İnsanı ister Tanrı’nın yarattığına inanın, isterseniz maymundan geldiğinizi kabullenin insan neslinin kadın ve erkek olarak iki cinsten oluştuğu, değişmeyen tek gerçektir ... Yani insan denince biz kadın ve erkeği anlıyoruz, ikisini birbirinden ayıramıyoruz.

Peki öyleyse bu “Kadınlar Günü” nerden çıktı, niye insanın iki cinsinden birisi için özel bir gün düzenlenmesine gerek duyuldu derseniz, açıkçası bunda erkeklerin büyük günahı var.

Elbette her şeyin istisnası vardır ama, bazı erkekler, hatta abartmadan söylüyorum birçok erkek, diğer erkeklere karşı gösteremedikleri erkekliği, maalesef kendilerine göre fizik olarak zayıf ve güçsüz buldukları o narin ve nazik yaratığa karşı kullanmaktan çekinmiyorlar.

Çocukken ufak tefek yaramazlıklar yapmayan herhalde yoktur. Bu yaramazlıkların başında da sebebi incir çekirdeğini doldurmayan kavgalar vardır. Mahallede futbol maçı yaparken topun, rakip takımda oynayan en yakın arkadaşının eline değip değmediği, yani penaltı olup olmadığı konusunda başlayan tartışma, bir kavganın kıvılcımını kolayca oluşturabilir.

Biraz daha büyüdüklerinde ergen gençler, mahalledeki kızları paylaşmanın ya da paylaşamamanın kavgasını yaparlar. Gençler arasındaki kavgalarda sürekli dayak yiyen pek olmaz. Neden? Çünkü her kavga bir güçlü ile bir zayıf arasında cereyan eder. Nadir sebepler dışında mücadele hep kendini güçlü hisseden ve karşısındakini gözüne kestiren kişiler arasında olur.

Evet, üstün gelebilmek için hep kendisine karşı koyamayacak birini aramaya alışmış erkeklerimiz, evlendiklerinde veya bir kız arkadaş edindiklerinde, ya da bir kız babası olduklarına, “tam da dişime göre birini buldum” havasına giriyorlar herhalde ki, sürekli dövülen, sömürülen, hatta öldürülen kadın haberleriyle karşılaşıyoruz.

Ne tuhaftır ki, şiddete uğrayan kadınların neredeyse tamamı, kendilerine gönül bağıyla bağlanmış erkeklerden zarar görüyorlar. Koca, sevgili, baba, ağabey... İnsanın inanası gelmiyor.

Fizik gücüyle kadını baskı altına alan erkek, zamanla toplumun kabullenmesi ve bu davranışın normal gibi algılanması sonucunda “ataerkil” bir sosyal yapı ortaya çıkıyor.

Daha çok evde yardımcı pozisyonunda bulunan ve gelir getirici bir işi olmadığı için de sesini çıkaramayan, sindikçe de erkekleri tarafından değersiz muamelesi gören, bununla da kalmayıp aşağılanan, hor görülen hatta şiddetle etkisiz hale getirilen kadınlar, haklı olarak isyan ettiler.

Feminizm diye kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik bir ideoloji ortaya çıktı. Aslında kadınların sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik olarak erkeklerle eşit olmasını savunan bir akım olarak tarif edebileceğimiz feminizmi erkek karşıtlığı hatta düşmanlığı olarak algılayanlar bile var.

Kadınların bu makûs talihi ev dışında çalışmaya başlamaları ve ekonomik olarak da kendi başlarına bir şeyler yapmayı başarmaları ile yavaş yavaş düzelmeye başladı. Ancak erkeklerin kadınlara karşı neredeyse düşmanlık boyutlarına varan tavrı, tabii ki ortadan kalkmadı.

8 Mart 1857’de New York’ta daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlayan işçilere polisin saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan dolayı işçilerin kaçamaması, 129 kadının hayatını kaybetmesine sebep oldu.

Bu olayın anısına 8 Mart, Birleşmiş Milletler tarafından 1977 yılında “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ilan edildi. Ülkemizde de 1984’ten beri her yıl 8 Mart, çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya

Kadınlar Günü" olarak kutlanmaktadır.

Kutlanmakta kelimesini özellikle yazdım. Aslında görüldüğü gibi ortada kutlanacak bir şey yok. 8 Mart, acı bir olayın yıldönümü. Ama bugünü acılı bir günün yası olarak hatırlayan kaç kişi vardır ki...

Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, 8 Mart kadınlara özel bir hediye verilmesi gereken bir gün olarak hafızalarımıza kazındı. Çünkü reklamlar sürekli bize bunu anlatıyor. Kapitalist sistem, her fırsatta bir pazarlama ortamı oluşturmanın gayreti peşinde.

Bir “Kadınlar Günü” icat ettikleri için Batı’yı kadına değer veren bir unsur olarak görüyoruz. Oysa en başta söylediğimiz gibi, kadınla erkek insanlığı birlikte oluşturuyorlar. Bu bağlamda birbirlerine karşı bir üstünlükleri yok, doğuştan eşitler.

Onları önce aşağıya itip, sonradan elinden tutup yukarıya çekermiş gibi görünmek, yine erkeklerin bir oyunu sanki...

Neden derseniz, kabul etmek gerekir ki, dünyayı hâlâ erkekler yönetiyorlar ve dolayısıyla savaşa karar verenler de erkekler. Savaşlarda en çok çocukların ve kadınların zarar gördükleri de bir gerçek.

Eskilere gitmeye gerek yok. İşte içinde yaşadığımız günlerde devam eden Rusya‐Ukrayna savaşında gözü yaşlı kadınların halini görüyoruz.

Savaşı erkeklerin çıkardığı ve bundan da kadınların zarar gördüğü belki doğru. Ancak sevgilisi veya eşi tarafından acımasızca öldürülen kadınların hali nasıl açıklanabilir, bilemiyorum.

Bugüne kadar erkeklerin sırf kas gücüne güvenerek kadınlara karşı uyguladıkları şiddet politikası ne kadar yanlışsa, kadının eline güç geçtiğinde bunu erkeğe karşı bir silah olarak kullanması da o kadar yanlış. İnsanın ve dolayısıyla insanlığın kadınla erkek tarafından ortaklaşa yaratıldığının bilincini iki cinsin de unutmaması lazım.

Erkekle yarışan ve onlar gibi olmaya özenen kadınların, sonuçta erkek gibi davranmaya başladıklarını ve yönetimde aynı tavırları sergilediklerini görmek, insanda, iki cins arasında rekabet yerine sanki kendi yaratılışlarına uygun davranmalarının daha sağlıklı ve olumlu neticeler vereceği hissini uyandırıyor.

Kadının da erkeğin de “insan” olduğu gerçeğinden yola çıkarak, farklı özelliklere sahip iki cins olarak değerlendirmesini bilirsek, diğer canlılardan çok daha farklı ve üstün meziyetlerle yaratılmış olduğumuzun da belki farkına varıp daha güzel daha mutlu bir hayat yaşayabiliriz.

Yoksa Anneler Günü, Sevgililer Günü, Kadınlar Günü kutlamalarıyla senede 3 günlük bir gösterişle bir elmanın yarısı gibi bizi bütünleyen kadınların ne gönlünü alabiliriz ne hakkını ödeyebiliriz.

Bu duygularla Dünya Emekçi Kadınlar Gününde bütün kadınlarımıza hak ettikleri şekilde bir yaşam, huzur ve mutluluklar diliyorum.