101 gün IŞİD'in, daha doğrusu Musul Valisi'nin elinde rehin tutulan 46 (+3)canımızın "takas" yoluyla da olsa, kurtarılmış olmasına sevinmemek mümkün mü? Bu sonuç, bütün olumsuzluklara rağmen, Türkiye'nin Ortadoğu denklemindeki önemini göstermesi bakımından elbette sevinilmesi gereken bir olaydır.
 Yeri gelmişken bir hatırlatma yapalım, ABD Abdullah Öcalan'ı Kenya'da paketleyip Türkiye'ye teslim ettiğinde de benzer bir duygusallık yaşamıştık. Dönemin Başbakanı rahmetli Ecevit de Amerkalıların bu cömertliğine bir anlam veremiş ve "Amerika Öcalan'ı neden verdi anlayamadım" demişti. Çok geçmeden "diyet borcu" önümüze kondu; ABD Irak'a askeri bir operasyonla "demokrasi götürecekti", bizim de bu "operasyona" yardımcı olmamız isteniyordu.

"Üç ayı aşkın bir zamandır gece ve gündüz onları hayal ettik, rüyalarımıza girdiler, gözümüzün önünden hiç gitmediler, hep onlarla düşündük, onlarla uyuduk, onlarla kalktık. Çocuklarımızı okşadığımızda, Cumhurbaşkanımızla birlikte onları düşündük, torunlarımızı okşadığımızda buradaki Deniz'i, Ela'yı düşündük. Hep bir aile gibi tek bir yürek ile dualar ettik. Şimdi bayram zamanı, şimdi şükür zamanı."
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 46 canımızın IŞİD'in elinden sağ salim kurtarıldığını bu sözlerle müjdelemişti.
Başbakan Davutoğlu'nun bu açıklamasındaki her sözcük, yüreklerimizde aylar boyunca bastırmaya çalıştığımız özlemin yankılanmasıydı.
101 gün IŞİD'in, daha doğrusu Musul Valisi'nin elinde rehin tutulan 46 (+3)canımızın "takas" yoluyla da olsa, kurtarılmış olmasına sevinmemek mümkün mü? Bu sonuç, bütün olumsuzluklara rağmen, Türkiye'nin Ortadoğu denklemindeki önemini göstermesi bakımından elbette sevinilmesi gereken bir olaydır.
Elbette sevindik.
Elbette mutlu olduk; göğsümüz kabardı.
Kendimizi Başbakan Davutoğlu'nun, "Rehinelerin kurtarılmasına ağıt yakanlar var" eleştirisinin dışında tutabilmek amacıyla sevincimizi peşinen ortaya koyduktan sonra yazımızın başlığına dönelim: "Hem Sevinelim, Hem Düşünelim."
"Hem Sevinelim, Hem Düşünelim" derken, bölgedeki son gelişmeler ve "takas"ın perde arkasında yaşananlardan duyduğumuz kaygıları dile getirmeye çalıyoruz.
Aylarca konsolosluk rehinelerimizin IŞİD'in elinde olduğu yazıldı, çizildi, ama 46 canımızın IŞİD'in değil, IŞİD'in tayin ettiği Musul Valisi Haşim el Cemmaz'ın "misafiri" olduğu ortaya çıktı. Haşim el Cemmaz, Saddam Hüseyin'in Devrim Muhafızları komutanlarındandır ve Irak'ın Paralel Yapısı olan Kesnizani Tarikatı "müritlerindendir".
Hatırlayacaksınız, 60 bin Irak askerinin koruduğu Musul, 11 Haziran'da, tek kurşun atılmadan birkaç  bin kişilik IŞİD'e teslim edilmişti. IŞİD militanları Musul'a yaklaştıklarında, bir yerlerden düğmeye basılmış, kentin birçok bölgesinde kargaşa yaşanmış, elektrik, su ve iletişim kesilivermişti. Irak Hükümeti'nin tayin ettiği Musul Valisi Esil Nuceyfi kenti kaderiyle başbaşa bırakıp Kürt bölgesine kaçmıştı. Irak'ın ikinci büyük kenti  Musul'u koruyan askerlerin Kesnizani Tarikatı'na mensup komutanı da, Bağdat'tan gelen bir emirle korumayı kaldırmış ve askerleriyle birlikte Kürt bölgesine çekilmişti.

BAĞDAT'IN ANAHTARINI ALTIN TEPSİDE ABD'YE TESLİM EDEN KOMUTANLAR
HANGİ TARİKATIN MÜRÜTLERİYDİ?


Yeri gelmişken özetle hatırlatalım, Irak'ın işgali sırasında, Kesnizani Tarikatı'na mensup  ordu mensupları tanklarını kışlalarının yan tarafına çekmiş ve Bağdat'ın anahtarını altın tepsi içinde ABD askerlerine teslim etmişlerdi.
Kesnizani Tarikatı'nın kuruluşunu, yapılanmasını, çalışma şeklini, etki alanını bilmeden, bugün Ortadoğu coğrafyasında yaşananları ve yaşanacakları bilmek mümkün değildir. Kesnizani Tarikatı Kürt kökenli bir şeyh tarafından kurulmuş, kısa zamanda Saddam'ın oğlu dahil, Irak'ın bütün üst düzey bürokratlarını ve ordunun komuta kademesini "müritleri" arasına katarak kontrolü altına almış tarikat görünümlü  bir siyasi örgüttü ve ABD'nin güdümündeydi.Tarikat bugün de aktiftir ve paralel yapılanmalarla, kapsama alanı çevre ülkeleri de içine alacak şekilde genişlemiştir.
Aslında ABD, Irak'ı işgal etmeden çok önce, ülkeyi Kesnizani Tarikatı üzerinden ele geçirmişti. Saddam hariç, herkes bunun farkındaydı. Bağdat'ın tek kurşun atılmadan ABD'ye teslim edilmesi  tablosu,  Musul'un IŞİD tarafından ele geçirilmesinde de aynen yaşanmıştı.

  IRAK'IN EN BÜYÜK İKİNCİ KENTİ MUSUL IŞİD'İN ELİNDE.
NE IRAK ORDUSU NE DE KÜRESEL LİDER ABD MUSUL'U GERİ ALAMIYOR!


Bugün Irak'ın en büyük ikinci kenti Musul IŞİD'in denetiminde. Asayişi IŞİD polisleri sağlıyor, mahkemelerde adaleti IŞİD hakimleri dağıtıyor ve kenti IŞİD'in tayin ettiği vali yönetiyor. IŞİD, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olan Musul'un petrolünü satıyor, parasını da kasasına koyuyor. Devlet kurup halifelik ilan ediyor..
Küresel liderliğini sürdürebilme adına bunca riski göze alarak Irak'ı işgal eden, insansız hava araçlarıyla bölgeyi karış karış tarayıp gerektiğinde vurabilen, Basra Körfezi'ne ve Kızıldeniz'e konuşlandırdığı savaş gemilerinden attığı Tom Hawk füzeleriyle hedefleri milim şaşmadan imha edebilen, bütün dünyayı dinleyebilen  ABD ise, IŞİD'in bütün bu yaptıklarını "çaresiz" seyrediyor!  İnanmak mümkün mü? "İnan ki, hayatın renkli olsun" derler, hayatını renklendirmek isteyenlere elbette bir sözümüz olamaz.
 "IŞİD bir ABD/MOSSAD kurgulaması ise Amerika IŞİD'ı neden vuruyor?" sorusunun yanıtını önceki yazılarımızda bulabilirsiniz.

BİZ REHİNELERİ IŞİD'DEN DEĞİL, ABD'DEN TESLİM ALDIK


 Ortadoğu'daki dinamiklerin yapılanmasını bilmeden, gelişmelerin perde arkasını okumak mümkün değildir.
Adının ilk duyulduğu günden beri, "IŞİD bir terör örgütü aklıyla değil, bir devlet aklıyla hareket ediyor" dememizin nedeni, IŞİD'in spontane oluşmuş bir İslami cihad örgütü olamayacağına ilişkin düşüncelerimizdir. Taliban, El Kaide, IŞİD gibi yapılanmaların "İslam toplumlarında cerahat haline gelmiş kültürel sorunların bir ürünü olduğunu" da kabullenemiyoruz.
 IŞİD, "İslami cihad örgütü" kamuflajı altnda ABD emperyalizminin, Büyük Ortadoğu Projesi'nin hayata geçirilmesi aşamasında kurgulanmış bir vurucu güçtür, bir koçbaşıdır.  Dünya kamuoyuna hesap vermek durumunda olmayan "illegal bir örgüt" görüntüsündedir, ama gerçekleştirdiği operasyonlar Ortadoğu'yu yeniden dizayn etmeyi hedefleyen ABD ve İsrail'in  hedeflerini hayata geçirmeye yöneliktir. Gerçekleştirdiği operasyonların sonuçları kalıcıdır. Bugün Ortadoğu coğrafyasında İslam Devleti gibi Sünni ağırlıklı, İsrail kalkanı bir yapılanma vardır ve bu oluşuma kimse karşı çıkamamaktadır.
Özetle IŞİD, spontane doğmuş bir İslami cihad örgütü değildir; ABD'nin kontrolünde şiddeti "mıntıka temizliği" için silah olarak kullanan bir vurucu güçtür. Dolayısıyla, biz rehineleri IŞİD'den değil, ABD'den teslim almış olduk.

ÖCALAN KENYA'DA PAKETLENİP TÜRKİYE'YE TESLİM EDİLDİĞİNDE
BAŞBAKAN ECEVİT, "ABD ÖCALAN'I NEDEN VERDİ ANLAYAMADIM" DEMİŞTİ


Yeri gelmişken bir hatırlatma yapalım, ABD Abdullah Öcalan'ı Kenya'da paketleyip Türkiye'ye teslim ettiğinde de benzer bir duygusallık yaşamıştık. Dönemin Başbakanı rahmetli Ecevit de Amerkalıların bu cömertliğine bir anlam veremiş ve "Amerika Öcalan'ı neden verdi anlayamadım" demişti. Çok geçmeden "diyet borcu" önümüze kondu; ABD Irak'a askeri bir operasyonla "demokrasi götürecekti", bizim de bu "operasyona" yardımcı olmamız isteniyordu.
Rahmetli Ecevit diyet borcunu Irak'ın işgaline destek olarak ödemeye yanaşmayınca, bilindiği gibi, 2001 ekonomik krizi yaşandı, bankalarımız battı, ekonomimiz altüst oldu. Kurtarıcı olarak ABD'den ithal edip bakan yaptığımız Kemal Derviş, bir taraftan ekonomiyi toparlarken,  diğer taraftan Ecevit'in partisi parçaladı, "Yeni Parti" kuruldu. Koalisyon ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin, "Erken seçim bizce mahzurlu değildir" fetvasıyla gidilen seçimler sonunda MHP Meclis dışı kalırken, AK Parti siyasi denkleme dahil edildi.
Mahkeme tarafından idama mahkum edilen, cezası onaylanan Abdullah Öcalan, bugün, Türyiye'nin siyasi tablosunun en önemli aktörlerinden biri.
Yanıtı merak edilen soru şu: 49 rehinenin serbest bırakılmasına karşılık ABD Türkiye'den ne istiyor?

"ŞİMDİ KANIT MUHALLEBİNİN İÇİNDE"


Şimdi, "Hem sevinelim, hem düşünelim." Çünkü, ABD Dışişleri Bakanı Kerry, MSNBC televizyonundaki bir programda, 49 rehinenin kurtarılmasından sonra Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadele koaliasyonundaki rolünü artırması gerektiğini belirterek, "Türkiye'nin yardımını bekliyoruz" dedi. Türkiye'nin bir müttefik ve NATO üyesi olduğunu söyeyen Kerry,   Ankara'da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'yla uzun bir görüşme yaptığını, "Kesinlikle (IŞİD'e karşı mücadelede) etkin olma ve bu durumla mücadelede yardım için söz verdiler. Bu sözler lafta kalmamalı, icraata dönüşmeli" diyor. Keryy, ayrıca, bu gibi durumlarda ABD 'de yaygın olarak kullanılan "Şimdi kanıt muhallebinin içinde" söylemini kullanıyor; Türkçeleştirirsek, "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" diyor. Kerry'nin bu  açıklamları, çok diplomatik davranmadığımız takdirde, başımızın derde girebileceğini gösteriyor.

"TÜRKİYE BU OPERASYONA ORTAK OLMAK ZORUNDADIR"


New York'ta yapılan ve IŞİD konusunun ele alındığı BM Genel Kurulu toplantısı bağlamında ABD'nin görüş ve düşüncelerini dile getiren Pentagon Sözcüsü John Kirby, "Yalnızca coğrafya nedeniyle bile Türkiye, bu çabada bir ortaktır, ortak olacaktır ve ortak olmak zorundadır" diyordu.
ABD'de bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan da Amerika'nın düşünce kuruluşlarından Dıi İlişkiler Konseyi'nin (CFR) düzenlediği bir toplantıda, IŞİD'e yönelik düzenlenen operasyonlarda Türkiye'nin desteğinin askeri operasyonları da kapsayıp kapsamadığına ilişkin bir soruyu yanıtlarken, "Her türlü kapsar. Askeri, siyasi hepsi.." diyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözünü ettiği askeri ve siyasi yardımın boyutunu bilemeyiz. Yalnız, kafamıza takılan bazı sorulara da yanıt bulmak durumundayız.
Düne kadar IŞİD'e her türlü desteği sağlayan Suudi Arabistan, Katar ve diğer Körfez ülkeleri, ne değişti ki, bugün aniden saf değiştirip IŞİD'i vuran koalisyonun içinde yer aldılar? Bu keskin dönüşte, IŞİD'in kurduğu Sünni İslam Devleti'nin Suudi Arabistan'ın kontrolüne verileceği söylentisinin payı var mıdır?
Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadele koaliasyonundaki rolünü artırmasını isteyen ve "Türkiye'nin yardımını bekliyoruz"  diyen ABD Dışişleri Bakanı Kerry, IŞİD'ı bombalamadan önce, neden müttefiki, "stratejik ortağı" Türkiye'yi değil de Suriye'yi haberdar ediyor? Türkiye, Suriye konusunda Esad'sız bir formülde ısrar ederken,  ABD Esad'lı bir çözüme karar verdiyse, bu durum, iki müttefik arasında sorun yaratmayacak mıdır?
Hepsinden önemlisi, ABD ve koalisyon ortaklarının IŞİD'in Suriye kanadını vurarak varmak istediği asıl hedef nedir?
Suriye'nin kuzeyinde sınır boyunca oluşturmak istediğimiz tampon bölge, koalisyon ortaklarının başarısız olmaları durumunda, Türkiye'nin savaşın orta yerinde kalması gibi bir durum yaratmayacak mıdır?
Selahattin Demirtaş Kürt vatandaşlarımızı Kobani'deki devrime destek vermeye çağırırken, Türkiye'de sayıları giderek artan cihatçıların IŞİD'e destek vermek üzere harekete geçmeleri halinde ülkede huzur kalır mı? Suriye'deki kaos ortamı bir başka yönüyle de ülkemize yansımaz mı?

TARİH DİYOR Kİ...


Biz engin bir tarihe sahibiz ve  tarih diyor ki, "Askeri operasyonların parçası olmak demek, sonu nereye varacağı peşinen kestirilemeyen bir maceraya girmek demektir." Komşularımızın kaosa sürüklenmesinden, parçalanmasından bizim hiçbir çıkarımız olmaz.
Yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığımız insanların dışarıdan estirilen bahar rüzgarlarıyla perişan olmaları bize ancak üzüntü ve gözyaşı olarak yansımaktadır. IŞİD bahanesiyle Suriye'nin vurulmasının Türkiye'ye, mülteci akını, sınırımızın delik deşik olması ve yeni komşular kazandırması dışında bir yararı olmayacaktır.
ABD'nin Irak'ı işgali sonrasında, bölgeye egemen olan kaos ortamı nedeniyle,  Ortadoğu pazarındaki kaybımızın büyüklüğünü hesaplayabilen var mı?  Ortadoğu ve Kuzey Afrika, AB'den sonra bizim en büyük pazarımızdı. Bu pazarı geri kazanabilmek mümkün olacak mıdır?
Yapmamız gereken, hedefi bizim çıkarlarımızla asla örtüşmeyen bu gibi operasyonlardan kesinlikle  uzak durmaktır. Irak'ın, Libya'nın işgal edilmesi, Suriye'nin kaosa sürüklenmesi, Ortadoğu'nun Cehenneme dönmesi bize, telafisi mümkün olmayan "büyük bir pazar kaybı" olarak yansımıştır. Türkiye, insani yardım dışında herhangi bir formüle asla evet dememek durumundadır.  
İlerde,  Irak petrolünü Akdeniz'e akıtmak üzere  bir Kürt Koridoru'na dönüştürülecek olan tampon bölge oluşturmak, Türkiye'nin kendi eliyle kendi ipini çekmesi demektir.
Suriye  sınırı boyunca tampon bölge oluşturmak demek, Irak'ın kuzeyinde bağımsızlık ilanı için gün sayan Kürt devletinin  Suriye'nin kuzey parseli üzerinden Akdeniz'e bağlanması demektir.  
Böyle bir sonuç "Büyük Kürdistan"ın büyük ölçüde hayata geçirilmesi ve cazibe merkezi haline gelmesi demektir. Böyle bir sonucun Türkiye'ye ve İran'a çok olumsuz yansımaları olacaktır. Bu aşamadan sonra bu savaş, bizim savaşımız olmaktan çıkmıştır.