Tarih şu gün ve şu saatte, şu veya bu olmuş gibi sathî / yüzeysel bilgileri hıfz etmek / ezberlemek anlamına gelmemeli.
     -Zaten bu yanlış hesap değil midir talebeyi tedirgin eden- o daha çok sezgidir.
    Tarih; millet fertlerinin, vatanın yüksek kararlar arifesinde olduğu zamanlarda, geçmişteki olayları; mantık süzgecinden geçirdikten sonraki yol gösterici kalıntılarıyla, müspet yönde hareket etmesini sağlar.
     Meselâ bugün yedimizden yetmişimize, içimizde bir Rus devletine karşı bir düşmanlık duygusu varsa; bu, her Türk ailesinin unutulmayan hatırasının; kendisinde bıraktığı kalıntısından başka bir şey değildir.
     Türkiyemiz İstanbul ve Çanakkale Boğazları’na sahip oldukça, elbette değişmeyen bir Rus politikası karşısında, kuzu postuna bürünen düşmanlık devam edecektir.

     “Her yarde milletlerin kıymetlerini güzideleriyle ölçerler.”
     (İsmail Habib, Edebî Yeniliğimiz, 1930.)

     İşte bu seçkin şahsiyetleri bizlere tanıtan tarihdir.
     Bir Fransız âliminin dediği gibi, aslında:

     “Bizi idare edenler dirilerden ziyade ölülerdir.”
 
     İşte bütün bunları bizler, tarih ilmine borçluyuz.

     “Eskilik, sadece maziye tahassür (hasret çekmek), yenilik sadece maziden teneffür (nefret etmek) değil. O mazinin çürüten ruhunu görmek eskilikten, şeref olan kıymetini görmek de züppelikten kurtulmaktır.
     “Gençler daima bu çift hakîkatin ikisini birden göreceksiniz ki, butlandan (yavaşlıktan) kurtulalım.
     “Gençler! Layemutlarımız (ölümsüzlerimiz) olduğu için, layemutuz (ölümsüzüz).
     “Mazinin malı değilsin müftehir ol (iftihar et), lâkin yalnız hâlin mahsulü de değilsin, gâfil olma.
     “Görünen hâl ile görünmeyen mâziden doğdun.
     “Oh! Akan bir nehirsen, yalnız munsabın (dökülen yerin) değil, menbaın (kaynağın) da olacak.
     “Biz, bir ayağı mâzide (geçmişte), diğeri âtide (gelecekte) olan bir köprü üzerindeyiz.
     “(Unutmayalım ki) nereye gittiğini bilenler, nereden geldiğini bilenlerdir. “ (a.g.e.)

     Kısaca, tarih; bizlere nereden geldiğimizi bildirecek, hatalarımızı tekrardan sakındıracak ihtarda bulunan ve geleceğe ışık tutan, tükenmez bir kaynaktır.
     Mahrumiyeti / yoksunluğu, meçhuliyet / bilinmezlik taşır.
     Türk çocuğuna dostunu düşmanını tanıtmalıyız.
     Çünkü o, Allah’ın sitayişle bahsettiği büyük bir milletin vârisi olacaktır.
     Onları mutlu kılacak nurdan mahrum ve yoksun etmemeliyiz.
     Zaten külfetli olan dersleri; çocuğa yük olmaktan, not endişesi duyurmaktan ziyade; duygularda, sezgi yoluyla millî bir şuur uyandıracak şekilde öğrenciye aktarabilme seviyesine yükseltmeliyiz.
     Bu derslere; her türlü kaygıdan uzak, sevilerek dinlenilmesi beklenen, korkulmayan fakat ehemmiyeti idrak edilmiş dersler olma vasfını kazandırmalıyız.
     İşte mefkûreci / ülkücü Müslüman-Türk mualliminin / öğretmeninin üç ayaklı MİLLÎ EĞİTİM DÂVASI bu şekilde hayatiyet kazanacaktır.
     Belirtmeye çalıştığımız mezkûr / zikri geçen dersler; en az diğerleri gibi eşit muamele görmedikçe Millî Eğitim gerçekleşemez.