Körler güneş, nur ve ışıklardan ne vakit faydalanıp doğru yolu görebilirler? Apaçık olan şeyleri görmek istemeyenlere dolaylı yoldan, ünlü filozof Eflatun'un güzel bir misali, güzel bir fikri vardır. Adı geçen filozof derdi ki:
     Âlemlerin yaratıcısı olan Allah; kudretinin büyüklüğünü göstermek  ister. Özellikle insaf sahiplerine göstermek ister. Bunun için cisim ve maddenin yapamıyacağı büyük bir delili herkesin gözü içine ve gözü ortasına koymuştur: O da göz bebeği denilen noktadır. Göz bebeğinin büyüklüğü bir iğnenin başı kadar ufaktır. Böyle iken yüz bin senelik mesafe ve genişlikte bulunan gökteki yıldızları bir anda görebilir.
      Bu şaşırtıcı durumu bilmemiş olsak, hangi akla sığar? Aklen nasıl mümkün ve olası olurdu? Ki ufak bir nokta bütün âlemi birdenbire görebilsin. Yaratıcıların en güzelinin hikmet ve maksadı olmasa, akılsız olan madde; cismen küçük, fiilen yani yaptığı iş bakımından büyük, böyle bir hayret veren alâmeti nasıl yapabilir?
     Gözün muhtaç olduğu güneş gibi bir nuru, ayrıca nasıl meydana getirirdi? Bunlar gibi bin türlü ispatları bedenimizde bulabiliriz. Ama mânen kör olanlar, gözleri içinde cismi küçük, eseri büyük olan göz bebeği gibi Rabbanî bir san'at eserinden de habersiz kalır.
     Yaratan'a inanmak ve ruhun ebedî ve kalıcı olmasından içi rahatlamış olmak için, akılla ilgili delil ve kanıtlara muhtaç olmayan ve bundan dolayı müjdelenen mü'minlere / inanç sahiplerine göre, aklî deliller Allah'ın ilave nimeti gibidir.
     Bu mükerrem zümrenin birinci eşsiz delilleri; şanlı nebîlerin ve özellikle âlemin övüncü Hz. Muhammed'in ve şanı büyük Kur'an'ın mucize ve tebliğleri / bildirileridir.
     Bununla beraber bu hakikat ve gerçeklere mânen de vâkıf olmak isteyenler; şanı büyük Kur'an'ın çok değerli ibareleri ve yüksek anlamlarıyla Kur'an hakikatlerinin tefsir ve yorumu ve akıl ve irfanın kaynağı olan ve bundan ötürü Kur'ân'ın özü demekle meşhur olan / ünlenen Mesnevî-i Şerîf gibi mânevî ve ruhanî güzel bir kitabı daima dikkatle düşünerek okusunlar.
     Ancak bu şekilde Hz. Muhammed'in beyan edip açıkladığı dinin; hüküm ve yüceliklerini hakkıyla anlasınlar. 
     (İrade-i cüz'iye / cüz'î irade / sınırlı seçme ve tercih etme kabiliyeti'ne dair; konu gereği bu makalede / bu yazıda biraz bahsedildi ise de, onun açıklaması -inşallah- Mesnevî-i Şerîf'in birçok şerefli beyitlerinde görülecektir.)
     Şimdi yukarıda bahsi vâdedilen üç filozofun sözleri yazılır. Şöyle ki: Yunanlı filozoflardan Eflatun'un hocası Sokrat'ın; bir gün Aristo adlı inançsızla aralarında geçen konuşmasının; anlam olarak tercüme ve çevirisidir.
     Sokrat: “Aristo! Hiç adamlar var mıdır ki, kabiliyetleri gereği, sen onları takdîs / kutsar ve takdîr edesin?”
     Aristo: “Evet vardır.”
     Sokrat: “Beğendiğin adamlar kimlerdir?”
     Aristo: “Şairlerden Omiros, Melanîpîzis, Sofoklis ve heykel yapmakda Poliklitos ve ressamlıkda Zefeksis adlı zatlardır.”
     Sokrat: “En çok kutsanmaya lâyık kimlerdir? İdrâksiz ve konuşmayan heykeller yapan ve kitaplar yazanlar mı, yoksa insan gibi idrâk sahibi / algılayıcı ve ruhlu varlıkları yaratan Yaratıcı  mıdır?”
     Aristo: “Aslında kutsanmaya değer o kimsedir ki idrak edici, algılayıcı ve akleden şeyler yaratır. Ama ruh sahibi / canlı mahlûkları ve diğer varlıkları bilmem ki yaratıcı mı yarattı? Yoksa rastgele mi ortaya çıktı?”
     Sokrat: “Varoluşları bir makul / aklî / akla uygun bir maksada işaret etmez ve aksine varlıkları bir makul / aklî bir maksada işaret eden şeyler arasında hangileri tesadüfen olmuş? Hangileri akıl ve fikir sahibi biri tarafından yapılmış diyebilirsin?”