Dünyayı yöneten ABD, kendi halkını sınıflandırmış, ikiye bölmüş, insanların renk ayrımıyla kölelik sistemini benimsemiş, kuzey güney savaşlarını yaşamış, alıp satmış, ilerleyen dönemlerde çok ucuza çalıştırmış, bununla da yetinmeyerek kendi halkını köleleştirme fikrini II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından tüm dünyada uygulamanın yollarını aramış ve başarılı da olmuştur.
ABD’nin en büyük yatırım bankası Morgan Stanley’in 1972 yılında sadece 12 milyon Amerikan doları olan sermayesi, bugün milyarlarca doları bulmaktadır. Yatırım bankaları sermayesini, teknolojinin de yardımıyla özellikle internet siteleri bulunan şirketlerin halka arz’ı ile başlayan ve daha sonra hızla bunları müşterilerine ve tüm dünya yatırımcılarına “al” talimatı vererek piyasalara sunan ve kısa bir süre içinde de bir şekilde teknoloji şirketlerin batmasıyla son bulan süreçte tek kazanan ve büyüyen kurumlar olmuştur.
Peki mortgage kredilerine ne demeli? Bu kredinin sözleşmeleri doğal olarak tamamen yatırımcılara pazarlamak üzere düzenlenmiş ve uzun vadede yüksek faiz getireceği vaadiyle uluslararası pazarlara sunulmuştu. Derecelendirme kuruluşları da bu bonolara “AAA” notunu, bedeli karşılığında vererek yatırım için en uygun araç olduğunu ifade etmiş; bu sayede de tüm dünyaya bu fonlar servis edilebilmişti. Bir süre sonra “AAA” notunun bir şey ifade etmediğine piyasalar tanıklık etti. Çünkü emlakçılar ev satışlarını yaparken alacakları komisyonla ilgilendiler, mortgage ile borçlanan kişinin gelir düzeyi ve teminat durumuyla ilgilenmediler. Nitekim ilgilenmeleri de gerekmiyordu; çünkü evin bedelini kredi veren kuruluş, bono ve fonlar ile bir paket hazırlayarak kısa sürede piyasalara sunuyor ve bu bonolar yüksek faiz getirmesi sebebiyle hemen tükeniyordu. Yani kredi alan kişiden teminat alınmasına gerek kalmadan evin bedeli yatırımcılardan anında tahsil ediliyor ve tüm risk yatırımcıya kalıyordu. Bu durumda Mortgage alan şahıslar, borcunu ödeyebildiği kadar yatırımcılar da bonolarını tahsil edebiliyordu. Eğer bu şahıslar mortgage borcunu ödeyemezse de  “zaten riskli bir ürün almıştınız, maalesef yapacak bir şey yok” cevabı ile karşılaşılıyordu.
Diyebilirsiniz ki peki devlet nerede? Uluslararası bir ürün alıyorsanız bunun teminatını tamamen ürünün çıktığı ülke sağlar. Bu ülke yani ABD tabii ki boş durmadı. Bu sistemin kendilerine göre doğru çalışabilmesi için parlementolarında bir dizi kararlar aldılar. Öncelikle bankaların devlet tarafından denetimini kaldırdılar. Daha sonra, denetimi özel değerlendirme kuruluşlarına terk ettiler ve hemen ardından bu türev ürünlere devlet garantisi verilmemesi kararını aldılar.  Ünlü Teksas kumarhanelerinin bir benzeri sistem, piyasalar üzerinde de uygulanmaya başlamıştı.
Yatırım yaptığını sanarak bilmeden kumar oynayan yatırımcıların yaşayabilmek için artık daha fazla çalışması gerekiyordu. Kölelik sistemini benimsemiş bir toplumun insanî değerlerinden bahsetmek mümkün mü? Tabii ki piyasalar üzerindeki etkisinin kölelik kavramına dayalı olması çok doğal değil mi? 
Merkez bankalarından beklenen davranış ellerinde rezerv bulundurarak piyasalarda oluşabilecek spekülatif hareketlere karşı rezervlerini devreye alması ve piyasaları koruması olmalıdır. Fakat bu çürümüş finans düzenine karşı, bu durumun piyasalarımızı çok uzun koruması da mümkün görünmüyor.  Çünkü buz dağının suyun altındaki görünmeyen yüzü çok büyük.