Otogarların gidenler peronunu sevdim.

Gidenlerden, ayrılanlardan oldum hep.

Yol çizgilerine, sokak lambalarına,

Uçan kuşlara yalnızlığımı yazdım.

Sabah oldu. Söndü lambalar.

Çizgiler aşındı. Kuşlar uçtu…

                                           Meldazirek

    Sensizliğe bu kadar alışmışken, tekrar çıkagelme fikrinin ihtimali telaşlandırdı birdenbire. Buz kesen ellerim ateş topuna döndü. Yüzümden bahsetmek bile istemiyorum. Özellikle de kulaklarımdan. Bedenim bu kadar değişim içinde bocalarken, bir yerim var ki onun coşkusu diğerleri ile kıyaslanamaz bile. Düşündüğün yer neresi bilmiyorum ama ben YÜREĞİMDEN bahsetmiştim. Muhtemelen sen de öyle düşünmüşsündür! Şaka bir yana - ki sana şaka yapmanın keyfi de bambaşkadır. Yüzündeki o minicik dudak gerilmesinin yarattığı tatlı tebessümün yüzüne kattıkları, tarihin ülkeye kattıkları gibi bir şey benim nezdimde. O kadar dolusun ki içimde, senin dışındaki her şey teferruat.  Bir tek sen. Senden gelecek her türlü acıya, tatlıya, iyiliğe, kötülüye bu kadar açıkken kendini bu denli kapatman! Ne diyebilirim ki. Sadece “olsun ”la başlatıp, bitiririm cümlemi.

 Tek kelime ile yoğrulmuş, tek kalan bir adam şu an karşındaki. Hayali olarak da olsa karşına geçip ahkâm kesebiliyor olmak, sitemlerimi sıralamak… Bu da yeter bana. Tek şikâyetim sana dokunamamak. Dokunduğum anki hislerimi alıp gittiğin için kızgınım sana. Tüm sitemim bundan. Yalnız bir adamın tek kelimelik OLSUN haykırışının içinde barınan türlü yakarışlar bunlar. Ellerinle kulaklarını tıkadığını, sırtını çevirip YİNE Mİ?  Dediğini duyar gibiyim. Evet, SEN ise mevzu, konu, mesele her defasında yineleyerek ve de yenilenerek karşındayım. Matruşka misali her açılışımda içimden sen çıkıyorsun. Seviniyorsun; onlar da küçülerek çoğalır, nihayetinde biterim yüreğinde diye. Benim matruşkalarım aksine büyüyerek çoğalır gönlümde. Tükenemezsin. Tüketemem. Buna müsaade edemem!

    Gelmeyeceksin… Adım gibi biliyorum. Bu sıralar, derdime çare olacağına inanmadığım halde onunla olmaktan zevk aldığım tatlı bir rüyanın içindeyim. Beni keyiflendiriyor. Karşısına geçip kendimi kısmadan anlatabiliyorum. Saatlerce konuşup, seni uzun uzun anlatabiliyorum. Ben çoğaldıkça, o azalıyor. Azaldığını gördüğüm vakit içim bir tuhaf oluyor, bitmesin diyorum. O biterse ben de biterim. Dolaptan yenisini çıkartıp masaya koyuyorum. O ne kadar dolu olursa coşkum, keyfim o denli fazlalaşıyor. Saatler geçiyor, zaman anlamını yitiriyor. Şairin de söylediği gibi saat on ikiden sonra içilen tüm içkiler şarap oluyor. Dionysus'a kadeh kaldırıyorum. Kıskanma! Senin şerefine kalkıyor bu kırmızı kadeh. Oysa içinde, acıyla yoğurduğum demli bir çaydan başka bir şey yok. 

   Gün aralanmaya başlıyor. Seninle, geceyi devirdiğimiz, günün ilk ışıklarını seyretmek için balkonda beklediğimiz günler geliyor aklıma. Üşüdüğün vakit üzerine attığım şala sarılışın. Şalı atıyorum şimdi sırtıma. Kokun hâlâ üzerinde sanki. Bana mı öyle geliyor acaba? Bu kadar senle doluyken içim, kokun da elbet bizimledir. Kokun burada evet de, sen neredesin?

Sevda Kaçsın çayınıza.