruz. İçte dışta yaptıkları ve hattâ yapacakları ortada. Öyleyse, her konuda Birlik ve Beraberlik en büyük düstur ve şiarımız olmalı. Onların rağmına. Onlar istemeseler de.
Tıpkı Rus elçisinin dediğini yaparak, başarı gösteren Osmanlı Paşası gibi. Bilirsiniz, her işinde muvaffak olan Paşa’ya sorarlar: “Muvaffakıyetinizin sırrı nedir?” cevap verir: “Bir işe karar vermeden önce, doğru Rus elçisine gidiyor ve ona danışıyorum: O ne derse aksini yapıyorum! İşler de yolunda gidiyor.”
Günümüzde, bilhassa büyük devletler, savaşsız zaferler peşinde. Silahları tefrika . Böl, parçala, yut! Buna karşı panzehirimiz İttihat / Birlik ve Beraberlik olmalı. Büyük bir İslâm âliminin dediği gibi, en büyük üç düşmanımızdan biri olan ihtilâf / aramızdaki anlaşmazlıklar; ihtilâfın panzehiri olan İttihadı, Birlik ve Beraberliğimizi engelliyor, aksatıyor, maalesef yavaşlatıyor. Buna da sebep, o üç düşmandan, ikincisi olan cehalettir ki, onun da panzehiri bilgi ve ilimdir.
 Öyleyse ilimle cehli giderip, Birlik ilacıyla tefrika / bölük pörçük olma hastalığını tedavi etmeliyiz.
Teşhis, tedavinin yarısıdır, derler ki çok doğrudur. Millî Mücadele’nin yarı zaferi de teşhisle sağlanmıştır. Teşhis ise, birlik ihtiyacı ve bunun gerçekleştirilmesiydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasıyla, bu yerine getirildi. Sonrası mâlûm. 
“Yurtta sulh, cihanda sulh.” un (a.g.e., s. 71) gerçekleşmesi de, içte dışta Birlik ve Beraberliğin olmasına bağlı değil mi? Çok irdelenen bu söz, aslında bir gerçeğin ifadesidir. Bu söz, pasifliğin, kabuğuna çekilmenin değil, içte dışta sulh ve sükûnun bunu sağlıyacak olan Birlik ve Beraberliğin özlem, ihtiyaç ve zaruretini ortaya koyar.
Kısacası içte dışta fertlerin ve milletlerin birbirlerine karşı bigâne kalamayışlarının haklı bir isteği, bunu gerçekleştirmek ise: 
“Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh u salâh.”
Beytinde vasfedilen uyanıklığın dolaylı şekilde ele alınmasından başka bir şey değildir. Çünkü yine onun deyişiyle: 
“Gözlerimizi kapayıp, tek başımıza yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız.” (Atatürk, Türk gencinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir, 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s.70)