Ardarda gelen kandil geceleriyle bu yıl da sıcak ve zorlu bir Ramazan’a doğru yol almaya başladık. Geçtiğimiz günlerde üç aylar diye adlandırılan Recep – Şaban ve Ramazan’ın başlangıcını müjdeleyen Regaip kandilini kutlamıştık. Bu çarşambayı perşembeye bağlayan gece de Miraç kandili biliyorsunuz.

Bildiğim kadarıyla, bir gece yarısı Hz. Muhammed’in yatağından alınarak, manevi âlemde çok önemli bir yolculuğa çıktığı, bir anlamda göklere yükseldiği, kendisini elçi olarak görevlendiren yaratıcıyla buluştuğu, yine önceki dönemlerde kendisi gibi görevlendirilmiş peygamberlerle görüştüğü olağanüstü bir seyahatin adıdır Miraç. Geri döndüğünde yatağının sıcaklığını henüz kaybetmemiş olması da olayın aklımda kalan en ilginç yanıdır.

İlk kez çocukluk yıllarımda dinlediğim bu ispatı ve inanılması hayli zor Miraç hadisesi, doğrusunu söylemek gerekirse, benim için sanki askerî bir komutla “inanılacak!” dendiği için hiç de irdelemeden  kabul edilen dogmatik bir bilgiden ibaretti.

Daha sonra, akla hayale gelmeyecek olaylarla süslü, sanki saatlerce süren bir macera yaşadığımızı sandığımız rüyalarımızın aslında birkaç saniyeden ibaret olduğunu öğrendiğim zaman, bizi yaratan kudretin, mevcut aklımızla, belki bugünün imkânlarıyla anlayamayacağımız müthiş bir güce sahip olduğunu düşünmeye başladım.

O zamanlar hayatımızda “ışınlanma” gibi kavramlar, “bilgisayar, cep telefonu, tablet” gibi cihazlar da bulunmuyordu. Şimdi insanlar bir yerden bir yere en hızlı şekilde ulaşmayı sağlayacak, zaman ve mekân kavramını alt üst edecek ışınlanmayı düşünebiliyorlar, hatta belli oranlarda gerçekleştirebiliyorlar. En basitinden hepimiz Amerika’daki ailemizle, Japonya’daki müşterimizle, ya da Avustralya’daki sevgilimizle anında görüntülü görüşme yapabiliyoruz. Bunun için zengin olmaya da gerek yok, tahsilli veya torpilli olmaya da gerek yok. Ucuz bir cep telefonu, aradaki mesafeleri sıfıra indirmeye yetiyor.

Bilgisayar dünyasında meydana gelen yenilikleri eminim sizler benden daha iyi biliyorsunuz. Artık cep telefonu sinyalleriyle polis suçluyu adım adım takip edebildiği gibi, ticari firmalar şirket arabalarının şu an nerde olduğunu taktıkları küçük bir “çip” yardımıyla tespit edebiliyorlar.

İnsan kendi aklıyla geliştirdiği bilimin yardımıyla bu teknolojileri uygulayabiliyor ve neredeyse akıl almaz denecek işlemleri yapabiliyorsa, -ki düne kadar hayal bile edemediğimiz bu gelişmelerin önümüzdeki günlerde nereye varacağını kestirmek bile güç- kâinatın ve ondaki canlı cansız bütün varlıkların, dolayısıyla insanın ve ona verdiği aklın yaratıcısının, kendi görevlendirdiği bir elçiyle bu şekilde bir buluşma ayarlaması herhalde O’nun için çok zor olmasa gerek.

Bunu söylerken, “din”in olağanüstü, fizikötesi, akıl dışı olaylar bütünü olduğunu söylemek istemiyorum. Tam tersine gayet doğal, olabilirliği çok yüksek, hayatın içinde, sıradan ve normal bir yaşayışla eşdeğer olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Aslında bugün yaşadığımız birçok terslik, bir şekilde hayatın dışında bırakan dinin, gerektiğinde kullanılan, gerekmediğinde bir köşeye bırakılan somut bir varlık gibi algılanmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden yaptığımız ve yaşadığımız pek çok yanlışlar var. Bu konular beni aşan boyutlarda ise de, azıcık düşündüğümüz zaman hepimizin bulabileceği ortak doğruların olduğunu hatırlatmadan de geçmek istemiyorum.

Bütün bunlara ve olumsuz propogandalara rağmen, onun doğallığı ve gerçekliği toplumun her kesiminde kendine bir yer bulmasını sağlamıştır. Sonuçta hepimizin kalbinde az veya çok bir “vicdan” var. Bu vicdan terazisi, aslında yaratılıştan içimize yerleştirilmiş bir “çip” gibi.

Benimsemediğimiz, yanlış bulduğumuz, tenkit ettiğimiz, kızdığımız onca tersliklere rağmen dinin toplum hayatındaki yerini inkâr edemeyiz. Keşke toplum-din ilişkisi daha ehil ellerde olsa da, doğal seyriyle toplumu yönlendiren ve güçlendiren pozitif bir enerjiye dönüşse... O zaman toplum bugün yaşadığı olumsuzlukların hiçbirini  yaşamazdı.

Dinin hayatımızdaki yeri sadece bizim toplumumuzda değil, yüz yıllarından beri bütün dünyada düşünen insanların olduğu her yerde tartışılmıştır.

Bir olayı tam anlayabilmek için, onun her yönüyle irdelenmesi gerektiğini hayat tecrübelerimizle hepimiz biliriz. Tek yönlü araştırmalarla yapılan tespitler çoğu zaman yanlış ve mutlaka eksik olur. Bazı basit konuları bile bu şekilde anlamayabiliriz veya yanlış anlayabiliriz. Meselelere bir de ters tarafından bakarsak, bunun bazan çok farklı sonuçlar doğurduğuna şahit olmuşuzdur.

Mesela, hep dinin hayatımızdaki yerini tartışırken, “acaba hayatımızın dindeki yeri nedir?” şeklinde bir tartışma açsak, sizce soruyu kolayca cevaplandırabilir miyiz?

Bu noktadan hareketle, hep başkalarını sorgulamak, tenkit etmek, hatta duruma göre suçlamak yerine, bir de kendimize dönüp neler yaptığımızı veya neler yapmadığımızı gözden geçirmek zorundayız. Meseleye bir de bu açıdan bakmanın çok daha faydalı olacağını ve bize yeni ufuklar açacağını düşünüyorum.

Bu vesileyle Miraç kandilinizi kutlarken, Allah’tan bize verdiği en değerli özellik olan aklımızı daha iyi kullanmayı nasip etmesini niyaz ediyorum.

İnanıyorum ki doğruları ve yanlışları o zaman daha kolay ayırt etme imkânına sahip olacağız.