Suudi Arabistan ile İran arasında ürkütücü bir şekilde tırmanmakta olan gerilimin bölgedeki İslam ülkelerini mezhep ekseninde bir çatışmaya sürükleme potansiyeli oldukça yüksektir. Asıl tehlikeli olan ise, Şiilerle Sünniler arasında meydana gelecek bir çatışmanın, bölgenin sahip olduğu enerji kaynaklarının zenginliği nedeniyle, diğer küresel aktörleri de içine çekecek bir girdap oluşturacak olmasıdır. Bütün dünya ülkelerini içine çekecek bir girdap, III. Dünya Savaşı’nın kapılarını aralayacaktır.
Son söz olarak vurgulamak isteriz; İslam Alemi, “Teröre Karşı İslam İttifakı” üzerinden bir mezhep savaşına sürüklenebilir. Fakat, bu Şii-Sünni çatışmasının bir mezhep çatışması olarak kalması mümkün değildir; ruhani boyutuyla bir yeni bir Haçlı Seferi’ne, siyasi ve ekonomik boyutuyla da yeni bir dünya savaşına dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. 

Müslüman’ın Müslüman’la savaşa tutuşması hiçbir şekilde İslam Alemi’ne hayır getirmez. Hiçbir Müslüman da, gereksiz yere, din kardeşiyle savaşa tutuşmak istemez. Din kurallarına göre haramdır, yasaktır. Fakat, İslam düşmanları bazı gelişmeleri o şekilde yönlendirip kurgulayabilir ki, İslam Alemi kendini bir anda Ortaçağ Avrupası’nın o bitip tükenmez mezhep savaşları içinde buluverir.

onyıllar boyu süren mezhep çatışmalarının Ortaçağ Avrupası’nı nasıl yıprattığını, Cehennem’e çevirdiğini bilen herkes, son zamanlarda, özellikle de “Teröre Karşı İslam İttifakı’nın kurulmasından bu yana, İslam Alemi’nde yaşanmakta olan gelişmeleri büyük bir kaygıyla izlemektedir.

15 Aralık’ta kuruluşu açıklanan “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın Sünni ağırlıklı kurgulanışından duyduğumuz kaygıları 18 Aralık tarihli “İslam Ordusu Kime Karşı” başlıklı yazımızda dile getirmiştik. Rahmetli Erbakan Hoca’nın “İslam NATOSU”nu anımsayarak izlediğimiz Suudi Arabistan önderliğinde kurulan Teröre Karşı İslam İttifakı’nda Irak, İran, Suriye gibi Şii ülkelerin bulunmaması, “İslam Alemi’nde neler oluyor?” sorusunu da beraberinde getirmişti. İran’ın, Irak’ın ve Lübnan Hizbullahı’nın Rusya önderliğinde Esad’a destek vermeleriyle oluşan Şii cephenin belirginleştiği bir dönemde Suudi Arabistan önderliğinde kurgulanan Sünni ağırlıklı “Teröre Karşı İslam İttifakı” hangi amaca yönelikti?

“TERÖRE KARŞI İSLAM İTTİFAKI”NIN AMACI NEYDİ?

Suudi Savunma Bakanı Prens Muhammed bin Selman Teröre Karşı İslam İttifakı’nın amaçlarını şöyle özetlemişti: “İslam Alemi’nin çeşitli bölgelerinde terörle mücadele çabalarını desteklemek ve koordine etmek (…) mezhebi ya da adı ne olursa olsun, tüm kötülüklerden İslam halkını koruma için Riyad’da bir operasyon merkezi kurmak.”
Prens Selman, 34 İslam ülkesinden oluşan İttifak’ın kuruluş hedefinin öncelikle IŞİD ve diğer tüm terörist gruplarla savaşmak olduğunu belirtse de, uzmanlar, bu hedefin sadece terörle sınırlı kalmayacağını, terörle mücadelenin sürecin yalnızca bir parçası olduğunu söylüyorlardı. “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın Sünni ağırlıklı olmasının İslam Alemi’nin bölünmesine neden olmakla kalmayacağı, bu kutuplaşmanın, Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi, sonu gelmez  mezhep savaşlarına neden olabileceği de konuşuluyordu.

“MEDENİYETLER SAVAŞI” MI?

Ortadoğu’daki gelişmeleri, BOP uygulamalarını I. Körfez Savaşı’ndan bu yana değerlendiren uzmanlar, bölgenin enerji kaynaklarını hedef alan paylaşım kavgasının aslında, İslam coğrafyasını hedef aldığını görüyorlardı.
Bölgede yaşanmakta olan çatışmaların, aslında, ünlü ideolog Huntington’ın işaret ettiği “Medeniyetler Çatışması” olduğunu biliyorlardı. Bu çatışmada paylaşılanın Osmanlı mirası olduğu, “düşman”ın da İslam olduğu bir sır değildi. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Huntington’ın ABD’nin önüne koyduğu yeni “düşman”, potansiyel terör bataklığı olarak görülen İslam Alemi’ydi.
Son zamanlarda İran’ın Rusya ile birlikte hareket etmesi, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de bayrak göstermesi, maddi ve manevi kazanımlar elde etmesi, başta Suudi Arabistan olmak üzere, Sünni İslam coğrafyasında bir yakınlaşmanın, bir cepheleşmenin doğmasına neden olmuştu. Bu yakınlaşmanın bir cepheleşmeye dönüştüğü, 15 Aralık’ta Riyad’da “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın, bir başka söyleyişle, Sünni İslam Ordusu’nun kurulduğunun açıklanmasıyla su yüzüne çıkmıştı.

CEPHELER NASIL OLUŞTU?

Suriye krizinin ortaya çıktığı 2011’den bu yana, İran’ın, Rusya ile birlikte Esad’a verdikleri desteğe Irak’ın ve Lübnan Hizbullahı’nın da katılmasıyla ortaya çıkan Şii cephesine karşı, Suudi Arabistan önderliğindeki Sünni İslam ülkelerinin Teröre Karşı İslam İttifakı’nı oluşturmalarıyla, Ortadoğu’da mezhep savaşlarına neden olabilecek iki güçlü kutup oluşmuş oldu.
Bu kutuplaşma Ortadoğu’da Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi sonu gelmez mezhep savaşlarına neden olabilir. Bu kutuplaşmanın İslam Alemi açısından ürkütücü olan yanı, Suriye’de düğümlenen Osmanlı’nın Ortadoğu coğrafyasındaki mirasını paylaşma kavgasında olan ABD ve ortaklarıyla Rusya tarafından da destekleniyor olmasıdır. Suriye’deki en güçlü muhalif gruplarda İslam Ordusu Lideri Zehran Alluş’un Şam yakınlarında rejimin ( Hizbullah Rusya’yı suçlamıştı) füze saldırısıyla öldürülmesiyle 25 Ocak’ta Cenevre’de yapılması planlanan Suriye krizine çözüm bulma görüşmeleri tehlikeye girmişti. Suudi Arabistan’da İran’a yakın Şii din adamı Şeyh Nimr’in 46 kişiyle birlikte idam edilmesiyle tırmanan gerginlik Suriye krizine çözüm bulma umutlarına büyük bir darbe vurmuştur.

MEZHEP SAVAŞI MI, III. DÜNYA SAVAŞI MI? 


Suudi Arabistan ile İran arasında, Suriye ve Yemen’deki güç mücadelesinden kaynaklanan ve ürkütücü bir şekilde tırmanmakta olan gerilimin, bölgedeki İslam ülkelerini mezhep ekseninde bir çatışmaya sürükleme potansiyeli oldukça yüksektir. Asıl tehlikeli olan ise, Şiilerle Sünniler arasında meydana gelecek bir çatışmanın, bölgenin sahip olduğu enerji kaynaklarının zenginliği nedeniyle, diğer küresel aktörleri de içine çekecek bir girdap oluşturacak olmasıdır. Bütün dünya ülkelerini içine çekecek bir girdap, III. Dünya Savaşı’nın kapılarını da aralayacaktır.
Son söz olarak vurgulamak isteriz; İslam Alemi, “Teröre Karşı İslam İttifakı” üzerinden bir mezhep savaşına sürüklenebilir. Fakat, bu Şii-Sünni çatışmasının bir mezhep çatışması olarak kalması mümkün değildir; ruhani boyutuyla bir yeni bir Haçlı Seferi’ne, siyasi ve ekonomik boyutuyla da yeni bir dünya savaşına dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. 
Allah bölgemizi de insanlığı da savaş çılgınlıklarından korusun.